18 Temmuz 2010 00:00

İşgalin ortasında özgürlük mücadelesi

Amerika’nın Irak işgalinin ardından yaşananlar televizyonlara yansıdığında donup kaldığımız zamanların üstünden çok vakit geçti, haber bültenleri yaşanan çatışmaları ve saldırılarda ölen sivilleri, Irak’ta günlük hayatın şiddetini vaka-i adiyeden sayıyor olsa gerek, kimsenin Irak’ta olan bitenleri haberleştirdiği yok.

Paylaş

Amerika’nın Irak işgalinin ardından yaşananlar televizyonlara yansıdığında donup kaldığımız zamanların üstünden çok vakit geçti, haber bültenleri yaşanan çatışmaları ve saldırılarda ölen sivilleri, Irak’ta günlük hayatın şiddetini vaka-i adiyeden sayıyor olsa gerek, kimsenin Irak’ta olan bitenleri haberleştirdiği yok.
Dünyanın her köşesinde yaşanan çatışmalı süreçten ve savaştan en çok etkilenen kadınlar oluyor. Bunun nasıl olduğuna dair örnekleri anlatmakta zorlanmıyor Iraklı kadınlar. Diktatörlük döneminin kalıntılarının üzerine Amerika’nın insanlık dışı saldırısının ve devam ettirdiği savaş sürecinin kadınların yaşamını nasıl etkilediğini anlatan Iraklı kadınlar bugün sayfamızın konukları. Dünya Kadın Yürüyüşü ve Avrupa Sosyal Forumu’na katılmak üzere Türkiye’ye gelen Iraklı kadınlarla savaşın öncesini ve sonrasını konuştuk.
YALNIZ KADINLAR ÜLKESİ
Fatima Fadhil Jasim “Yükselen Iraklı Kadınlar Grubu”nun Sözcüsü. 1970’li yıllarda üniversite eğitimi aldığı için kendini şanslı sayıyor. Bir devlet kurumunda mühendis olarak çalışıp hem kendi hayatını hem de çocuklarının hayatını güvence altına alma mücadelesi verirken savaş patlak vermiş. Ancak o, Iraklı kadınların yaşam mücadelesinin savaş başlamadan çok önce başladığını, çünkü diktatörlük rejimi altında da Iraklı kadınların hiçbir değerinin olmadığını söylüyor. “Bizim ezilmişliğimiz savaşla birlikte evet arttı, ama kökenleri diktatörlük dönemine kadar giden bir ezilmişlik var hayatımızda. Irak’ta yıllarca hüküm süren diktatörlüğe bağlı olarak yaşanan ölümler, işlenen cinayetler nedeniyle onbinlerce kadın çocukları için hem anne, hem baba, hem öğretmen, hem koruyan kollayan olmak zorunda kaldı” diyor Jasim.
Irak bir yalnız kadınlar ülkesi ona göre. Çocukların, evin, ailenin sorumluluğunu tek başına üstlenen pek çok kadın var Irak’ta. O da bu kadınlardan biri: “Yaşça benden daha genç olan kadınlar benim sahip olduğum haklara sahip olamadılar, tam olarak erkek egemen bir toplumun içine doğdu onlar. Korkunç eğitim masrafları ve okula göndermek için erkek çocukların tercih edilmesi nedeniyle eğitim hakkı genç kızların ellerinden alındı. Kızların bir gelecek rüyası kalmadı, evde oturmak, ev işleriyle ilgilenmek onların prangası haline geldi.”
41. MADDE BELASI
Rakamlar Jasim’in anlattıklarını doğruluyor. Freedom House’ın 31 Aralık 2003 tarihli Irak raporuna göre ‘80’li yıllarda Iraklı kadınların okuma yazma oranı yüzde 75’in üzerindeydi. Bu oran şimdi BM ambargosu, ardından işgal, yağma derken yüzde 20’lere gerilemiş. İşgalden önce kadınlar erkeklerle eşit eğitim ve iş fırsatına, boşanmaların mahkemede olması güvencesine, eş izni olmadan ikinci eşin yasaklanması hakkına kağıt üstünde de olsa sahipti. Şimdi ise kadınların başına bela olan 41. maddenin ortadan kaldırılması için mücadele ediyorlar.
Fatima Fadhil Jasim şöyle anlatıyor: “Anayasa sürecinde kadınların önünde ciddi bir engel oluşturacak 41. maddeye karşı çalışmalar yürüttük. Bu yasa, kadınların aile ve toplum içindeki statülerine ilişkin düzenlemeler getiren geri bir maddeydi. Biz evlilik, boşanma ve miras işlerini düzenleyen Kişisel Durum Yasası da dahil olmak üzere kadına yasa altında eşit haklar verilmesi için mücadele ediyoruz. Ceza Yasası, örneğin cinayetten hüküm giymiş bir suçlu ‘namus amaçlı’ öldürdüğüne dair temyize başvurursa, cezaevinde sadece 6 ay yatmasına olanak sağlıyor. Yasa aynı zamanda bir kocaya karısına karşı şiddet kullanma hakkı tanıyor. Bu hak ‘bir kocanın karısını disipline etmesi, çocukların aileleri ve öğretmenleri tarafından İslami Hukuk (Şeriat), yasalar ve geleneklerle belirlenmiş bazı sınırlar içerisinde disiplin edilmesi’ durumlarında geçerli. Bunu asla kabul etmeyeceğiz.”

