05 Ağustos 2010 00:00

“TEĞET’İN” YIKIMI 1

Küresel kriz toparlanamıyor

Paylaş

SUNU: Küresel kriz, küresel kapitalizmin beyni ABD’nin finansında patlak verirken kısa sürede gelişmiş Avrupa ülkelerinin ve Japonya’nın finans kesimlerine bulaştı. Ancak, kriz, bu “merkez ülkelerle” sınırlı kalmadı; Türkiye gibi çevre-bağımlı ülkeleri de içine aldı. Bu bulaşma, çevre ülkelerin “merkez”e olan iki bağımlılığıyla gerçekleşti: Birincisi merkezin parasal kaynaklarına-sıcak para-doğrudan yabancı sermaye, dış kredi- bağımlılık; ikincisi ise bu ülkelerin pazarlarına olan bağımlılıkla yaşandı. Türkiye hükümeti ise krizin etkilerinin derinden yaşandığı 2009 yılında, krizin Türkiye’yi teğet geçtiğini iddia etti. Petrol-İş Sendikası’nın Ekonomist Mustafa Sönmez’e hazırlattığı ve Yordam Kitap’ın basımını ortak olduğu “Dünyada ve Türkiye’de krizin 2009 enkazı ve gelecek” araştırması ‘teğet’in yıkımını gözler önüne seriyor. Altı bölümden oluşan araştırmada, dünyada krizin 2009 panoraması, 2008 ve 2009’un tamamında küresel krizin Türkiye ekonomisinde yarattığı enkazın envanteri yer alırken, önümüzdeki dönemde emekçi sınıfları bekleyen tehditlere ve fırsatlara yer verildi. Araştırmanın bir kısmını ilginize sunuyoruz.

