15 Ağustos 2010 00:00

Başka bir insan başka bir dünya


Bir banka veznesinin, süpermarket kasasının önündeki kuyruklara dikkat ettiniz mi? Bizde kuyruklar genellikle yatay oluşur. İşi olan herkes bir veznenin önünde yanyana dizilir, arka arkaya değil. Yaklaşan otobüsün kapılarına durakta bekleyenlerin hepsi birden abanır. Bankamatik önündeki vatandaş, kendisinden sonra gelenler, dibinde bittiği için, işlemini tanımadığı insanların “gözetiminde”, mevcutlu olarak tamamlamaya çalışır.
“Yurdum insanı”nın kafası sadece sıra beklerken karışmaz. Kuyruktaki boşluklara olduğu gibi yasalardaki boşluklara sızmakta da maharetlidir o. Boşluk doldurmak, kaynak yapmak ve kendi bedenini sıkıştıracağı küçücük hacimleri gözlemekle geçer ömrü. Bu öyle kanıksanmış bir şeydir ki, gelişmiş ülkelerde yurttaşların tartışılmaz hakları olarak kabul edilmiş pek çok konu bizim gibi ülkelerde istismar edilmesi, boşluklarına sızılması gereken bir süngerdir adeta. Yurttaş sahip olduğu statüyü kendisinden önceki kuşakların kazandığını, kendi kuşağının bunu zenginleştirdiğini, sonraki kuşaklar için de gözü gibi koruması gerektiğini düşünmez. Onu ya devletin ya da tanrının bedavadan bir lütfuymuş gibi görür, küpünü daha çok doldurmak için istismar sınırına dayanır. Çünkü her lütuf bir gün geri alınabilir, öyleyse çeşmeden akarken testiyi doldurması gerekmektedir. Veya sahip olunması gereken her şeyin uyanık ve akıllıca davranmakla elde edilebileceğinden emindir. Öyleyse arkadaşından daha atak, daha kurnaz, daha akıllı olmalı; hayata daima kaynak yapmalı, en önde o olmalıdır. Zira sona kalırsa dona kalacaktır.
Böyle biri bu dünyada rahat yaşamak için sahip olduğu hak alanını genişletmek için mücadele etmektense gemisini kurtaranın kaptan olduğuna inanır; durmadan kendine yontar, “işini bilir”, uyanık davranır. Benzerlerinin arasında en uyanığı, en akıllısı, en beceriklisi, fırsatları en iyi değerlendireni o olduğu sürece bu dünyada bir varlık olabileceğinden emindir.
Böyle bir insan tipinin ortaya çıkmasında kuşkusuz, bizim gibi ülkelerde önceki yaşam alışkanlıklarını kökünden değiştiren, bir iş disiplini dayatarak emek gücünü terbiye eden sanayileşmenin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi erken başlamamasının etkisi var. Sanayi Devrimi’nin ilk fabrikalarında çalışanlar mesafe, zaman, mekan algısı ve sınıflandırma konusunda eğitilmeye başlamışlardı. E.P Thompson Avam ve Görenek adıyla Türkçeye çevrilen kitabında “bir sigara içimi”yle ölçülen zamanın artık nasıl akrep ve yelkovana bağlandığını, daha önce iş ve dinlenme saatlerinin içice olduğu günün nasıl kesin olarak ikiye bölündüğünü, evin ve işyerinin birbirinden ayrılması temelindeki modern kamusal hayatın nasıl inşa edildiğini İngiltere tarihinden örneklerle çok güzel açıklar. Kapitalist sistem daha başlangıcında insan faktörü üzerinde işlem yapmış ve doğrusu eski alışkanlıkları terk etmek sade emekçi için hiç de kolay olmamıştı. Acılı ve pasif direnişlerin yaşandığı bir süreçti bu.
