31 Temmuz 2010 00:00

BAŞYAZI


Balyoz davasında 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 102 sanık hakkında yakalama kararı verdi. Kararın verildiği tarih, 18 Temmuz 2010’du. Yani bundan 13 gün önce!
Ama bugüne kadar 79’u muvazzaf, yani görevlerinin başında ve 23’ü emekli olan subaylar için verilen yakalama kararı sadece, Balyoz davasının 1 No’lu sanığı olan dönemin 1. Ordu Komutanı, Emekli Orgeneral Çetin Doğan için uygulandı. O da o günden beri hastanede, tedavi görüyor!
Beklendiği gibi sanık subaylar tutuklama kararına itiraz ettiler. Ancak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi itirazları reddederek, kesin karar için dosyayı bir üst mahkeme olan 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.
Öyle anlaşılmaktadır ki bu karmaşık yasal prosedür bir süre daha böyle işleyecek!
Sorun sadece bu teknik süreçle sınırlı kalsaydı, elbette denecek çok bir şey olmayabilirdi. Ancak, olayın kendisinden çok bu “Yakalama-teslim olmama” çekişmesinin arkasında olup bitenler çok daha önemliydi. Çünkü Balyoz Davası’nın başlıca sanıkları daha önce de iki kez tutuklandı; iki kez de adeta kitlesel biçimde serbest bırakıldılar! Tutuklanmalarına bir kesim basın ve hukuk çevreleri karşı çıkarken hükümet yandaşı basın ve politika erbabı büyük tezahüratla destek verdiler. Serbest bırakılmalarında ise yine alkışlar ve protestolar birbirine karıştı ama sadece tarafları değişmişti!
En son; bir anda 102 kişi hakkında, 10. Ağır Ceza’nın çıkardığı “yakalama” kararı benzer protestolar ve alkışlarla karşılandı.
Son “Yakalama kararı”nın hiçbir geçerli hukuki gerekçesi olmadığı, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında muvazzaf subayların terfi ve tayinlerinin engellenmesi için bu kararın verildiği belirtilmektedir.
Tabii ki; mahkemenin bu kadar siyasi davranması her halde en hafif deyimiyle bir hukuk skandalıdır. Ama yakalama kararı çıkarıldığı gece Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’ı ziyaret etmesi ve arkasından yakalama kararının uygulanmasının fiilen durdurulması ise bir başka skandaldır. Yani mahkeme bir siyasi karar vererek, “Delilleri karatma” iddiasıyla bir grup subayın terfi işlemlerini durdurma amacı güderken, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan da hiçbir yetki ve yasaya dayanmadan, mahkemenin yakalama kararını askıya almaktadır! Ortaya çıkan tablonun anlamı budur.
Elbette her iki karar da normal hukuk kurallarının geçerli olduğu bir ülkede “Skandal içinde skandal” kabul edilir ve müsebbipleri hakkında soruşturma açılırdı.
Ama “Burası Türkiye!” idi; bu ülkede mahkemeler, bazen siyasi, bazen “Şekli-hukuki” gibi gerekçelerle birbirine zıt kararlar verip bunu “Demokrasinin gereği”, “Mahkemelerin serbestliği”nin nişanesi olarak savunabilmektedirler. Yoksa Balyoz Davası gibi bir siyasi dava; matruşka gibi, davanın her adımında bir skandal, skandal içinden yeni bir skandal çıkan bir süreç olarak işleyebilir miydi?
Gelinen yerde şu soruların yanıtı; hem mahkemelerin hem de mahkemelere müdahalenin boyutu bakımından önemlidir. Soruları sondan başlayarak soralım:
1- “Yakalama kararı”nı Başbakan ve Genelkurmay Başkanı mı (Değilse kim aldırmıştır) askıya aldırmıştır? Eğer öyleyse bu zevatın böyle bir yetkisi var mıdır?
2- Mahkemenin, 102 kişinin tümü hakkında yakalama kararı çıkarması için kim baskı yapmıştır?
3- Eğer hükümet müdahalesi yoksa, bu kararın alınmasında hakim ve savcılar arasında oluşan güç odaklarının çatışması mı rol oynamıştır?
Elbette burada hükümetin birinci derecede rol oynadığını söyleyenler, kararın askıya alınmasıyla hükümetin “Tavşana kaç tazıya tut” taktiği izlediğini de söyleyecektir. Çünkü AKP’ye yabancı bir taktik değildir bu.
Ortaya çıkan tablo elbette adaletin içine düştüğü bu sefil durumu yansıtmaktadır ama Erdoğan’ın ve partisinin “Adalet reformu”nun bu durumu ortadan kaldırmak, adil bir yargılamanın oluşması kaygılarıyla hiçbir ilgisi yoktur. O sadece mahkemeleri kendi bakanlığının kontrolüne almak istemektedir. Ortaya çıkan skandal içinde skandal, aynı zamanda onların niyetlerinin nasıl bir şey olduğunu göstermektedir.
(*) Matruşka Rus yapımı bir oyuncak bebek türüdür. Bebekler ortasından açıldığında içinden öncekine benzeyen biri çıkar, onu açtığınızda yine başka bir bebek çıkar. Tek anne figürünün içerisinden iç içe yerleştirilmiş beş veya yedi bebekten oluşur.
İHSAN ÇARALAN

Evrensel'i Takip Et