29 Haziran 2010 00:00

DiRENENLER KONUŞACAK 7

Derelerimiz bizim can suyumuz

Paylaş

Doğu Karadeniz Bölgesi’nde geliştirilen hidroelektrik santral (HES) projelerine karşı başlatılan tepki ve protestolarla ülke gündemine gelerek tartışılmaya başlanan HES’ler, ülke genelindeki vadilerde bulunan dere ve akarsular üzerindeki projelere karşı verilen mücadelelerle yeni boyutlara taşınmaya başlandı.
Yöre halklarının verdiği tepkiler ile çeşitli protesto eylemlerinin yanında HES’lere karşı başlatılan hukuk mücadelesinde verilen yargı kararları, bilirkişi raporları ve oluşturulan bilimsel raporlar HES’ler için yeni tartışmalara neden olurken; bir yandan da yeni projeler yapılmaya devam ediyor.
DSİ, Enerji Bakanlığı ve EPDK verilerine göre şu anda yurt genelindeki dere ve vadilerimiz üzerinde, 2009 yılı sonu itibarıyla kamu ve özel sektöre ait 187 adet HES işletme halinde bulunmakta. Mayıs 2010 verilerine göre ise inşa çalışması devam eden 145 ve proje aşamasında olan 1.576 da HES bulunmakta, bunların toplam sayısı ise 1.721 olarak belirtilmektedir. Planlanmakta olan diğer 325 HES projesi ile birlikte bu sayı 2.046 olmakta, Bakanlıkların verilerine göre ülke genelinde yapılması planlanan HES sayısı ise 2.300’lere ulaşmaktadır.
Elimizdeki verilere göre Doğu Karadeniz Bölgesinde, işletmede bulunan, inşa ve proje aşamasında olan ve de yapılması planlanan HES sayısı 700’ü bulmakta. Bunlardan 169’u Trabzon’da, 123’ü Rize’de, 176’sı Artvin’de, 82’si Giresun’da, 63’ü Ordu’da, diğer HES projeleri ise Erzurum’un Doğu Karadeniz’e yakın İspir ve Tortum gibi ilçeleri ile Gümüşhane, Bayburt, Samsun, Amasya, Tokat, Sinop ve Çorum’da bulunmaktadır.
DSİ verilerine göre, inşa halindeki 145 HES’ten 41’i Trabzon’da, 25’i Artvin’de 23’ü Rize’de, 12’si ise Giresun’da bulunuyor.
Edindiğimiz bilgilere göre, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından bu güne kadar 96 proje için ‘ÇED Olumlu’ raporu verildi. ÇED inceleme işlemleri devam eden 120 projenin daha bulunduğunu öğrenilirken; ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararlarındaki yetki İl Çevre ve Orman Müdürlüklerine ve dolayısıyla İl Valiliklerine devredildiği için henüz net bir sayıdan söz edilememektedir!
Bu projelerin yanında ayrıca Doğu Karadeniz Bölgesinde 2 bin de mikro HES kurulması için Doğu Karadeniz Küçük HES Kalkınma Projesi adıyla yeni bir proje başlatıldı.
Ülke genelinde inşa aşamasında olan 145 HES için, başta Rize ve Artvin olmak üzere Giresun, Muğla ve diğer illerde çeşitli davalar açılmış, bu davaların sayısı elde ettiğimiz bilgilere göre 65’e ulaşmıştır.