Erken kapitalistleşmiş ülkelerin uzun bir sınıf mücadelesi tarihi var. Bu mücadeleler emekçilerin yaşam standartlarını yükselttiği gibi, onlara, bir hakkın ancak mücadele ile elde edilebileceği, kazanılmış hakların da emekçi sınıfların ortak becerisinin ürünü olduğu, dolayısıyla bunların “uyanıkça” istismar edilmemesi gerektiği konusunda bir bilinç de edindirdi. Bizim karikatürlere konu olan, bir mizah malzemesi haline gelen “yurdum insanı”nın sahip olmadığı bir gelişkinlik düzeyidir bu.
Evrensel Kültür dergisinin Ağustos sayısının dosyası bu konuyu işliyor. “Adam olmak ve olamamak”ın tarihsel ve sosyal nedenleri tartışılıyor bu dosyada. Evrensel Kültür’ün yeni sayısının piyasaya çıktığı günlerde İzmir’in Selçuk ilçesinde Uluslararası Gençlik Kampı yapılıyordu. 3000’e yakın gencin bir arada 10 gün geçirdiği; yemekleri, kampın genel temizliğini, organizasyonların tümünü gençlerin kendilerinin yaptığı bir kamptı bu. Onca insan oraya, gençlerin çok sevdikleri bir deyimle “gelecekten on gün ödünç almak” için geldiler. Politika tartıştılar, eğlendiler, farklı ülkelerden benzerleriyle tanıştılar ve dünyayı daha iyi anlamaya çalıştılar. Bu kampın gözle görülür en önemli yanı da oraya gelen her gencin, daha kampın girişinde başka bir dünyanın provasını yapmaya adım attığını fark etmiş olmasıydı. Her genç kampa olabileceği kadar “iyi” olmak, olabileceği kadar “yeni” olmak için gelmişti.
Kendisini diğerlerinden daha akıllı ve kurnaz saydığı için kuyrukta en öne geçmeye çalışan, eşit bir şekilde yararlanılması gereken kolektif imkanları kendi payına biraz daha yontan, kamp halkının ortak ihtiyaçları için yapılan işlerden kaytaran “yurdum insanı” tipi yoktu orada.
20 küsur ülkeden gelen binlerce genç; daha güzel bir hayat için yüzlerce yıl mücadele etmiş ve bu mücadele içinde her biri dönüşüm geçirmiş dünya emekçilerinin bütün tarihsel birikiminin farkında olan aktüel kuşağı olarak oradaydı.
İnsanın en güzel, en akıllı, en barışık hali de hep birlikte dahil olunan bir eylemde belirir ancak. Gençlik Kampı da bir eylemdi. Orada Hobsbawm’ın kitabındaki, ilk kapitalistlerin disiplin altına almak için inlettiği eski atalardan doğmuş son kuşaklar kendi elleriyle kuracakları bir dünyanın provasını yaparken gönüllü disiplinin nelere kadir olduğunu bir kez daha kanıtladılar. Ne bir husumet ne bir istismar ne kurnazlık ne de bir diktatör vardı bu dünyada. Gençler, insanın en güzel halinin ötekinin eline dokunarak, ötekine omuz vererek, ötekiyle aynı eylemde bulunarak olacağını gösterdiler. Her biri, kendisinin, gemisini kurtaran kaptanların mamülü değil, kolektif bir duygunun, paylaşımın eseri olacağını biliyordu.
Gerçekten öyleydi; ve gençlik kampı geleceğe romantik bir kaçıştı. Arada bir, geleceği bir tahayyül olmaktan çıkarıp onu somut bir şey haline getirmeden bugünün kötülükleriyle baş etmek zor. Kampın kapısının dışında kalan bir dünyanın, hep böyle dönmeyeceğini gösterdikleri için, “yurdum insanı” karikatürüne dönüşmeyi reddettikleri için ve bunu içten bir üslupla yaptıkları için dünya gençlerine teşekkürler.
Nuray Sancar

Evrensel'i Takip Et