16 Ağustos 2010 00:00
İstanbul, deprem ve rant
Yarın 17 Ağustos On binlerce insanın yaşamını yitirdiği Gölcük depreminin yıl dönümü. Aradan tam 11 yıl geçti. Bilim insanları İstanbulda büyük bir deprem olacak diyor. Peki İstanbul bu depreme ne kadar hazır? Aradan geçen bu 11 yılda İstanbul için ne yapıldı? Gölcük depreminden sonra Deprem değil, bina öldürür denmişti. Yaşamımızı sürdürdüğümüz evlerimiz, deprem sonrası hayati önem taşıyan kamu binalarımız ve yollarımız ne durumda? Tüm bunları Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğine bağlı İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe ile konuştuk.
Deprem 17 Ağustos 1999 Gölcük Depreminden sonra bizim gündemimize girdi. Bilim insanları ise Türkiyenin deprem ülkesi olduğunu söylüyor. Türkiyenin deprem tarihini anlatır mısınız?
Deprem konusu Türkiye gündemine 11 yıl önce girmedi. 100 yıllık dönem içerisinde ülkemizde 150 den fazla deprem oldu. 5 ve üzeri büyüklükte yani yıkıcı ve can kaybına neden olan depremleri düşünürsek 600 bin yapımız yerle bir oldu, 110 bin insanımız öldü. 250 binden fazla insanımız yaralandı. 1939 yılında Erzincanda önemli bir deprem yaşadık. 33 bin insanımızı toprağa gömdük. 1967 yılında Adapazarında, 1071 yılında Bingölde bir deprem yaşadık. 2002 yılında yine bir deprem yaşamıştık. Orada YİBO nun (Yatılı İlköğretim Bölge Okulu) yerle bir olmasıyla 90 civarında çocuğumuzu toprağa gömmüştük. Daha sonra 1971 de Bingöl, 1873de Burdur, 80lerde Erzurum, 92de yine Erzincan Depremi, 1995de Dinar Depremi 1998de Adana Depremi, 1999da Gölcük merkezli yine 1999 yılında 12 Kasımda Düzce Depremi meydana geldi.
Türkiyede bir çok deprem oldu ama, 1999 Gölcük depremi insanlar için neden bu kadar önemli?
17 Ağustos 1999da yaşadığımız deprem Türkiyeyi yakın bir şekilde ilgilendirdi. Resmi rakamlara göre yaklaşık 17 bin, gayri resmi rakamlara göre 50 bin civarında insanımızı toprağa gömdük. 350 bin civarında yapımız hasar gördü. Ekonomik olarak 17 milyar dolar civarında kayıp ortaya çıktı. Dolayısıyla bu deprem ülkemizde deprem konusunu hayatına sindirmemiş, sokmamış olan bir takım yerel düzeydeki yöneticilerin de merkezi yöneticilerin de gündemine getirdi.
17 Ağustos 1999 Gölcük Depreminin üzerinden 11 yıl geçti. İstanbul için bu 11 yılda değişen bir şey oldu mu?
Türkiye topraklarının yüzde 72sinin birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde olduğunu, topraklarımızın genel çevrede yüzde 92sinin deprem çerçevesi içinde olduğunu, nüfusumuzun yaklaşık yüzde 98 inin de yine önemli deprem tehlikesi olan bölgelerde yaşadığını tespit ettik. Ayrıca sanayiimizin de yüzde 75inin birinci ve ikinci derecede tehlike arz eden deprem bölgelerinde kurulu. Bu nedenle 1999 depreminin milat olması gerektiğini söyledik. Bundan sonra planlama kararları başta olmak üzere; çağdaş ve bilimsel ölçekte plan kararları oluşturulmalı, bu doğrultuda binalarımızın yapılacağı yer seçiminden başlayarak zemin etüt raporları doğru yapılmalı, yapının güvenliği ile ilgili doğru bir proje güvenliği yapılmalı, projeler doğru olarak uygulanmalı, yeni yapılarda kullanılan malzemeler standartlara uygun olmalı. Ayrıca inşaat yapım sürecinde proje denetimi tümüyle bilimsel ölçütlerle denetlenmeli, en azından yeni yapılacak yapılarımız deprem riski oluşturmadan yeni yapı stokuna ilave edilmemeli dedik. Ama 1999 yılında deprem güvenliği olmadığını gördüğümüz yapı stokunun deprem güvenlikli bir hale getirilmesini bir tarafa bırakalım, yeni yapılan yapılarımızın da deprem güvenliği olup olmadığı kuşkulu.