HES’lere karşı açılan davalar ilk başlarda genellikle ‘can suyu’ yetersizliği konusunu içerirken, daha sonraları ‘ÇED Gerekli Değildir’ ve ‘ÇED Olumlu Raporlarının’, ‘Toprak Kullanım ve Orman Alanları’ ile ilgili ‘Yürütmenin Durdurulması ve iptali’, bazı projelerde ise projelerin tamamının ‘Yürütmesinin Durdurulması ve İptali’ istemli olup; bu güne kadar 34’ü sonuçlanmıştır. Davalarda verilen kararlar ise bu istemler doğrultusunda gerçekleştirilirken; sadece Rize’nin İkizdere Vadisinde bulunan bir proje için, Platform olarak kesinlikle kabul etmediğimiz bir kavram olan ‘can suyu’ konusunda yapımcı firmanın ‘gerekli miktarda suyu dereye bırakacağını taahhüt etmesi’ nedeniyle dava reddedilmiştir.
Aynı vadi üzerinde onlarca HES projesi geliştirilmesi, vadilerde akan derelerin dev tünellere alınarak taşınması, proje çalışmaları sırasında doğal yaşam alanlarına geri dönüşümsüz zararlar verilmesi, doğal zenginliklerin, fauna ve floranın yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi gibi endişelerle yöre halkı ve çevreciler HES projelerine karşı amansız bir mücadele başlattı. Önceleri bölgesel olarak başlayan tepkiler, protesto eylemlerine dönüşürken yayılarak tüm yurt geneline yayıldı ve beraberinde hukuksal süreçlerde başladı.
Aslında 1996’da Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi Fırtına Vadisi Üzerinde BM Holding tarafından yapımı planlanan Dilek-Güroluk Regülatörleri ve HES projesi ile başlayan Doğu Karadeniz ve dolayısıyla ülkemizdeki HES süreci, burada verilen demokratik ve hukuksal mücadeleyle de bugünkü HES direnişinin temelini oluşturdu.
2000’li yılların başında başlayan süreçle HES projeleri bölgeye ve ülke geneline yayılarak adeta vadileri ve derelerimizi sarmal altına aldı. Bu süreçte Fındıklı’da verilen sıkı mücadeleyle bu güne kadar 16 proje yapılması planlanan Fındıklı’nın Arılı ve Çağlayan Vadilerine bir tek kazma dahi vurdurulmadı. Fındıklı Derelerini Koruma Platformu öncülüğündeki mücadele, bölgenin diğer vadilerinde de verilmeye başlayınca, her alanda iletişim ve dayanışmanın sağlanması hedefi ile Derelerin Kardeşliği Platformu oluşturuldu.
Gönüllülük esasına bağlı, çevreye, doğaya, ülkemizin doğal zenginliklerine, doğal yaşam alanlarına sahip çıkan, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasiye bağlı birçok sivil toplum kuruluşu ve oluşumunun bir araya geldiği, hiçbir fon veya sponsorluktan faydalanmayan, herhangi bir kurum veya kuruluştan herhangi bir yardım ve destek almayan, herhangi bir gurup veya lobicilik faaliyetiyle ilişkisi olmayan Derelerin Kardeşliği Platformu aynı zamanda herhangi bir hiyerarşik yapısı olmayan bağımsız bir halk oluşumu olma özelliğindedir.
Derelerin Kardeşliği Platformu, tüm canlıların yaşam kaynağı olan suyun sadece enerji kaynağı ve para kazanma aracı olarak görülmesini reddetmektedir.
