5 Eylül 2010 00:00
ÖZGÜRLÜK
TBMM Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin bir tasarrufta bulundu. Bu tasarruf henüz tamamlanmış değil. Halk tamamlayacak; evet derse düzenlemeler hukuk alanına girecek, hayır derse düzenlemeler hukuk alanına girmeyecek. Kısaca halk oylaması, halkın TBMMnin kendi süreci içinde tükettiği ancak tamamlanmayan tasarrufu tamamlama yetkisini kullanması anlamını taşıyor.
Anayasada geçtiğimiz yıllarda yapılan bir değişiklikle, TBMMde 330-367 arası milletvekilinin oyları ile kabul edilen anayasa değişikliği düzenlemesinin zorunlu olarak halk oyuna sunulması, halka önemli bir yetki verdi. Bu yetkinin temel alınarak ve çeşitlendirilip, yaygınlaştırılıp geliştirilerek yeni bir toplum tasarımının en demokratik ilkesi ilan edilmesi gerekirken, yetkinin kullanımını boykot etmek siyasi mücadelenin eksenine oturtulduğunda, halk tesadüfen de olsa ortaya çıkan bu yetkiye yabancılaştırılmış oluyor.
Ben tesadüfen de olsa ortaya çıktığı için sahip olduğum bu yetkiyi kullanacağım. Elbette bu yetkiyi şu ya da bu nedenle kullanmak istemeyenler olacaktır, olmaması da düşünülemez. Benim eleştirdiğim şey boykotun siyasi mücadelenin aracı olarak kullanılarak halkın bu yetkisini kullanmamaya çağrılmasıdır.
Ben yetkimi kullanacağım ve evet diyeceğim.
Biliyorum eleştirileceğim ve haklı olarak neden evet dediğimi açıklamam istenecek.
Hepsini olmasa da gerekçelerimi özetleyeyim:
Önce, düzenlemelerin Ak Parti tarafından öngörülmüş olmaları benim açımdan çok önem ifade etmiyor; bir siyasi partiye referansla siyasi mücadele tasarlamayı doğru bulmuyorum.
Sonra, karşıma şu soru çıkıyor : Bu düzenlemeler demokrasiyi güçlendiriyor mu? Demokratik ve adil bir yargı kuruyor mu?
Yanıtım baştan, hayır. Anayasanın giriş bölümünde tanımlanan devlet, o devletin içine sokuşturulmaya çalışılmış, birlikte yaşama koşulları ve ilkeleri resmi ideoloji çerçevesinde belirlenmiş toplum, bu topluma doğarak katılan ve ölerek çıkan birey, despotik ve otoriter bir devlet yapılanmasıdır. Bu yapıyı ortadan kaldırmadan, devlet biçimi olarak demokrasiye ulaşılamaz, gıdım gıdım adımlarla demokratikleşilmez. Yargının demokratikleşmesine gelince; savunmanın kurumsal olarak yargının örgütlenmesinde ve işleyişinde yer almadığı, ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay arasında ara mahkemelerin (istinaf) bulunmadığı, özerk bilimsel polis (adli kolluk) örgütünün bulunmadığı, yargıç ve savcıların grev hakkına sahip sendikalarının bulunmadığı, yargılama sürecinde bilgisayarın elektrikli daktilo olarak kullanıldığı, vb. yargı demokratik yargı olamaz, adil yargılamaya elverişli yargı olamaz.
Öyle ise neden evet diyorum?
Tek tek maddeleri değerlendirmek istemiyorum; söyleyeceğim, var olandan daha geriye götüren bir düzenleme bulunmuyor öngörülen değişikliklerde. Ancak iki-üç düzenleme var ki, benim günlük yaşantımı olumlu etkileyebilecek değişiklikler öngörüyor.
Birincisi, askeri yargının görev alanını daraltan düzenleme. Bu düzenleme hukuk alanına girerse siviller bazı suçlar nedeniyle, şimdi olduğunun aksine askeri mahkemelerde yargılanmayacaklar; yüksek rütbeliler dahil, askeri kişiler belli suçlar nedeniyle adli yargıda yargılanabilecekler. Bu, özellikle faili meçhul diye adlandırılan doksanlı yıllarda işlenmiş cinayetlerin, katliamların üzerine gidilmesinin yolunu açacaktır. Birçok Şemdinli Savcısı bunu deneyebilecektir. Önemli olanı, görülmekte olan Ergenekon türü davalar, Yargıtay aşamasında Askeri yargının görevidir denilerek askeri mahkemelere gönderilemeyecektir.
İkincisi, HSYKnın yeniden yapılanmasına ilişkin düzenleme. Bu düzenleme hukuk alanına girerse, ilk derece mahkemelerinin yargıç ve savcıları (10 kişi) ilk kez HSYKda yer alacaklardır. Bu düzenleme, hukukun üretilmesi ve yaratılması bakımından Yargıtayın ilk derece mahkemeleri üzerindeki hukukun uygulanmasına ilişkin vesayetini büyük ölçüde kıracaktır. İlk derece mahkemeleri hukuku üretme ve yaratma işlevlerine sahip çıkabileceklerdir: Kararlarını Yargıtayın, üyeleri değişmedikçe değişmeyen kararlarına göre değil, kendi araştırmalarıyla geliştirebilecekleri doğrultuda verebileceklerdir. İlk derece mahkemeleri yargıç ve savcılarının başvuru kaynakları sadece Yargıtay üyelerinin yazdıkları, bilimsel araştırma ürünü yayınların fiyatlarının çok üstünde fiyatla satılan kitapları değil, tüm bilimsel yayınlar olacaktır. Önemlisi, Şemdinli Savcıları hayatlarının karartılacağı kaygısı taşımaksızın cesur davranabileceklerdir.
Üçüncüsü, geçici 15inci maddenin kaldırılmasına ilişkin düzenleme. Bu düzenlemenin bir sonuç doğurmayacağını, göstermelik olduğunu kanıtlamaya çalışarak şimdiden hesap sormanın yolunu tıkayan hukukçuları anlamıyorum. 12 Mart olduğunda ben 41 yaşındaydım. O tarihlerde işkence yaptıranlar, yapanlar, bir yerlerden aldıkları emirle üniversite öğretim elemanlarını, kamu çalışanlarını görevden atan ve attıranlar, hukuku hiçe sayarak idam, yıllar boyu hapis cezası verenler şimdi benim yaşımdalar ya da benden daha gençler. Onlara ve benzerlerine karşı ceza ve tazminat davalarını açabilmenin fikriyatını üretmek yerine bu davaların açılamayacağını, hesap sorulamayacağını ileri sürenler sürsünler. Bu görüşleri onların siyasi mücadelenin neresinde yer aldıklarını gösterir, o kadar.
Ben, TBMMnin tasarrufunu tamamlama yetkimi, bu yetkinin çeşitlendirilerek geliştirilmesini talep eden bir siyasi mücadele düşünerek, demokratik özerklikte bu yetkinin tanınıp tanınmayacağını sorarak kullanacağım.
Ve düzenlemeler demokrasiyi pekiştirdiği ya da demokratik ve adil yargı gerçekleştirdiği için değil, var olan durumun ötesinde daha ileri taleplerin üzerinde temellendirilecek bir siyasi mücadele perspektifi getirdiği için evet diyeceğim.
YÜCEL SAYMAN
Evrensel'i Takip Et