‘KANGRENLEŞEN BiR HASTALIĞIN PENÇESiNE ATILDIK’
Afyan Raheem, Iraklı genç bir kadın. 1997’de Erbil’de kurulan ve toplumsal dayanışmayı güçlendirmek, ihtiyaç gruplarına temel maddeleri sağlamak ve esas olarak da insan hakları mücadelesinde Irak halkını bilinçlendirmek için kurulan Toplumsal Değişim İçin Temmuz Organizasyonu’nun başkanı.
35 yıldır yaşanan ekonomik ve sosyal ambargo ile diktatörlük koşulları, bugünün insanlık dışı durumu üzerinde oldukça etkili ona göre: “Bugün hâlâ hastalıktan kırılan bir toplumla karşı karşıyayız. Savaş süreci bunu daha çok tetikledi. İlaç bulamıyoruz, sağlık sistemi çökmüş durumda. Ama bunun dışında ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan da gittikçe kangrenleşen bir hastalığın pençesine atılmış durumdayız. Irak, sınıfsal ayrımlar çok derin olmasına rağmen zengin kaynakları olan bir ülkeydi, şimdi yoksulluğun içerisinde debeleniyoruz. Halkın yüzde 20’si açlık sınırının altında yaşıyor, en temel ihtiyaçlarını bile gideremiyor. Açlık sınırının altında yaşayan bu insanların çok büyük bir kısmı kadınlar ve onların çocukları…”
Bu durumun kadın örgütlerinin mücadelesinin ne yönde olması gerektiğine işaret ettiğini söylüyor Afyan Raheem: “Bugün kadınların en temel hakları için bile mücadele etmek zorunda kalmalarının altında diktatörlük rejimi içinde bizlere yaşatılan acılar var. Yıllardır buna karşı mücadele yürütüyoruz. Bu hak yoksunluğu bir talep edememe durumunu da yarattı tabi, en temel taleplerimizin bile kıyımla bastırıldığı süreçlerden bugüne çok bir şey değişmedi. Ancak tabi savaşın getirdiği sorunlarla birlikte hayatımızda çok şey değiştiği için daha üst taleplerde bulunmak yerine çok insani taleplerle yola çıkmak durumda kalıyoruz. Binlerce dul kadının, evsiz-işsiz- çocuklarıyla tek başına hayatını devam ettirmek zorunda kalan, hapishanelerde çürüyen, tacize ve tecavüze uğrayan savaş mağduru kadınların talepleri bunlar.”