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İstanbulda ki deprem güvenliği olmayan yapılar 50 yıl içerisinde ortaya çıkarıldı. Buna hiçbir itirazımız yok. Yani bütün problemleri de bugün ki yerel ve merkezi iktidara yüklemek doğru değil. Fakat ülkeyi yöneten yapı neredeyse 20 yıldır bu kenti yönetiyor. 9 yıldır da merkezi hükümet. Dolayısıyla 1999 depreminin sonuçlarını da bilerek iktidar olan gerek yerel düzeydeki gerek merkezi düzeydeki bugünkü iktidarın kentimizi, bölgemizi, ülkemizi depreme hazırlaması mümkündü. 1999 depreminden bu yana 11 yıllık bir süre geçti. Açıktır ki biz 1 yıl içinde 2 yılı içinde ve ya 5 yıl içinde deprem güvenliği olmayan bu yapıların deprem güvenlikli hale getirilmesini istemiyoruz. Böyle bir şeyi istemek haksızlıktır. 1999 depremi sonrası benim bir önerim olmuştu. 20 yıllık bir planlama yapmak koşuluyla her yıl 1milyar dolar para ayırmak koşuluyla, İstanbuldaki problemli yapı stokunu 20 yıl içerisinde disipline etmek mümkün demiştim. Fakat aradan 11 yıl geçti, bu güne kadar bir şey yapılmadı. Anakent belediyesinin bu günkü bütçesi 17 milyar dolar, bu gün ülkemiz dışarıdan almış olduğu kredinin faizi olarak yılda 52 milyar dolar yurt dışına ödüyor. Bunun anlamı nedir her hafta 1 milyar dolar yurt dışına borç olarak aldığımız kredinin faizini ödüyoruz. Yılı 52 hafta olarak değil 53 hafta olarak kabul edip her hafta yurt dışına ödenen paranın 1 milyar dolarını İstanbula ayırmış olsaydık bu gün İstanbulda deprem güvenliği olmayan yapıların üçte birini problemsiz hale getirirdik. Dolayısıyla bu güne kadar bunlar yapılamadı. (İstanbul/EVRENSEL)
DEPREME DAYANIKLI HALE GETiRiLEBiLiR
Depremde binaların yapısı kadar dışarı çıkan insanların gidebileceği boş alanlarda önemli. İstanbulda boş alan kalmadı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ne kadar boş alan varsa İstanbulda işgal edildi. Gökdelenler, rezidanslar, iş merkezleri, alışveriş merkezleri yapıldı. İstanbul er ya da geç bir depremle karşılaşacak. Depreme hazırlanmanın yolu sadece yapılarımızı depreme güvenlikli hale getirmek ve yeni yapılarımızın deprem güvenlikli olmasıyla sınırlı değil. Bırakalım boş alanlara yeni yapıların yapılması, yeni boş alanların yaratılması gerekir. Deprem sonrası dışarı çıkacak insanların toplanacakları alanlar kalmadı. Bu çerçevede de yerel yöneticilerin artık İstanbulu bir rant merkezi haline dönüştürmekten vazgeçmesi gerekiyor.
Ranttan bahsettiniz. Bunu biraz anlatır mısınız?
Ülkemizde inşaat sektörünün, imar hakkı artırımının genel olarak siyaset kurumunun finanse ettiğini yıllardır biliyoruz. Bu anlayış bu gün de fazlasıyla geçerlidir. İstanbulun depreme hazırlanması noktasında 11 yılı geride bıraktık. Hiç olmazsa önümüzdeki 11 yılları kurtarmak için 20 yıllık stratejik bir plan yapılırsa, yılda 1 milyar dolar civarında da bir para ayrılırsa ki bizim kaynak sorunumuz yoktur, İstanbul 20 yıl içinde disipline edilebilir. 11 yılı ciddi bir kayıp olarak düşünüyoruz ama, ciddi bir irade çıkmamıştır. Siyasi irade de bunu yanlış kullanmıştır. Yani birilerinin çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Eğer doğru bir irade depreme, afetler konusuna bilimsel ölçekli bakıp yaklaşırsa İstanbul gibi kentlerin depreme güvenlikli hale getirilmesi için hiçbir engel yok.
OKULLAR VE HASTANELER HâLâ PROBLEMLİ
Deprem sonrası önemli olduğu belirtilen kamu binaları ne durumda?
