15 Ağustos 2010 00:00

GÜNDÜZ DOKUDUĞU KUMAŞI GECE SÖKÜYORDU

Kral Odisseus, katıldığı Troya savaşından tam yirmi yıl sonra dönebildi yurduna... Kimliğini saklamak amacıyla yaşlı bir dilenci kılığına büründü. Karısı kraliçe Penelopeya’yla evlenmek için kendi sarayına çöreklenmiş taliplerin yanına gitti. Onların masalarını bir bir dolaşaraktan dilenmeye başladı.Kendisinin kral Odisseus olduğunu yalnızca oğlu Telemahos biliyordu. ”

Paylaş

Kral Odisseus, katıldığı Troya savaşından tam yirmi yıl sonra dönebildi yurduna... Kimliğini saklamak amacıyla yaşlı bir dilenci kılığına büründü. Karısı kraliçe Penelopeya’yla evlenmek için kendi sarayına çöreklenmiş taliplerin yanına gitti. Onların masalarını bir bir dolaşaraktan dilenmeye başladı.Kendisinin kral Odisseus olduğunu yalnızca oğlu Telemahos biliyordu. ”
*******
Sarayın avlusundaki masalarında halkın birikimlerini arsızca yiyip içen egemelerden biri, bütün hışmıyla demir bir tokmak fırlattı dilenci kılığındaki kral Odisseus’a... Odisseus, sağ omuzunu vuran tokmağın şiddetiyle devrilecek gibi oldu bir an. Ama bütün gücüyle ayakta kaldı gene de... Kraliçe Penelopeya bu olayı duyunca çok üzüldü. O akşam onu yanına getirtti... Haliyle onun kocası olduğunu bilmiyordu!
“Kusura bakmayasın konuğum,” diye söze başladı Kraliçe Penelopeya. “Bugün avluda arsızca yiyip içen o rezil egemenler, sana karşı bir terbiyesizlik etmişler Ben o arsızlar adına özür diliyorum... “
Penelopeya, karşısındaki yaşlı adama, sevecenlikle baktıktan sonra, bütün Akdenizlilere özgü bir içtenlikle; “Sevgili konuğum,” diye yeniden söze başladı. “Biliyorum yorgunsun. Ama beni bağışla; biraz yoracağım seni. Belli ki çok gezmiş, çok yerler görmüşsün... Ama ilkin sana kim olduğunu soracağım: adın ne, nerelisin, kimlerdensin, anan baban kim?“
DİLENCİ GERÇEK KİMLİĞİNİ SAKLIYORDU
Odisseus, gözlerini yere doğru eğip birsüre öylece sessiz kaldı.
“Burada olup bitenler için sizi kimse kınayamaz, Kraliçem,” diyebildi zorlukla Odisseus. Çünkü karşısında yirmi yıldır göremediği ve bir tanrıça gibi taparcasına sevdiği karısı vardı; hem de kendini bir yabancıymış gösterme zorunluluğu... Yerinden kalkıp ona bütün hasretiyle sarılma isteğini zorlukla gemliyordu.
“Siz burada oturuyorsunuz, ama ününüz, boydaki bostaki güzelliğiniz dillere destan Kraliçem...” diye sürdürdü konuşmasını. “Hani yaptıklarıyla ölümsüzleşen, ama sayısı çok az o soylu krallar var ya, siz onlardan birisiniz işte. Çünkü o soylu kral, elinde tuttuğu altın değneği, Baştanrı Zeus’un verdiği bir egemenlik ve zorbalık silahı olarak, halkına karşı kullanmaz. Amacı halkını koyun gibi yönetmek, hele onu köleleştirmek değildir. O halkını yalnızca güzel şeylere doğru yönlendirir. Kendisi de onlarla birlikte, bir emekçi olarak toprağını sürer, ağaçlarına bakar, suyuyla, çeşmesiyle, hayvanlarıyla ilgilenir... Doğruluk töresince yönlendirir halkını. Bu sarayın avlusuna çöreklenmiş bir avuç egemen bozuntusunun saltanatı için, halkını onların buyruğuna vermez. O yüzden de ülkenin toprakları, sayısız ürünlerle doldurur ambarları. Hele bol bol buğday arpa üretir; sürü hayvanları durmadan ürer. Kardeşçe, aşkla yanyana yaşadığı deniz de bol bol balık getirir halka... İşte dilimin döndüğünce söylersem Kraliçem, siz halkını böyle yönlendiren bir soydansınız... Ama ne olur, benim adımı, kim olduğumu, baba toprağımın nerde olduğunu sormayın. Yoksa anılarım tazelenecek, yas tutmaya başlayacağım... Böyle birşey hem bu evde yakışık almaz, hem de sizi üzer....”
Burada birsüre sustu dilenci kılığındaki Kral Odisseus.
GECELERİ SÖKTÜĞÜ BEZİ HER GÜN YENİDEN DOKUYORDU
Bunun üzerine; “Seni anlıyorum acılı konuğum,“ diye başladı Penelopeya. “Gönül okşayan güzel sözlerin için çok sağolasın... Aslında benim boydaki bostaki güzelliğimi tanrılar on yıllar önce yok ettiler. Kocam kral Odsisseus, Troya’da savaşmak için İlyon’a doğru yola çıktığı gün, hem ben hem halkım hemen hemen her şeyi yitirdik. Sözünü ettiğin o dengi az bulunur krallardan biriydi kocam. Savaş, silah denen şeylerden iğrenirdi... ‘Peki öyleyse neden madem ta oralara savaşmaya gitti?’ diyeceksin... Gönlüyle gitmedi. Gitmemek için deli numarası bile yaptı!... Ama işte dünya belası o Başkral Agamemnon var ya, o zorla alıp götürdü onu... Namus temizleme savaşı yapacağız, diye! Neyse işin bu tarafını sonra anlatırım... Bir gitti kocam, tam gitti; bir daha da dönmedi, dönemedi. Ne tanrılar, ne de birileri ondan en ufak bir haber bile getirmedi... Avlumuzda gördüğün o egemenler var ya, onlar işte, yıllar önce kocamın kesinlikle öldüğünü düşünüp buraya doluştular. Hırsızlıkla, soygunla zenginleşip ağalaşan, uzak yakın ülkelerdeki bütün türedi egemenler, sürü-sepet korumalarıyla birlikte geldiler buraya... Hemen birbirleriyle canciğer oluverdiler... Çünkü hepsinin çıkarları ortaktı! Hem kocamın hem halkın birikimlerini aralarında bölüşmek; birlikte halkımızı sömürmek... Ne var ki bu da yetmedi onlara! Buradaki bütün yardımcı kadınlarımı geceleri alıp odalarına götürüyorlar. Tabii en başta göz diktikleri kadın da benim!... Ne var ki onları tam dört yıl, birkaç metrelik bir kefenle oyalamaya çalıştım. ‘Delikanlılar,’ diyordum onlara, ‘madem kocam Odisseus savaşta öldü, çaresiz birinize varacağım... Ama bir kefen dokumaya başladım. Kayınbabam ulu Laertes için... Ölüm onu upuzun yere serdiğinde, mezarına kefensiz mi gitsin? Sonra Akhalı kadınlar bana neler demez!’ Böyle böyle deyip oyalıyordum onları... Gündüzleri dokuduğum kumaşı geceleyin bir çıra aydınlığında söküyor, ertesi gün yeniden başlıyordum dokumaya... “
Burada yerinden kalkıp pencereye doru gitti Penelopeya... Gözünde biriken birkaç damla yaşı sildi gizlice...
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

Hiddink’in işi kolay değil

SONRAKİ HABER

ABAKÜS

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...