İLERLEME VE DEĞİŞİM DEĞİL, YIKIM VE ÖLÜM GELDİ
ABD hükümetinin ‘ilerleme’ ve ‘değişim’ dediği şeyin Iraklı kadınlar için yıkım ve ölüm anlamına geldiğini söyleyen Mansoor, şimdi bu yıkımın altından kalkmaya çalıştıklarını anlatıyor: “Özgürlük, demokrasi, eşitlik… Bunlar bize Amerikan hükümetinin vaat ettiği şeylerdi, vaat edilenin gerçekte neye dönüştüğünü gördük. Hayatımıza bir bakın, elimizde ne var? Kadınlar parlamentoda söz sahibi değil, günlük yaşamlarını düzene sokabilmek için hâlâ inanılmaz çaba harcamak zorundalar. Eğer hayatımızda bir ilerleme görseydik o zaman okuma yazma bilmeyen çocukların sayısı savaşın yaşandığı günlerden bugüne artmazdı, evsiz kalan insanların sayısındaki dramatik artış önümüzde, uyuşturucu kullanmayan genç neredeyse kalmadı, kadınların çok büyük bir kısmı dul, kendi başlarına hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar çocuklarıyla.”

SAVAŞ EŞiTLiK MÜCADELESiNE DE SEKTE VURDU
Naqia Wskander Mansoor Irak halkını oluşturan farklı etnik gruplardan Keldo-Aşuri halkından bir kadın. Yalnızca kendisinin değil, ailesindeki her kadının yıllardır kadın mücadelesi içerisinde yer aldığını söylüyor; ablası, annesi, teyzesi ve şimdi onların kızları dahil… Iraklı Kadınlar Ağı’nın temsilcisi olarak Türkiye’ye gelen Mansoor, “Biz farklı etnik köken ve dini inanıştan gelen kadınların birliğini kurmaya çalışan, ortak sorunlarımıza ortak çözümler arayan bir kadın örgütüyüz” diyor.
O da Iraklı kadınların mücadelesinin diktatörlük döneminde başladığını ve canlarının çok yandığını söylüyor: “Benim diktatörlüğün ne olduğunu anladığım ilk deneyimim 1983’te ülkenin bütününe yayılan tutuklamalar ve gözaltılar sürecinde oldu. Cezaevine girdim kızkardeşimle birlikte. Suçumuz Iraklı Kadınlar Ağı’na üye olmaktı. Çok ciddi işkencelerden geçtik. Cezaevinden çıktıktan sonra hayatımı düzene koymaya çalıştım, iş buldum, hayatımı devam ettirmek için çalışmam gerekiyordu. Sonra da savaşla karşı karşıya kaldık.”
Mansoor, ABD işgalinin başladığı 2003’ten sonra Iraklı kadınlar olarak bir araya gelmeleri gerektiğini daha da iyi anladıklarını söylüyor ve devam ediyor: “Yaşanan savaşın sonuçları hepimiz için çok acı oldu, şimdi de haklarımız için mücadele ederken savaşın bizden götürdüklerinin ceremesini çekiyoruz. Iraklı kadınlar yaşam mücadelesi veriyor. Evsizlik, işsizlik, yaşam pahalılığı, çocuk işçiliği, toplumsal hayatta yaşanan şiddet... bunların hepsi en temel sorun alanları olarak karşımızda duruyor. Irak kadın hareketi olarak bu konular açısından geliştirici adımlar attığımızı pek söyleyemeyiz.”

