11 Temmuz 2010 00:00

NOT


Ergenekon ve Balyoz operasyonları sonrası sık sık “Vesayet çöktü” demişlerdi.
Şimdi “Vesayet çatırdıyor” diye manşet atmış AKP’ci liberal gazete.
Sebep? Anayasa Mahkemesi’nin, iktidar blokları arasındaki gerilim ve güç dengesini gözeten ‘redaksiyon’lu kararı…
Daha önce kaç kez “çöktü” dedikleri ‘askeri vesayet’ şimdi yeniden “çatırdıyor”muş!
Hadi görmezden gelelim bu tutarsızlığı…
Peki “savaş var savaş” diye adeta bağıran memleket tablosu görmezden gelinecek gibi midir?
Bir yandan savaş sürecek… Başbakan ve ana muhalefet lideri, en büyük Paşa’nın gölgesinde, siperlere koşturup “kutlu-savaş pozları” verecek… (Kılıçdaroğlu, “o siperlerde huzurlu ve mutlu Türkiye’nin teminatını gördük” demiş, mutlulukla!)
Paşa televizyona çıkıp “30 bin terörist öldürdük” diye övünecek, sanki bugüne dek “teslim olsunlar” dışında tek söz etmiş de, “artık söz bitti” diye içteki başarısızlığın kefaretini sınır ötesine kaydırmanın, iç savaşı bir büyük bölge savaşına dönüştürmenin sinyallerini çakacak…
Yine, Paşa’nın övündüğü 92-93 ‘özel konsepti’ndeki gibi, cenazeler bile işkenceye çekilecek, ailelerine verilmeyecek, halkta infial yaratılacak… Bu yüzden tam da “vesayet çatırdıyor” manşetinin atıldığı gün Hakkari, Yüksekova, Şemdinli, Ergani, Derik’te kepenkler kapatılacak, sokak çatışmaları yaşanacak…
Ertuğrul Özkök, “Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?” sorusuyla malum ‘derin’ duyguları kaşıyacak, kışkırtacak… vs..vs..
Velhasıl savaş rüzgarı memleketi sarıp sarmalayacak, ama “vesayet çatırdıyor” olacak!
Savaş süredursun, memleketin en can yakıcı sorunu savaşa yatırılarak askerlere teslim edilsin ve bu durumun ‘vesayet’le hiç ilgisi olmasın; ama ‘imtiyazları korumak’ ile ‘imtiyaz kazanmak’ arasındaki Anayasa dalaşı vesayeti çatırdatsın!
Ah şu Kürtler de bir anlasa bunu; Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısının değiştirilmesinin kendileri için nasıl da en acil ihtiyaç olduğunu…
Anadilde eğitim mi? Seçim barajının kaldırılması mı? TMK kelepçesi mi? Anayasal vatandaşlık mı? Devletin tekçi ruhunun 80 yıllık cenderesi mi?...
Aman efendim, bütün bunların askeri vesayetle ne ilgisi olabilir ki!
Oysa gerçek şu ki; bugün yüzü Kürt sorununun barışçı çözümüne dönük olmayan hiçbir gelişme ‘vesayet’ denileni ortadan kaldırmaz, onunla uzlaşır ancak.
Evet, geçelim bu “paketle vesayet çöküyor” hikayelerini, hayata dönelim, savaşı ve de çözümü konuşalım…
…
Savaşla, ne Kürt sorununun halledilebileceği, ne de PKK’nin kayda değer bir yenilgiye uğratılabileceği bir kez daha ortada işte. Bununla bağlantılı olarak, “Devlet PKK’yi bitirecek ve sonra Kürt sorununu temelli çözecek...” şeklindeki sözde ‘reformist’ tezler de iflas etti artık… Bu boş beklenti, bazı solcularca da paylaşılan, “PKK’nin mücadelesi, Kürt sorununun çözümünü zorlaştırıyor...” şeklindeki liberal yaklaşımla da örtüşmekteydi.
Oysa, Kürt mücadelesinin sorunun çözümünü zorlaştırdığını söylemek, gerçeği tersinden okumaktır. Açıktır ki; direniş olmasaydı, bırakın Kürt sorununun çözümü, sorunun varlığı bile tartışılır olmayacaktı.
Peki, direnişi dümdüz ederek bitirmiş bir askeri akıl, gerçekten sivil, kalıcı çözüm öngören adımlar atmaya ihtiyaç duyar mıydı? Geçmişe bakalım, Kürt isyan ve direnişleri ve kazanılmış onca askeri zaferden sonra kalıcı çözüm için tek bir adım atıldı mı? Gelinen yer ortada işte... En ufak bir demokratik esnemeden yoksun bir devlet geleneğinin, “böyle götüremeyiz, meseleyi başka türlü çözmek lazım” gibisinden bir sağduyulu noktaya gelmesi zor. Zordur ama ilelebet imkansız da değil elbette. İmkansız olan ise, devletin böylesi bir çözüm yeteneğini özellikle bir askeri zafer sonrasında edinebileceğidir. Yani, “önce askeri zafer, sonra çözüm”, boş bir hayaldir.
Bunu şunun için söylüyoruz: Bugün gelinen noktada, Kürt sorununun gerçekten bir çözüme ulaştırılmasından yana olan herkesin, bir realite durumundaki Kürt direnişini devletten farklı algılaması gerekiyor. Koşullara göre biçimi elbette tartışılabilir ama Kürt direnişi, çözümün engeli değil, tamamlayıcısıdır. Evet, bazılarınca çözümün ‘önkoşul’u olarak “kayıtsız şartsız silahları bırakması” istenen PKK, askeri yöntemlerle her iki tarafın da sonuç alamayacağını yıllardır kabul ediyor zaten. Ama, anlaşılan o ki, silahlı mücadelenin bırakılmasıyla meselenin çözümü yolunda bir şeylerin gerçekten değişebileceğine ilişkin de ikna olma ihtiyacı duyuyor. Kuru kurusuna ikna olunamıyor yani. Objektif olmak gerekiyor; PKK’nin silahtan vazgeçmesi şeklinde tarif edilen ‘önkoşul’, devletin de “askerle bu işi çözemeyiz” noktasını gerçekten kabul ettiğine dair bir yönelim içerisine girmesiyle anlam kazanabilir ancak.
Liberaller veya reformdan, barıştan, siyasal çözümden bahseden her kimse, çözüme ilişkin hareket noktasını buradan kurmuyorsa, yani devletten askeri çözüm dışında bir yaklaşım talep etmiyorsa, ortada en azından bir samimiyet sorunu var demektir.
Ve bu samimiyetsizlik sürdükçe, “askeri vesayet”e karşı söylenen o büyük büyük lafların akp’ci pazarlamacılık dışında pek bir işlevinin olmayacağı da açık değil mi?
VEDAT İLBEYOĞLU

Evrensel'i Takip Et