29 Ağustos 2010 00:00

Yazılamayan mektuplar


Nicedir mektup falan yazamıyorum. Yalnızca mektup yazdığımı düşünüyorum, sonra bu mektubun gideceği mekanları... çoğu hapishane. Elden ele geçmiş, okuna okuna pörsümüş belki de satırları karalanmış mektupların bile bir sevinç vereceğini biliyorum. Ama nedense artık gücüm yetmiyor. Mektup yazmam gereken kardeşlerimden biri Bülent Şamcı. Şair. Nasıl merak ediyorum şiir yazıp yazmadığını... Bir iki satır yazsam yeterli olacak ama kağıt kalemi elime alınca tıkanıp kalıyorum.
Biliyorum ben yazmadıkça gocunuyor. Oysa ne güzel bir oyun oynuyorduk onunla. O hapisten çıkacak, ben şu kımıldamazlıktan; birlikte Kars’a gideceğiz. O bana Kars “Kalası”nı gezdirecek. Bu kalenin bir dönem hapishane olduğunu anlatacak. Dedesinin bu kalede yattığını. Belki “Bu kala taşlı kala”yı söyleyecek...
Yazamıyorum Bülent’e. 15 yılı dört duvar arasında devirmiş bir genç adama artık iğde çiçeklerinin pencereme vuruşunu anlatmak gücüme gidiyor. Oysa onun gücünü tüketmemesi bizim yazacağımız mektuplara bağlı. İnsan sevdiklerine ne yazar. Kimi zaman paylaşamadığı bir öğündeki yemekleri. Bir manzarayı...Bir öyküyü.
Şu ara anayasa taslağı diye önümüze konan metne hayır demenin de evet demenin de hapistekiler için fark edip etmeyeceğini bile düşünüyorum. Umutsuz muyum neyim!?
Benim asıl mektup yazmak istediğim insanlar, bu gazeteyi okumazlar ki... Şu geçen gece “Evet diyeceğim, evet... Hırsızlar, yolsuzlar hapiste, her şey ucuz” diyen halk kadınına. 20 liraya pazar çantasını doldurmuş söylediğine göre. Etini, yumurtasını, peynirini soramadım. Halkımız onların yaşama hakkını çalan hırsızların farkında değil ne yazık ki... Kendi dışarıda oldukça mahkemelerin de, adaletin de uygun gittiğini sanıyor. “Varsa pulun dünya kulun. Yoksa pulun cehennemdir yolun” düzenine de sesi çıkamıyor. Parası olmamasının ayıp olduğu öğretilmiş bir kere.
Geçenlerde bir arkadaşımız 10 tane iğne yedi. Eski parayla bir milyar tutmuş. Sağlık güvencesi bu ilaçları ancak ölüm eşiğinde kapsıyormuş. Adını söylesem hepiniz tanırsınız. Derdim bir aydının düştüğü durum değil sağlık güvencemiz. Eh bir de halk iradesi bu yeni anayasayı onayladı mı... tadından yenmeyecek.
Deyimlerin öyküleri vardır ya. Ben birisini pek severim. Feodalizm, feodal falan filan demeden anlatacağım.
Adamın biri bir şehre bey olmuş. Gelen, giden kutlayan, armağan getiren gırla. Bir sabah bakmış kapı önünde bir gürültü patırtı. Kapıcılar adamın birini kovuyorlar, adam gitmiyor avaz avaz “Beyi göreceğim, armağanımı kendim vereceğim” diye bağırıp duruyor. Kapıcıbaşını çağırmış: “Nedir demiş adamla derdiniz?” Kapıcıbaşı:
“Beyim” demiş “adam sizin için armağan olarak kefen getirmiş. İlle verecek. Madem öğrendin, artık ölür müsün, kefene girmek için, öldürür müsün armağan sahibini... Sen bilirsin”. İşte kimi durumlarda ölür müsün öldürür müsün denmesi...
Neyse siz “Münasebetsiz Mehmet Efendi”yi bilir misiniz? Hani padişah ününü duymuş da merak etmiş, getirmişler. Sohbet ediyorlar. Padişah şaşmış, akıllı uslu bir adam. Bu adama neden “münasebetsiz” denir. Demeye kalmamış, adam “Hünkarım” demiş “Zurna çalar mısınız?” Padişah “Hayır” demiş. Münasebetsiz Mehmet efendi “Babam da çalmazdı da” diye cevaplamış... Ben bu münasebetsiz fıkrayı, toplumcu falan geçinen şu aradan birinin “yenilik olsun” diye seçimde evet diyeceğini ekranlarda açıklayınca anımsadım. A evladım yenilikten, hareketten yanaysan otur da şiirini yaz. 10 yıldır, üst üste baskı yapan kitaplarına bir iki satır eklenir...
Sen otuz yıllık üstelik değişe değiştirile cifesi çıkmış metni mehter marşıyla yutturmayı yenilik sayarsan... seni şair sayanın gözlerinden öperim.
Bir de buna evet diyorsan... Üstelik de televizyonda ilan edip telefonu açmaya korkacağım bana neler diyecekler diye cilveler yapıyorsan... Eh afferin sana!
Sennur Sezer

Evrensel'i Takip Et