Merkez üssü ABD finans sektörü olan ve oradan gelişmiş Avrupa’nın finans sektöründe hissedilen 2008 küresel depremi, yine çok kısa sürede “merkez”e tedarikçi sanayici olarak eklemlenmiş “çevre-bağımlı” ekonomilerde, daha çok sanayi bölgelerinde hissedildi. Türkiye gibi ülkelerin ihracatına talep düştü, fabrikalar kapasite düşürdü, işçi çıkardı, iç tüketim azaldı, sıcak para kaçtı, kurlar yükseldi. Sıcak paranın yeniden yolu gözlendi.
IMF’in 2009 büyüme sonuçlarını açıkladığı ve 2010’a ilişkin öngörülerini içeren Dünya Ekonomik Görünüm Raporu (Nisan 2010), dünya ekonomisinin 2009’da yüzde 0,6 küçüldüğünü kesinleştirdi. Daralma ile birlikte ABD’deki işsizlik alarm verici boyutta artarak yüzde 10’u buldu. Neredeyse 5 milyona yakın çalışan işini kaybetti. Krizi yatıştırmak için uygulanan devlet müdahaleleri, kurtarma operasyonları, yardım destekleri ile bütçe açığı da büyüdü…
2010 yılının küresel ekonomik aktivitenin canlanmaya başladığı yıl olması umulurken ilk çeyrek verileri bir toparlanmadan bahsetmek için erken olduğunu gösteriyordu. Beklenen canlanma, hükümetlerin mali canlandırma paketleri, merkez bankalarının para politikalarıyla destekleri ve tükenen stokların yenilenmesi gibi geçici ve kısa vadeli politikalardan kaynaklanıyordu. Oysa istenen sürdürülebilir büyüme, bozulan mali yapının düzeltilmesine yönelik ve yapısal reformlarla da desteklenecek orta vadeli politikaların gerçekleştirilmesini gerektiriyordu ve bu o kadar kolay gerçekleşmiyordu. Krizden toparlanmaya geçildiğinde aileler ya da hanehalkları kaybettikleri tasarrufları tekrar yerine koymak istiyorlar. Bu da, gelişmiş merkez ülkelerde talep artışının sınırlı kalması demek. Bu, genellikle Türkiye gibi çevre ülkelerden ithal edilen tüketim mallarına talebin kısa vadede artmaması, dolayısıyla çevre ülkelerde büyümenin de gecikmesi demek.
İŞSİZLİK ÇIĞ GİBİ…
2008 yılının son çeyreğinde başlayan küresel ekonomideki bozulma aynı zamanda dünya ticaret hacminde de hissedildi. 2004 yılından beri yüzde 7’nin üzerinde artan dünya ticaret hacmi, 2008 yılında yüzde 3 gibi düşük bir oranda arttı ve 2009’da tahminen yüzde 12 oranında daraldı. Dünya ticaret hacminin 2010 yılında ise toparlanma sürecine girerek yüzde 2,5 oranında artması umuluyor.
Küresel krizin en ağır yıkımı çalışan sınıf cephesinde yaşandı. 2009 yılından itibaren artışa geçen işsizlik oranlarının ise 2010 yılında daha da yükselmesi bekleniyor. ABD’de işsizlik oranı son bir yılda yaklaşık 4 puan arttı ve 2009 sonu itibarıyla son 26 yılın en yüksek seviyesi olan yüzde 9,7’ye ulaştı. 2010 yılında ise bu oranın yüzde 10’u geçmesi bekleniyordu. Avro Bölgesinde işsizlik oranı yaklaşık 2 puan artarak yine 2009 yılı yüzde 9,5 seviyesine ulaştı. İstihdamı koruyucu yasal düzenlemelerin varlığı ya da yokluğu, ülkeler arası farkları açıklıyor. Küresel ekonomik canlanma döneminde gelişmiş merkez ülkeleri bekleyen en büyük risklerden birisi ekonomiyi canlandırma paketleri nedeniyle ciddi oranda bozulan mali yapıdır. Krizdeki firmalara yapılan devlet müdahaleleri hem bütçe açıklarında hem de kamu borç stoklarında önemli artışlarla sonuçlandı.
KRİZİN SONUÇLARI
Kriz, her ne kadar başlangıçta bir ipotekli konut krizi olarak ortaya çıksa da, takip eden süreçte bir likidite krizine dönüştü, ardından da hızla reel sektöre sıçradı. Bu durum, çevre- “yükselen ekonomileri” daha da derinden etkiledi. 2002 sonrasında dünyada ikame edilen finansal mimari ve üretim paradigması bu sonucu hazırladı.
Reel üretimin çok üstünde değer atfedilerek piyasada takla attırılan kağıtların yarattığı balonlar çok kısa sürede inanılmaz boyutlara ulaştı. Türev ürün denilen, kağıttan kağıt türeterek piyasada yatırım aracına dönüştürme işlemleri çok kısa sürede balonlaşmayı hızlandırdı. Tezgah üstü türev ürünler denilen bu kağıtlar 2005 sonunda 300 trilyon doları bulmuşken 2008 sonunda 684 trilyon dolarlık bir değere kadar şişirildi.
Çevre ülkeler, büyümenin finansmanında ve ihracatta büyük oranda bağımlılık içindeler. Bir yanda borçlanmaları hızlandı , öte yanda tedarikçi bir üretim zinciri içerisindeki bağımlılıkları nedeniyle Türkiye gibi çevre ülkeler aşırı derecede etkilendi. Bu noktada, finansman kaynaklarının (sıcak para ağırlıkla) azalması çevre ekonomileri açısından ihracat piyasalarının daralmasına, üretim ve istihdam kayıplarına neden oldu. Burada dikkat çeken unsurlar kısaca şu şekilde özetlenebilir:
Türkiye işsizlik artışının yanısıra, ihracat ve sanayi üretimindeki düşüş itibariyle, en çok etkilenen ülkelerin içinde yer aldı. Resmî verilere göre, işsizlik artışında G. Afrika, Polonya ve Türkiye ilk üçe girerken; Çin, ABD, Avro bölgesi tehlikeli alanda.
Krizin reel sektörü etkilemesi ile birlikte, otomotiv ve tekstil gibi ana sektörlerde daralmalar yaşandı. Krizin merkez üssü ABD’de General Motors, Ford, Chrysler gibi firmaların bilançolarında zarar açıklaması ve üretim üslerinde üretimlere ara vermesi, bünyesinde çalışanların işsiz kalmasına yol açtı.
Bu gelişmelerle birlikte, hem ABD’de hem de tüm dünyada işsizlik oranları yükseldi. Sanayi üretimindeki düşüşte gelişmiş ülkelerden Japonya ve G. Kore, çevre ekonomilerinden Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Malezya, Polonya ve Türkiye başı çekti. İhracattaki erozyonda yine Japonya, G. Kore, Avro bölgesi, Brezilya, G. Afrika, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Meksika ve Türkiye en çok etkilenen ülkeler arasında yer aldı.
Kriz sürecinde parasında en fazla devalüasyon yaşayan ülkeler arasında Polonya, Avustralya, Meksika, Brezilya, Rusya, Endonezya, Türkiye, Macaristan ve İngiltere yer aldı.
YENİ DALGA KONUŞULUYOR
Başta ABD merkez bankası FED olmak üzere, merkez bankalarının batmakta olan finans kuruluşlarına, büyük şirketlere açtıkları krediler, kullandırdıkları bütçe kaynakları toplamda 10 trilyon doları geçti, sistem çökmesin diye faizler “sıfır” düzeyine yakın indirildi. Ancak, bu önlemler henüz krizden çıkışı sağlamış değil. FED’in 3-4 Kasım 2009’daki kurul toplantısının tutanaklarına göre, faizlerin sıfır düzeyine yakın tutulmasının finans piyasalarındaki spekülatif hareketler ve balonlara neden olabileceği uyarısı yapıldı. Eşikte her an yeni bir şok dalgasının uğultuları var ve bunu yadsımanın bir işe yaramayacağını anlamış görünüyorlar.
Küresel krizin 2010’da dünyada ve Türkiye’de nereye doğru seyredeceği, krizden büyümeye geçişin mümkün olup olamayacağı sorusu, en beylik sorulardan. Derin bir küresel çöküşün ardından, geniş kapsamlı devlet müdahaleleriyle talebin desteklenmesi ve finans piyasalarındaki belirsizliğin ve sistemik riskin düşürülmesi çabası, daha önemli bir çöküş riskini şimdilik önledi. Ama bu devlet müdahalelerinin, büyük bütçe açıkları ve beraberinde önemli büyük kamu borç stoklarına yol açtığı da madalyonun diğer yüzünde yatan gerçek. 2009’un son çeyreği ile, kriz “devletin mali krizi”ne de dönüşmeye başladı. Merkez ülkelerdeki finansal kurumların krizin zehirli unsurlarından, toksik kağıtlarından ne kadar arındıkları, yapılarını ne kadar sterilize edip bünyelerini güçlendirdikleri tam anlaşılamazken, bu belirsizliğe Dubai, arkasından Güney Avrupa’nın kamu bütçe-borç krizleri eklenmeye başladı. 2010, Türkiye de dahil birçok ülkede bütçe açığı ve kamu borç yükünün konuşulduğu ve bu sorunlara da çözüm arandığı bir yıl olmaya başladı.
Krizde yeni bir dip yaşanıp yaşanmayacağı tartışılsa da durgunluk döneminin uzun süreceği ve yüksek işsizlik oranının uzun süre daha devam edeceği konusunda hemen hemen herkes hem fikir.