İçinde oturduğumuz yapılar elbette ki önemli. Ama bunlardan çok daha önemli olan hastanelerimiz, okullarımız, diğer kamu binalarımız var. İstanbulda ki 2000 okulun 1783ünün deprem güvenliği olmadığı tespit edildi. Bu okulların bir kısmının yıkılarak yeniden yapılması, bir kısmının da güçlendirilmesi gündeme geldi. Üzülerek ifade etmem gerekir ki 11 yıl geçti ama sadece 500 civarında okulumuz güçlendirildi. Bazıları da yıkıldı yeniden yapıldı. Halen yaklaşık olarak 1500 civarında okulumuz güçlendirilmeyi bekliyor. Yine İstanbulda 400 civarında problemli olduğunu bildiğimiz hastanemiz var. Bu hastane binalarının da sadece 3 tanesinin güçlendirildiğini biliyoruz. Diğer kamu yapıları açısından da durum böyle.
Ulaşım ağının depremde ki önemi kuşkusuz. Birçok viyadükü ve köprüsü olan İstanbulda bu viyadük ve köprülerin durumu nedir?
Hak yememek lazım biz olanları da söylüyoruz, yapılmayanları da... 1999dan bu yana en iyi çalışma Boğaz Köprüleri başta olmak üzere İstanbulda bulunan köprüler ve viyadüklere yönelik yapılan güçlendirme çalışması. Dolayısıyla İstanbulun içinde ve çevresinde bulunan köprülerin karşılaşacağımız bir deprem de bir problem yaratmayacağını tahmin ediyoruz. Ama onun dışında ki kamu yapılarımız olmak üzere içerisinde oturduğumuz konutlarımızın problemli yapılar olarak halen karşımızda durduğunu ifade edebilirim.
İnşaat mühendisleri olarak önerileriniz nelerdir. Neler yapılması gerekiyor?
Çok zor bir şey değil. Böyle dışarıdan bakıldığında deniyor ki, İstanbul büyük bir kent. Ülkemizde, hiçbir şeyin kaydı yok. Ekonominin kaydı yok, tehlikeli maddelerin alınarak depolandığı yerlerle ilgili bir kayıt yok. Yapılarımızın kaydı yok. Ne kadar kaçak yapı yapılmış, mühendislik hizmeti görmüş ne kadarı görmemiş bilinmiyor. İskanlı yapı son derece az. Yüzde 70 civarında yapımızın eğer iskanı yoksa oturup düşünmek lazım. Yüzde 38 civarında yapımızın da inşaat ruhsatı yok. Dolayısıyla ülkemizde her alanda kayıtsızlık olduğu gibi, yapı alanında da kayıtsızlık var. Bunu sadece biz değil , merkezi ve yerel düzeyde ülkemizi yönetenlerde ifade ediyor. İstanbul gibi bir kentte bir yapının kaçak olması o yapının mühendislik hizmeti görmeden üretilmesi demek. Mühendislik hizmeti görmemesi ise, bilimsel ve fen kurallarına uygun olarak o yapıların yapılmaması demek. Dolayısıyla bilimsel olarak, mühendislik ilkeleri ve kuralları dikkate alınarak üretilmeyen yapılar aynı zamanda kaçak olduğu için bu yapıların deprem güvenliklerinin olduğunu söylemek de mümkün değil. Bu yapıların deprem güvenlikli hale getirilmesi gerekiyor. Öncelikli olarak bu yapı stokuna yeni problemli yapı stokunun ilave edilmemesi gerekir. Zaten çağdaş anlayış 3 temel tanımlama yapar.
Nedir bu üç temel tanımlama, biraz anlata bilir misiniz?
Birincisi, var olan yapı stokunun deprem güvenlikli hale getirilmesi. İkincisi, yeni yapılacak olan yapıların deprem güvenlikli olmasının sağlanması. Çünkü var olan bir deprem güvenliği olmayan yapı stoku var. Eğer siz yeni yapacağınız yapıları da deprem güvenlikli yapmazsanız, var olan deprem güvenliği olmayan yapı stokuna yenilerini ilave edersiniz. Güvenliği olmayan yapı sayısını oldukça artırırsınız. Var olan yapılarda ve yeni yapılan yapılarımızın denetlenmesinde ciddi bir problem var. Bunların depreme ne kadar dayanıklı olup olmayacağını kimse söyleyemez. Çünkü denetim sürecinde ciddi bir problem olduğunu biliyoruz. Üçüncü anlayış da, zararların transfer edilmesi. Bu da sigorta sistemi demek.
Türkiyede bu üç anlamda da problem var. Bugün İstanbulda bulunan yapıların yaklaşık üçte biri sigortalı. Türkiye genelindeki durum bundan daha az. Dolayısıyla ciddi bir problem olduğunu söyleyebiliriz.
Eylem Lodos - Ömür Hazel Tosun
Evrensel'i Takip Et