24 Temmuz 2010 01:00

Başbakan Erdoğan’ın yasama yılının son toplantısında 12 Eylül idamları üzerine konuşurken ağlaması sert tartışmaları da beraberinde getirdi. Samimiydi, rol mü yapıyordu tartışmasının ötesinde bir boyuta dikkat çekmek isterim.
Toplumun bazı kesimlerinin payına sadece ağlamak düşer. Bazıları sanki kendilerine ağlatma hakkı tanındığına inanmıştır. Başbakan iki rolü birlikte üstlenenler kategorisindedir.
Zulmü var eden, devam ettiren de tam bu kategoridir. Hayat sadece zulmedenler ve zulme uğrayanlar biçiminde keskin çizgilerle ayrıştırılabilseydi, her şey çok daha net görülür, herkes saf tuttuğu yere göre muamele görürdü. Bir ara grubun varlığı, bir yandan direnişi kırarken, diğer yandan zulmün kendisini daha yumuşak yüzü ile yenileme vesilesi olur.
Hayatın bir yerinde zulme uğrayanlardan yana göz yaşı döküp, öbür yanda yeni mazlumlar üreten uygulamalara imza atmak psikolojik dengesizlikleri de beraberinde getirir. Bu kişilik bozukluğu, dengeyi zalimlerle mazlumlar arsında kurma eğilimine dönüşür. Oysa denge sadece adalet ekseninde aranmalı, zalimle mazlum arasında adalet ile tavır belirlenmelidir.
27 Mayıs sonrası idamlara ağlayanlar arasında 12 Mart sonrası idamlara alkış tutanlar da vardı. Aynı şekilde 12 Eylül’de her iki gençlik hareketinden idam edilenler için üzülenler, “Ama onlar teröre alet olarak bu cezayı hak etmişlerdi” diyebilmektedir. Bu gün resmi olarak idam cezası kaldırılmış ve bu bir devlet politikası olarak kamuoyuna kabul ettirilmiştir.
İran’da, Çin’de Amerika Birleşik Devletlerinde idam cezası uygulanmaya devam ediyor. Türkiye bu ülkelerle ilişkilerinde bu konuyu bir sorun olarak görme eğilimi bile taşımıyor. Oysa idamın bir ceza biçimi olamayacağını birazcık içselleştirmiş bir siyasal akıl söz konusu olsaydı bu konu önemli bir dış politika kriteri olarak görülebilirdi.
Aynı şekilde ülke içindeki yargısız infaz vakaları, gözaltında ölüm vakaları idam cezasından çok daha insanlık dışı uygulamalar olarak gündeme taşınabilirdi. Ancak ne yazık ki muhalif çevrelere reva görülen kimi muameleler, ne hükümetin ne de merkez partilerin anlam dünyasında karşılık bulamamaktadır.
Galiba onlar için göz yaşı dökecek duyarlılığa sahip bir başkana sahip olabilmek için de yeni bir otuz yıl beklememiz gerekecek. Öyle ya kimse kendi ayıbını görmeye niyetli gözükmüyor.
Ayhan Bilgen

Evrensel'i Takip Et