11 Temmuz 2010 00:00
Benim anadilim de, senin anadilin de bizimdir
Eğitim Sen bu hafta anadili ve eğitim konusundaki tartışmalara önemli katkı yapacak iki kitap yayımladı
Eğitim Sen bu hafta anadili ve eğitim konusundaki tartışmalara önemli katkı yapacak iki kitap yayımladı. Birincisi, haziran 2003de yapılan Anadilde Eğitim Sempozyumunda sunulan bildirileri ve tartışmaları içeriyor. İkincisi ise, mayıs 2009da yapılan Anadili Sempozyumunda sunulan çalışmaları kapsıyor. Bu yayınlar, öncelikle anadiline ilişkin devlet politikalarının ve özellikle eğitim politikalarının tartışılması açısından çok önemli bir katkı oluşturuyor. Anadili sorunu üzerinde ısrarla duran Eğitim Senin, bu sorunun aşılabilmesi için gerekli bilimsel birikimin oluşmasına da katkıda bulunması takdir edilmesi gereken bir yaklaşım.
Türkiyede anadili konusunda akıl üretmeye yararlı olabilecek az sayıdaki çalışmalardan biri, Kemal Yalçının, Emanet Çeyiz: Mübadele İnsanları adlı kitabı (Belge Yayınları, 1998). Bu çalışmada Kemal Yalçın, mübadillerin yaşadıklarını belgelerken, hem milliyetçiliğin ne denli anlamsız ve acımasız olduğunun anlaşılmasını sağlıyor, hem de resmi tarihi altüst eden gerçekleri okuyucuların dikkatine sunuyor.
Vraşnolu Refet Özkanın öyküsü Emanet Çeyizdeki öykülerden biri ve anadili tartışmaları açısından çok önemli ipuçları içeriyor. Refet Özkan, 1931 Honaz Hisar Mahallesi doğumlu. Mahallesinde yüksek öğrenim yapan tek kişi. Isparta Gönen Köy Enstitüsünü ve Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirmiş. Honazda ilkokul öğretmenliği; Sivas, İzmir ve İstanbulda ortaokul öğretmenliği yapmış.
Anadili ve anadilinde eğitim konusuna bir başka yazıda geri dönmek üzere şimdi sözü Refet Özkana bırakalım
Anadilim Rumca
Annem babam 1924 yılında, Lozan Anlaşması gereğince mübadil olarak Manastır vilayeti, Grebana kazası, Vraşno köyünden gelmişler. Honaza iskan edilmişler. Yedi yıl sonra ben doğmuşum.
Çocukluğum, gençliğim Honazda geçti.
Mübadele öncesi dönemi, yeniden iskan edilişlerini, Honazda çektiklerini babamdan, annemden, yakın akrabalarımdan uzun uzun dinledim. Muhacir bir ailenin çocuğu olarak, muhacirlik denen o zor yaşamı her yönüyle yaşadım. (s.255-6)
Mübadelede Vraşno ve Kastro köylerinden tam 65 hane Honaz Hisar Mahallesine iskan edilmiş.
Mahallemiz, Çayboğazı denilen yazın kuru, kışın sulu bir çayla, yerli halktan tamamen tecrit edilmiş durumdaydı. Bu tecrit edilmişlik, bizden önce Rumlar zamanında da varmış.
Türkçe bilmiyorduk. Anadilimiz Rumcaydı. Türkçe öğrenebilmemiz için yerli halkla kaynaşmamız, iç içe yaşamamız gerekirdi. Ama bizler sanki doğal bir sınırla, Kuruçay denilen derin bir dereyle Honazın yaşamından koparılmıştık. Çocukların ilkokula kadar Türkçe öğrenme, konuşma olanağı hiç yoktu. (s.256)
Türkçe konuş!
Türkçe konuş! sözü geçince yaşamım boyunca hiç unutamadığım bir olayı yeniden yaşarım
İlkokula başladığımın ilk günüydü. Öğretmen bana bir soru sordu. Ne sorduğunu anlayamadım. Rumca olarak: An gataleveno! (anlamıyorum) yanıtını verdim.
Küplere bindi. Üstüme yürüdü: Tuuu senin yüzüne! Ne biçim Türksün sen? Türkçe bile bilmiyorsun! deyip alnıma tükürdü. Hâlâ şu an bile, alnımda serinliğini duyar gibi oluyorum... O kadar dokunmuştu bana
Sonra Türkçeyi öğrendim Türkçe öğretmeni oldum Aradan yıllar geçti. O öğretmenimle karşılaştım. Kendisine, bana yaptığı eğitsel hatayı hatırlattığım zaman da: Eğer o zaman senin yüzüne tükürmeseydim, sen Türkçe öğrenemez, Türkçe öğretmeni de olamazdın. İyi ki yüzüne tükürmüşüm de, seni teşvik edip, Türkçe öğretmeni olmanı sağlamışım! deme gafletine düştü.