Evlenmeyenin, evlenip de boşanmak isteyenin vay haline!
“Erkeksiz kadınlar”. 19. yy Avrupası’nda evlenmeyen kadınlara böyle söyleniyordu. O dönemde evlenmeyen kadınların sayısı nispeten yüksek olmasına rağmen, hiç evlenmemek de bir kadın için bir istisnaydı. Bu nedenle, evlenmemiş kadının hukukun gözünde hiçbir önemi yoktu. Reşit olmayan kızlar babalarına bağımlıydılar. Bekar yetişkin kadınlar, yasal yeterliliğe sahip olmalarına rağmen az sayıdaki kadın entelektüel ya da sanatçının dışında sosyal bakımdan marjinaldiler. Birleşik Devletler’de bazı bekar kadınlar belli bir nüfuz kazanmalarına olanak sağlayan örgütlerde toplanmalarına rağmen, evli olmayan kadınlar için yaşam genellikle oldukça kasvetliydi. Bazı yerlerde evlenmeyen kadınlar, en azından ilke olarak, ömürleri boyunca bir vasinin kısıtlaması altında kalmaktaydılar. Yüzyılın son çeyreğine kadar İskandinavya’nın bir kısmında, Almanya ve İsviçre’de durum böyleydi. Bir evlilik boşanma ya da ölüm sonucu sona erince, kadın yasal özgürlüğünü tekrar kazanırdı. Katolik ülkelerde uzun bir süre boşanma yoktu. Bazı hükümetlerin çok doğumu savunan politikalarıyla çatışsa da, sadakat da dahil evliliğin birçok yükümlülüğünü olduğu gibi bırakan yasal ayrılma vardı. 1816’dan 1884’e kadar Fransa’da, İspanya’da, Portekiz’de, İtalya’da, Orta ve Güney Amerika’da boşanmaya izin verilmedi. Başka yerlerde boşanma yasaldı. 1791 tarihli Fransız Anayasası evliliği laikleştirmiş ve kadınları Hıristiyan geleneğin ağırlığından yasal olarak kurtarmıştı. Kızlar ve oğlanlar yirmi bir yaşında yetişkin kabul edilmiş ve ebeveynlerinin mülkünde eşit paya sahip olmuşlardı. Kadınlar sözleşme yapma ve bozma hakkını kazandılar. 1792 tarihli Boşanma Yasası, özellikle karşılıklı rızayla boşanma konusunda karı-koca arasında mutlak eşitliği kabul etmesiyle dikkate değerdir. Fakat çok geçmeden boşanma aileye bir tehdit sayıldı ve pratikte o kadar çok kısıtlandı ki 1975’e kadar fiilen kayıplara karıştı. Yasa, karşılıklı rıza dışında iki boşanma gerekçesi kabul etmekteydi: Karakter ya da ruh hali uyuşmazlığı ve özel durumlar ya da delilik, ciddi bir suç kanaati, saldırı, zalimlik, ahlak bozukluğu, iki yıldan uzun bir süre terk etme ve göç gibi kusurlar. Zinadan söz edilmemesine rağmen, “ahlak bozukluğu” ve “zalimlik” zinayı kapsamakta ve öncelikle kadınların aleyhine kullanılmaktaydı. Medeni Kanun karşılıklı rızayla boşanmayı neredeyse ortadan kaldırmaktaydı. İtalya’da 1796’dan 1815’e kadar boşanmaya izin verildi. Fransa’da 8 Mayıs 1816’da dinsel nedenlerle yasadışı hale getirildi. Uzun bir mücadeleden sonra 27 Temmuz 1884 tarihli Naquet Yasası’yla yeniden yasallaştı. İngiltere’de 1857’ye kadar boşanmaya izin verilmedi, bununla birlikte dinsel olarak onaylanan ayrılma vardı ve zenginler, parlamentonun özel kararıyla boşanmanın bedelini ödeyebiliyorlardı.
(Kadınların Tarihi, Cilt 4, s.107,
Türkiye İş Bankası Yayınları)
Sevda Karaca
ÖNCEKİ HABER

KISMi DEGiL TAM iPTAL

SONRAKİ HABER

Hayal et

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...