Doğal bir varlık olan su, yaşamın temel kaynağı olarak enerji kaynağı olarak görülemez. Sudan elde edilmeye çalışılan enerjinin alternatifi vardır ama doğal yaşam alanlarımızın, vadi ve derelerimizin başka alternatifi yoktur!
Su ticari bir mal değil, tüm canlıların yaşamını sürdürebilmek için ulaşmaya hakkının olduğu doğal bir varlık, ekolojik sistemin bir parçasıdır. Tüm canlıların sudan yararlanma hakkı vardır. Hiçbir canlı kendisinin su ihtiyacının daha önemli olduğunu ileri süremez.
Su, bulunduğu ortamın asli unsurudur. Hiçbir şekilde yatağı değiştirilemez, bulunduğu alandan başka bir alana taşınamaz. Doğal yaşam ile su ilişkisini dikkate almayan hiçbir karar, uygulama, yasal düzenleme kabul edilemez. Suyun kullanımı; ekolojik, çevresel, kültürel ve sosyal sürdürülebilirlikten uzak ele alınamaz.
Milyonlarca yıldır varlığını sürdüren, suyun beslediği ekosistemleri yok edecek HES Projeleri yenilenebilir temiz enerji olarak görülemez. Canlı türlerinin yok olma noktasındaki suyu ifade eden ‘can suyu’ kavramı veya böyle bir adalet anlayışı kabul edilemez, ahlaki görülemez. Can suyu tartışması dahi yapılamaz.
Bu hedefler doğrultusunda bütün dere ve vadilerimiz koruma alanı olarak ilan edilmeli ve koruma altına alınmalıdır.
Yargı kararlarını hiçe sayarak, vadilerimiz ve doğal yaşam alanlarımıza geri dönüşümsüz zararlar veren; sularımızın özelleştirilerek, uluslararası şirketlerin kontrolüne verilmesini de kapsayan bütün HES projeleri durdurulmalı, üretim lisansları iptal edilmelidir. Senoz Vadisi başta olmak üzere mahkemelerce verilen durdurma veya iptal kararları derhal uygulanmalıdır.
Büyük bir sorumluluk ve yurtseverlik duygusu ile doğasını, toprağını, suyunu, tarihini, kültürünü savunan yöre halkına ve onların sivil örgütlerini hedef haline getiren asılsız suçlamalara, saldırılara son verilmelidir. Bütün karar vericileri, tarafları; başka canlılar, çocuklar yokmuş gibi, gelecek kuşaklar olmayacakmış gibi, sürdürdükleri bu bencil davranışlardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Unutulmamalıdır ki, kararı bizim neslimiz verecek, ancak bu karar bütün nesillerin geleceğini etkileyecektir.
Bölgemizde yaşanan bu katliamların bir an önce durdurulması ve sularımızın ticarileştirilmesinin önünde durmak için var gücümüzle mücadelemizi sürdüreceğiz. Birileri için rant ve gelir kaynağı olarak görülen sularımız, bizler için yaşam kaynağıdır. (BİTTİ)
* (Gazeteci-Yazar/Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü)
SALDER-Salarha Deresi Çevre Koruma, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma
Derneği Yön.Kur.Bşk.