Günlük yaşamın her alanında, tarlada, bahçede her fırsatta yerliler tarafından, gavur çocuğu, gavur dölleri! gibi küfürlerle aşağılanırdık. (s.256-7)
Muhacir çocukları neden başarısız?
Okul yaşamında muhacir çocukları çok başarısızdı. Türkçe bilmemek bu başarısızlığın en önemli bir nedeniydi. Uygun yöntemlerle Türkçe öğretmek kimsenin aklına gelmiyordu. Çocuklar bile dışlarlardı bizi! Eğer anadilimizde, Rumca eğitim görme olanağımız olsaydı, hem uyumumuz, hem de başarımız çok daha iyi, çok daha sancısız olurdu.
Ben 400 kadar insanın oturduğu Hisar Mahallesinde okuyan ilk ve tek çocuktum. Benden sonra kız kardeşim de okudu.
Ben ve kız kardeşim şanslıydık. Çünkü annemiz Vraşnoda okula gitmiş, Latince harfleri okuyup yazabilen tek kadındı.
Latin alfabesinin kabulünden sonra, Rumlardan kalan kilisede açılan Millet Mektebinde yetişkinlere yeni harfleri öğretti, öğretmenlik yaptı. İlkokulda bana çok yardım etti.
İkinci büyük şansım, Köy Enstitülerinin açılmış olmasıydı Sığır güdüyordum. Çağırdılar. İlkokula gittim. Bizim başöğretmen, beni tanımadığım iki kişiye gösterdi. Yalınayaktım. Tanımadığım o kişilerden biri bana sorular sordu, kitaptan bir bölüm okuttu. İki satır yazı yazdırdı Sonradan öğrendim ki, biri Gönen Köy Enstitüsünün müdürü, diğeri de öğretmeniymiş. Köyleri dolaşıp enstitüye öğrenci topluyorlarmış. Beni de seçmişler. (s.257)
Uyum özgürlükten gelir
Göçmen bir insan, kendi kişiliğini, kimliğini oluşturan geçmişinden bir türlü kopmak istemiyor. Gelip yerleştikleri yerdeki halkın tutumu, bakışı, tavrı, da bunda önemli bir belirleyici oluyor Göçmen bir insan, kendi kültürel değerlerinin, ruhsal biçimlenmesinin, yaşam tarzının hoşgörüyle kabul edilmesini, özgür bir uyumun olmasını bekliyor. Devletin uyguladığı kültür politikası da eğer baskıcı, tek taraflı ise sorunun çözümünü zorlaştırıyor. Aşağılayıcı, zorlayıcı, ayrımcı tutum ve politikalar; yanlış, gelişi güzel bir iskanla tecrit edilmiş durumda kalan göçmen kitlesinin kendi içine kapanmasına yol açıyor. Kendi kökenine daha sıkı sarılması sonucunu doğuruyor.
Türkiyede yalnız Yunanistandan gelen göçmenler değil, Kafkaslardan gelmiş Çerkezlerde, Abazalarda; hatta içgöçe, mecburi iskana tabi tutulmuş Kürtlerde de benzer sorunlar, uyum güçlükleri sürüp gidiyor.
Aslında Türkiyenin çok renkli mozaiğini meydana getiren özelliklerini silmek yerine, mozaiğin her parçasının kültürel değerlerini daha belirgin hale getirerek, özgün gelişmesinin olanaklarını yaratarak daha uyumlu, daha toleranslı bir kompozisyon yaratılabilirdi. Yetmiş yılı aşkın bir zaman geçti; ama hâlâ herkes kendi bildiği türküyü söylüyor. Ortak bir çizgide buluşma olanağı bulunamadı.
Artık dünyada ve ülkemizde, bundan sonraki göçlerin daha sağlıklı olması için ne yapılabilir? sorusunun yanıtını aramak yerine, göçleri gerektiren nedenleri ortadan kaldırmak zorundayız.
Not: Refet Özkanın öyküsü, kimi satırların birleştirilmesi ve ara başlıklar dışında değiştirilmeden verilmiştir. Öyküsünü aktaran Refet Özkana, mübadillerin ve bu toprakların ezilenlerinin öykülerini anlatan ve anlatmayı sürdüren Kemal Yalçına, Marenostrum dizisi ile halklara ve kültürlerine gönüllerde hak ettikleri yeri açan Belge Yayınlarının eski ve yeni emekçilerine teşekkürler
Serdar M. Değirmencioğlu