4 Temmuz 2010 00:00

NOT


“Bu terör de nerden hortladı yine?.. Artan terör olaylarının arkasında ne var?...” gibisinden embesilce soruların eşliğinde başlatılan ‘yoğunlaştırılmış lanetleme seansı’nın etkisi buraya kadar! Şimdi, doğal olarak, “bu iş nasıl çözülür?” sorusu öne çıkmakta. Sistemin ‘ortalama’ eğilimi, bu soruya, bugüne kadar ki askeri yöntemden farklı bir yanıt üretmekten uzak görünüyor hala. Israr edilen yöntemin başarısızlığını döne döne kanıtlayan gelişmelere rağmen ne yazık ki şimdilik durum bu.
Ama kanıtlanan ve dile getirilmesi bile çok ‘sempatik’ sayılmayacak bir ‘reel durum’ daha var ortada:
‘Çözüm’ tartışmalarını tetikleyerek hızlandırmak açısından da, savaş halen en etkili araç durumunda (ne yazık ki!). Neden böyle, sorusunun tek yanıtı var:
PKK’nin tek taraflı ateşkesleri, sorunun tartışılmasının değil de gündemden düşürülmesinin vesilesi yapıldı. Hep böyle oldu. Ve şimdi, PKK’nin silahlı eylemleri Kürt sorununu yeniden gündemin merkezine oturttu.
Bu ‘reel’ durumdan, “madem ki böyle, savaş sürdürülsün” sonucunu çıkarmıyoruz elbette. Ama şu anlaşılmış olsa gerektir; “PKK hemen silah bıraksın ya da kayıtsız koşulsuz tek taraflı ateşkes ilan etsin…” türünden önerilerin ‘çözüm’ tartışmalarını ivedileştirici bir katkısı olmuyor. Tek taraflı ateşkesler, bugüne kadar gördüğümüz “tek taraflı istismarların” konusu olmayacaksa bir anlamı olacaktır. Bölge illerinden yapılan ve örgütlü toplum kesimlerinin ortak taleplerini yansıtan açıklamalar da bu gerçeği gözetmektedir zaten. PKK’den talep edilen ateşkes, en azından devletin operasyonları durdurması ve siyasi çözüm yollarını acilen açması koşuluyla birlikte vurgulanmaktadır.
Artık ‘tekrar’dan bir yarar beklenmemektedir. “Terörle mücadele” limanlarında demirlemek, küfretmek, lanetlemek, istismar etmek, ve evet, muhatap almamak, başarısızlıktan başka bir sonuç vermedi, vermeyecek. Çözemiyorsanız başarısızsınız! ‘Terör’, ‘bölücülük’ hamasetiyle ajite edilip fişeklenen insanların gözünde de mevcut politikaların sonuç vermediği gerçeği bir şekilde pekişmiş oluyor. Kürdü suçlayanın, onu lince kalkışanın kafasında bile devletin başarısızlığının kabulü vardır aslında.
Yani, denenmiş bütün yollar başarısızlığa çıkmakta... Ama çıktığı tv programında kendisine yöneltilen “başarısızsınız” ithamına yanıt veren bir general emeklisinin, “biz başarısız değiliz, bakın 87 yıldır mücadele veriyoruz, yıkılmadık, ayaktayız…” sözlerindeki “başarı çıtası”ndan hareket edenlerin hayatı okumaları ise çok farklı tabii ki. Bu geleneksel devlet algısı aslında ve Kürt sorununu çözmenin devletin yıkılması anlamına geleceğini var sayıyor. Onun için de çözümden ölesiye kaçıyor ve böylece devleti ayakta tuttuğunu zannediyor. Ne diyelim; böyle bakınca çözümsüzlük hedefinde çok da başarısız oldukları söylenemez herhalde!
Evet, aklın ve sağduyunun rahatça görebildiği başarısızlık, “muhatapsız çözeriz” şeklindeki AKP’nin “açılım”cı reçetesi için de geçerli. Bu ‘reçete’ de iflas etmiş, dikiş tutturamamıştır. Şu son sürecin ortaya çıkardığı en hayırlı sonuç da bu olmuştur aslında. Bundan sonra çözüme ilişkin yapılacak her hamle, ‘kadük’ olanı, yani “muhatapsız açılım”ı da aşmış olmalıdır ki ciddiye alınabilsin.
Bütün bunlar, en kötümser görüntüsüne karşın, sürecin, ‘çözüm irtifası’nı bir adım daha ileri çıkardığını gösteriyor. Yani, çözüm, her şekilde, diyalektik olarak birikmeye, olgunlaşmaya devam etmektedir. Çözümsüzlük, çözümü öne çıkarmaya mahküm, mecburdur… Çözümsüzlüğe yeni boyutlar katma çabalarına rağmen çözüm birikecektir. İşte ortada;
“Öcalan hepten susturulsa, Kandil çok yönlü kuşatılsa…” şeklindeki egzersizler yapılırken bir yandan, “Öcalan ve PKK’yle bir şekilde diyaloğ kurulmalı” önerileri de dillendirilmeye başlanıyor.
Ama başta da dediğimiz gibi devlet cephesinden kısa vadede böylesi bir “diyaloğcu-içerden çözüm”ün emareleri gözükmüyor henüz. Profesyonel ordudan, savaşın modernizasyonundan bahsediliyor. Ve Kandil’i NATO’ya havale etme isteklerinden… İçerdeki başarısızlığın da itirafı olan bu eğilimin, çözümsüzlüğe uluslararası boyutlar katarak “iç çözüm”ün olanaklarını tüketmek dışında, büyük trajedilere de yol açacağını, ama hep bahsedilen o “87 yıllık başarı” hamasetini, tamamen “bir varmış bir yokmuş”lu bir züğürt masalına da çevirebileceğini hesap etmek çok mu zor acaba?
Kendisini savaşa kilitlemiş bir ‘savaş hükümeti’ için bu hesabı yapmak “zor” olabilir belki! Ya muhalefet? “Öcalan’ı asın, destek verelim” diyen MHP’yi geçelim. CHP’ye bakalım. Kılıçdaroğlu’yla birlikte “yenilenmiş”, “değişimci” CHP’ye… “Vatan topraklarında çömelinmez” diye racon kesen, böylece Kürt illerine ilk gezisini de Gediktepe siperlerine yapmış bulunan Kılıçdaroğlu’na bakıp, militarist başarısızlığa ortak olma isteğiyle nasıl da yanıp tutuştukları anlaşılıyor olsa gerek. Sınıra sıfır siperde dik durup durmadığını öğrenemedik ama Kılıçdaroğlu’nun bu çözüme sıfır katkıcı “müthiş” hamlesinin çağrıştırdığı bir sözü hatırlamamak elde mi:
Bu kafayla gidersen askere, zor alırsın teskere!
VEDAT İLBEYOĞLU

Evrensel'i Takip Et