‘Halk her şeyini kaybetmekle karşı karşıya’

Derya Kaya

“ÇEVRE Direnişleri Buluşuyor” etkinliğinin son gününde direnişçiler verdikleri mücadeleleri ve yaşam alanlarını piyasaya açan zihniyete karşı nasıl mücadele edeceklerini tartıştılar. TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu tarafından 26-27 Haziran tarihlerinde İnşaat Mühendisleri Odası Teoman Öztürk Salonu’nda gerçekleşen etkinliğin son gününde konuşan ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İnci Gökmen, “Mücadele kaybedilirse insanlar toprağından koparılacak, hayvanlarını kaybedecek, ellerinde hayatlarına değer katan her şey ellerinden alınacak” dedi. Akkuyu’da kurulması düşünülen nükleer santral için Rusya’yla yapılan anlaşmanın birçok yerinde “Bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla” sözcüğünün geçtiğine değinen Gökmen, “Bunun anlamı böyle bir anlaşmanın 8-10 sayfayla sınırlı kalmayacağıdır. Çernobil tanığı olarak bu bana çok ürkütücü geliyor” dedi. Nükleerin atıklarıyla ilgili de bir çözümün olmadığını söyleyen Gökmen “Biz güneş, rüzgar, jeotermal ülkesiyiz ama hiçbiri kullanılmıyor” dedi.
KÜLTÜRÜMÜZÜ, GEÇMİŞİMİZİ SATMAYACAĞIZ
“Toprağımıza, Suyumuza Sahip Çıkıyoruz” oturumunda konuşan Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) Bilim Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Beyza Üstün, devletin kapitalizme hizmet eden bir oluşum olduğunu ifade etti. Mücadele edilmesi gerekenin kapitalizm olduğunu söyleyen Üstün, “kapitalizm bütün gücüyle saldırıyor, bizler de bütün dayanaklarımızla karşılarına dikileceğiz” dedi. HES projelerini alan şirketlerin lisanslarını aldıkları günden itibaren para kazanmaya başladıklarını ifade eden Üstün, mücadelede zayıflık gördükleri noktalarda şirketlerin hemen inşaatlara başlayacaklarını belirtti. Başbakan’ın adres olarak Giresun’u gösterdiğini hatırlatan Üstün, “Ama tahmin edildiği gibi olmadı, Giresun halkı direndi” dedi. Suyun aktığı sürece zenginleştiğini söyleyen Üstün, “Eğer akarsuların akışını önlerseniz o su yaşamın devamını sağlayacak zenginlikteki suya dönüşmeyecektir” dedi. Üstün, “Dünyamızı, kültürümüzü, geçmişimizi onlara satmayacağız ve kesinlikle kazanacağız” dedi.
Fındıklı Derelerin Kardeşliği Platformu’ndan Mehmet Gürkan da yerel halk örgütlenmeden mücadelenin başarıyla sonuçlanmayacağını vurgulayarak, Fındıklı’da DSİ yetkililerinin bile artık platformdan izin almadan ölçüm yapmadıklarını örnek gösterdi. Fındıklı’da artık HES’lerin zararlarının değil, verilmesi gereken mücadelenin nasıl olması gerektiğini tartıştıklarını söyleyen Gürkan, “Halkın örgütlü gücüyle antikapitalist mücadeleyi o yörelerde örüyoruz” dedi.
Yeşilırmak Çevre Platformu Başkanı Fazlı Kuru, sistemin yaşam alanlarını pazarladığını ifade ederek “Taşova havzasında kurulmak istenen HES’lerin canlı türlerini yok edeceğini, toprağımızı tuzlandırarak çölleşmesine sebep olacağını öğrendiğimizde farkına vardık ki, bize o bölgeden göç edin diyorlar” dedi.
NÜKLEER BAĞIMLI HALE GETİRECEK
“Nükleere İnat, Yaşasın Hayat” oturumunda Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nden Arif Künar, Akkuyu’da kurulması düşünülen Nükleer Santral için Ruslarla imzalanan anlaşmanın ayrıntılarından bahsetti. Kurulması düşünülen nükleer santralin daha önce bir örneği olmadığını ifade eden Künar, “Enerjisinin yüzde 80’e yakınını Rusya’dan karşılayacak Türkiye tamamen Rusya’ya bağımlı hale gelecektir” dedi.
Sinop Çevre Platformundan Kayhan Kavukçu da Sinop’ta nükleer santral yapılmak istenen yerin yüzde 80’e yakınının koruma altında ve SİT alanı olduğunu söyledi. “Karşımızdakiler her alanı kullanıyor, yaşam alanlarımızı yok etmeye çalışıyor” diyen Kavukçu, yerellerdeki mücadelenin genele yayılmasının önemine dikkat çekti.
TMMOB Eski Başkanı Yavuz Önen’de “Bu mücadeleyi emek sermaye çatışması olarak algılamazsak onlar kazanırlar. Yaşam alanlarına saldırı sermayenin emek sömürüsüyle özdeştir” dedi. Kapitalizmin topyekün doğaya, tarihe ve insana olduğunu söyleyen Önen, “Bilimi ve teknolojiyi halkın hizmetine sunmalıyız” dedi.
Etkinliğin sonunda Türkiye’nin dört bir yanından gelen direnişçiler, mücadelelerini ve çözüm önerilerini tartıştılar.
(Ankara/EVRENSEL)
Ömer Şan*
ÖNCEKİ HABER

GÜNCEL

SONRAKİ HABER

CHP: Görüşme için Başbakan adım atsın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...