KRİZE IMF BAKIŞI

Küresel kriz, dünya kapitalizminin mali kurumu IMF’nin işlevinin yenilenmesi, yetkilerinin ve finans gücünün müdahale alanının genişletilmesini de getirdi. IMF, krizin aşılması ve yeniden büyümeye geçilmesi için, kriz öncesi geçerli neoliberal yaklaşımları bir yana bırakarak ülkelere, hükümetlerin bütçe kaynaklarını kriz yangını için kullanmaları talimatını verdi. IMF, kriz koşullarında tüm ülkelerin, milli gelirlerinin yüzde 2’si oranında “mali genişleme” (bütçe açığının yükseltilmesi) uygulamasını, dünya ekonomisi için bir kuruluş reçetesi olarak önerdi. Dünya ekonomisinin gidişatını belirleyecek iki önemli ülke, ABD ve Çin, IMF’den “yeşil ışık” beklemeden bildiklerini okudular. Sonraki aylarda, sistemin patronlar camiasında yer alan Avrupalılar ile dışsal kırılganlığı olmayan çevre ekonomileri de, parasal ve malî genişlemeyle krize karşı koyma yolunu seçtiler.
IMF, dünya kamuoyuna, “harcayın; kamu açıklarını genişletin” çağrısını yaparken, sistemin “arızalıları” IMF’nin kapısına yığıldılar. Bunlar, geçmiş yıllarda bol kepçe dış kaynak girişleriyle işleri yürütmüş ve krize yüksek dış açık / dış borç koşullarında sürüklenen (Doğu-Orta Avrupalılar ve Türkiye gibi) ülkelerdi. IMF’in mali genişleme çağrısı, bu “arızalı” ülkeleri kapsamıyordu. Otuz yıldan bu yana Üçüncü Dünya’nın dört bir köşesinde, “finansal krize karşı bütçeler daralsın” reçetesi, onlar için de hiç değişmeden gündeme geliyordu.
Böylece, yüksek kamusal ve cari açıklılar dahil “patronlar takımı”nın tümü ile “sağlam basan” çevre ekonomilerine mali genişleme; “arızalı” Üçüncü Dünya ülkelerine ise IMF, geleneksel reçeteleriyle geliyordu.
Bu arada, G20’ler grubu 2009 yılının Eylül’ünde Pittsburgh’da IMF’ye, krize karşı izlenecek politikalarda eşgüdüm ve izleme görevleri de yükledi. Mali genişleme ile yangın kontrole alınmış görünse de IMF’nin patronu, Başkan Dominique Strauss-Kahn , bir yandan küresel ekonominin iyileşme sürecinde olduğunu iddia ediyor ama yeni çalkantılara açık olduğunu belirtmeden de geçemiyordu.

Yarın: Küresel krizde hızlı küçülme, hızlı yoksullaşma yılı: 2009
Krizin Türkiye enkazı

Hazırlayan: Mustafa Sönmez
ÖNCEKİ HABER

Baydemirler işçisi yarını bekliyor

SONRAKİ HABER

BAŞYAZI

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa