04 Temmuz 2010 00:00

Oyuncaklı

Bundan yirmi otuz yıl önce anne babalar, çocuklarının kendilerinden çok daha fazla oyuncağı olduğunu düşünüyordu. Oyuncak endüstrisi alıp başını yeni yürümeye başlamıştı, satın alınacak oyuncak çeşidi çoktu. Şimdinin oyuncakları belki sayılarının çokluğuyla değil teknik özelliklerinin fazlalığıyla dikkat çekiyor. Oyuncakların bile bir evrimi, tarihi, hatta modası oluyor.

Paylaş

Bundan yirmi otuz yıl önce anne babalar, çocuklarının kendilerinden çok daha fazla oyuncağı olduğunu düşünüyordu. Oyuncak endüstrisi alıp başını yeni yürümeye başlamıştı, satın alınacak oyuncak çeşidi çoktu. Şimdinin oyuncakları belki sayılarının çokluğuyla değil teknik özelliklerinin fazlalığıyla dikkat çekiyor. Oyuncakların bile bir evrimi, tarihi, hatta modası oluyor.
Sinema gibi. Mesela çizgi filmler, yakın zamana kadar başka türlü konuları işler, daha yalın bir estetikle yapılırken, şimdi onlar da coştu.
Oyuncak Hikayesi 3, bu ikisinin de filmi biraz. Yani konusu itibariyle artık kullanılmayan, oynanmayan oyuncakların başına gelenlerle ilgileniyor. Kullandığı teknik ve görselliği de, yeni animasyonların daha başarılı olan kanadını temsil ediyor.
Türkçe seslendirmesini izlemedim ama merak ettim doğrusu, çünkü Beren Saat ile Kıvanç Tatlıtuğ layıklarını bulmuşlar, dünyanın en sıkıcı oyuncakları Barbie ile Ken’i seslendirmişler.
Epey uzun bir aradan sonra serinin yeni filmini çekmişler. Oyuncakların sahibi esas oğlan Andy, artık büyümüş, üniversiteye gidecek. Oyuncaklar, başlarına ne gelecek diye endişeliler. Çöpe gitmekle yuvaya bağışlanmak gibi seçenekler onları bekliyor, bir şekilde ikisi de başlarına geliyor zaten. Ama el birliğiyle olumsuz durumdan kurtulmayı beceriyorlar.
Bir dönem, masalları taklit eden çizgi filmler yükselişteydi, o zaman da işin başını Disney çekiyordu. Şimdi insanları taklit eden enteresan hikayeler modayken, Pixar ile Disney yine önde görünüyor. Pixar, başlangıçta bilgisayar meraklılarının tanıdığı, animasyon tekniğinde epey ilerlemiş yaratıcı bir firmaydı. Disney’le büyük işler yapmaya başladıklarından beri, işi büyüttüler.
Oyuncak Hikayesi serisinin dışında, Yukarı Bak, Ratatuy, Wall-E gibi örnekleri hatırlarsak, bu ekibin elinden çıkan işlerin en önce dikkat çeken yanı, görüntülerin ve renklerin zenginliği. Alışık olduğumuz animasyonlardan daha canlı renklere ve derinlikli görüntülere sahipler. İçerikte bununla uyumlu bir fark da, anlattığı hikayelerin sadece çocukları hedeflemiyor olması.
Bunun için geliştirdikleri yöntem, birtakım film türleriyle, animasyon filmi kahramanlarını, mesela oyuncakları, mesela hayvanları, yaramaz çocukları, robotları vs. birleştirmek. Oyuncak Hikayesi 3’e dönersek, neredeyse bir cezaevinden kaçış hikayesini oyuncakların macerasına uyarlamışlardı.
Bunları izlemek eğlenceli, kabul ediyorum. Ama bütün yaratıcılık aslında yine bildiğimiz hikayelerle sınırlandırılınca, bunu mesela bir Buz Devri’nden daha üstün kabul etmenin mantığını da anlamıyorum.
Çizgi filmlerde, “büyükler için yapılan” filmlere göre daha fazla dayanışma ve mücadele öyküleri anlatılıyor. Çocuklar için iyi bir şey tabii. Film yapanlar için bunun nedeni belki de hayal güçlerini iyice serbest bırakmaları! Hayvanı bile konuşturuyorsun düşünsenize, kendilerine zulmedene karşı birleşip onu yenebilirler de.
O yüzden mi bilmiyorum ama dengeyi sağlamak için galiba, Oyuncak Hikayesi’ndeki oyuncakların lideri, kovboy Woody oluyor. Amerikan kültürünün simgesi ve ABD’nin işgalinden sonra yapılan Kızılderili soykırımının yürütücüsü yani. Bu filmde olduğu gibi, arada “Woody kovboyların olması gerektiği gibi cesurdur” lafları, Amerikan kültürünü yayma projesinin tuzu biberi.
İki çift lafım da üç boyuta var. Bu film de üç boyutlu olarak gösteriliyor ve pekala olmasa da olurmuş, bundan önceki ve sonraki birçok üç boyutlu filmde olduğu gibi. Avatar’la zaten aramız pek iyi değildi, onun açtığı yoldan bu kadar çok filmin, sırf öyle bir piyasa oluştuğu için üç boyuta yönelmesi, daha da sinir bozucu. Çünkü üç boyut, iki kat para ödeyip, gözlükle boğuşup, başınızı ağrıtıp, daha karanlık bir film izlemenize neden oluyor ve sonuç; daha parlak bir görüntü değil, hemen hemen aynı. Üç boyut teknolojisinin gelişmesini önemsiyorum ama o gelişene kadar da iki boyut görünümlü üç boyut filmleriyle keriz yerine konmayı kabul edemiyorum.
Çabuk eskiyen, gazı kaçan, modası geçen filmleri de, oyuncaklar gibi atalım mı yani?
Çağdaş Günerbüyük
ÖNCEKİ HABER

HER YIL DÖRT TEMMUZ’DA...

SONRAKİ HABER

Bir golün kaza sonucu oluşumu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...