23 Temmuz 2010 00:00

DURUM


Başta AKP Hükümeti olmak üzere, ülkeyi yöneten egemen sınıf kesimleri, yaşanan sorunun adını Kürt Sorunu olarak koymama konusunda büyük bir direnç gösteriyorlar. Kürt halkının talep ve özlemlerine sırt çevriliyor, silaha ve baskıya dayanan “önlemler” sorunun “çözümü” için daha fazla devreye sokuluyor.
Oysa yaşanan sorunun bir terör sorunu olmadığını, hemen her gün basında televizyonlarda yer alan haberler sürekli olarak kanıtlıyorlar. Üstelik bunların çok önemli bir kesimi olup bitenin adını “terör” olarak koymasına rağmen. Örneğin geçtiğimiz günlerde Milliyet Gazetesi’nde yer alan bir habere göz atalım.
Haberin başlığı şu; Terör ateşi yine yaktı yedi şehit. Başlık altında şu bilgiler yer alıyor, “Hakkâri’nin Çukurca ilçesinde askeri birliğe sızmaya çalışan teröristlerle çatışma çıktı. Açılan ilk ateşte 6 asker şehit oldu. Van Gürpınar’da da teröristler 1 askeri şehit etti ve doğudan batıya yine ocaklara ateşler düştü, yürekler yandı.” Bu tür haberler ne ilk, ne de sonuncusu. Basılan karakollar, birlikler, saatlerce süren çatışmalar, ölen Türk ve Kürt gençleri vb.
Dünyanın hiç bir ülkesinde bu tür olaylar ve çatışmalar terör olarak adlandırılmıyor. Genelkurmay daha önce bu tür olayları, çok yüksek sesle olmasa da “düşük yoğunluklu savaş” olarak adlandırmıştı. Genel olarak askeri literatürde ise bu tür olaylar “gerilla savaşı” olarak tanımlanıyor. Ama olaylar bu türde değil de, başka biçimde gerçekleşseydi o zaman terör olayı olarak tanımlanabilirdi. Örneğin bir belediye otobüsüne molotof atılması, çöp bidonuna bomba konulması, bir alışveriş merkezinde bomba patlatılması vb. O zaman bu tür olaylar açıkça terör saldırısı olarak tanımlanır, kim hangi gerekçeyle yaparsa yapsın kınanır ve mahkum edilirdi. Zaten bu da yapılıyor.
Ancak hem devlet yöneticileri ve hükümet yetkilileri, hem de büyük sermaye basınının kalemşörleri sorunu bir bütün olarak terör sorunu olarak görmeye ve göstermeye devam ediyorlar. Ama artık üzeri ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın, çok iyi biliniyor ki ülkede bir Kürt Sorunu var ve bütün bu olay ve eylemler bu sorunun üzerinden gerçekleşmekte, gerekçesini oradan almaktadırlar.
Kuşkusuz ülkeyi yönetenlerin bu tutumu bilmemekten, anlamamaktan kaynaklanmamaktadır. Devletin bugünkü statükosunu muhafaza etmek, “ülkenin ve ulusun birliğini korumak” adına Kürt halkının talep ve özlemlerinin karşılanması reddedilmekte, demokrasi ve eşitlik içerisinde birlikte yaşamdan ölesiye korkulmaktadır. Egemen sınıflar tam da burada devletin yıkılmasını, ülkenin bölünmesini görmektedirler. Gericiliğin literatüründe zorla baskı altında tutarak yaşamanın adı “birliğin korunması” olarak tanımlanmaktadır.
Artık açıkça görülmektedir ki, “Türk milliyetçiliği” kılığına bürünmüş burjuva milliyetçiliği, çıkmaz sokak ve çözümsüzlüğün sürdürülmesi, halkların düşmanca karşı karşıya getirilmesi anlamına gelmektedir. Ama bugün toplumun daha geniş kesimleri bu gerici gidişin tehlikelerini görmekte, kitleleri harekete geçirmeye çalışmaktadırlar. Gazetemizde son günlerde yer alan açıklamalar ve yapılan girişimler bu çabaların sonuçlarını yansıtmaktadır. Aydınlar, sendikacılar ve sivil toplum örgütleri, tüm halka seslenerek bu gerici gidişin önünü kesmeye çalışmaktadırlar.
Şundan kimsenin kuşkusu olmasın ki, eğer sorun Kürt Sorunu değil de, gerçekten bir terör sorunu olsaydı, bu kesimler böylesi bir faaliyetin içinde olmaz, tepkilerini daha farklı biçimlerde gösterirlerdi. Ama çok iyi bilinmektedir ki, sorunun temelinde bir halkın en doğal haklarının elinden alınması vardır ve bu durum değiştirilmeden en küçük bir “çözüm” umudu bile bulunmamaktadır. Bu nedenle ülkeyi yönetenlerin “terör” sakızını çiğnemelerine karşı mücadele etmek, Kürt halkının en doğal taleplerinin gerçekleşmesi için harekete geçmek, bütün ülkede tüm halk için demokrasi talep etmek, bu ülkede yaşayan her vicdanlı vatandaşın boynunun borcu haline gelmiştir.
Ahmet Yaşaroğlu

Evrensel'i Takip Et