5 Eylül 2010 00:00

Yaz biterken bir yaz düşü


az bitmek üzere. Türkiye bir yandan referandum aldatmacası, bir yandan yakmak-yıkmak-savaşmak saplantısı ile boğuşuyor. Sağlık Bakanı son iki yılda 273 bebeğin öldüğünü açıklarken pek rahatsız görünmüyor. Kimi gazetelerin arka sayfalarında kocaman “EVET” ilanları var. Bu tam sayfa ilanlar yerine, tam sayfa “BEBEKLER NEDEN ÖLDÜ?” soruları görmek bir düş. Ülkenin içinde bulunduğu kabusta, tam sayfa “Bebekler neden öldü?” yazan, gerçeği arayan ve adalet isteyenler bulmak ancak bir düş olabiliyor.
İnsan, referandum aldatmacasını, savaş saplantısını bir yana atıp çocukların kahkahalarını duymak istiyor. Milliyetçilik, adaletsizlik, düzenbazlık dolu anayasaları değil, meydanlardaki şaşkın çığırtkanları değil; çocukların kahkahalar attığı yaz günlerini görmek istiyor.
Bugün size böyle bir yaz gününü sunmak istiyorum. Taner Baybars’ın dilinden, acı değil kahkaha, milliyetçilik değil barış dolu bir gün. Geçmişten, henüz “Enosis veya Taksim” girdabına girmemiş bir Kıbrıs’tan bir gün. Düş gibi bir gün…
Bir yaz günü
Bir yaz sabahı Kostari babamı görmeye geldi. Kostari, Vavilyalı [Vasilyalı] bir otobüs şofürüydü. Kendi otobüsü vardı. … Seyahatlerimiz için hep onu kiralardık. Sevimli bir adamdı, araba sürmediği zaman sarhoş ve neşeli, yolda, özellikle de Boğaz ile Girne arasındaki keskin virajlı geçit boyunca ayık ve dikkatli.
Kostari, Lefkoşa’daki bir dükkana bir yük misket limonu getirdiğini ve yarına kadar … dönmeyeceğini söyledi. Bizi, nereye istersek oraya gitmek koşuluyla bedava bir gezintiye çıkartmak için çok istekliydi. Gezi birkaç dakika içinde örgütlendi ve hepimiz otobüse doluştuk. Teyzem ve kocası, Fikri dayımın oğlu Hakkı ve sokaktaki bazı çocuklar ile piknik sepetleri. Ancak Kostari şoför koltuğuna geçtiği zaman fark ettik ki, nereye gideceğimize ilişkin hiç fikrimiz yoktu. Bütün çocuklar bağırdılar: Deniz, deniz. Bu, zavallı Kostari’nin ya Girne’ye ya Lapta’ya gitmesi demekti ki, bu da haftada iki kez gidip geldiği rotaydı. Ama o aldırmadı. Bırak da çocuklar biraz deniz havası alsınlar, dedi babama Rumca.
Boğaz’da durduk, yalnızca yirmi mil sonra. Ama çocukları daha şimdiden yol tutmaya başlamıştı. Devasa çınar ağaçlarının ve yayılmış incir ağaçlarının altında sepetlerimizi açtık ve renkli örtüler üstüne yiyecekleri serdik … Babamla teyzemin kocası … bir şişe seçme konyak ve bir buz kalıbıyla geldiler. Hepimiz kuru zemine yayıldık ve pişmiş yumurtalarımızı … tokuşturduk ve çarpıştırdık…
Babam udunu da yanında getirmişti. Çaldı ve şarkı çağırdı ve gerekli yerlerde biz de ona eşlik ettik. Kostari konyak şişelerine çatallarla vurarak sözleri Rumca söyledi ve hepimiz olduğumuz yerde zıp zıp zıpladık. Sonra kahveden birileri buharı üstünde tas kebap, cacık ve salatalarla göründü. Biz çocukların sepetlerinde öyle çok yiyecek vardı ki babalarla anneleri tıkınsınlar diye rahat bıraktık ... ormanın içinde dağıldık. Ağaçlara tırmandık, kendimizi bereledik …
Saklambaç, yeşilliğin içinde derinlemesine araştırmalar, gelincikleri koparma, sıcaktan gevşemiş kuşlara taş ve meşe palamudu atma. … Koştuk. Tırmandık ve düştük. Tek bir çocuk bile ağlamadı. Bu, saatlerce sürdü. … [N]e zaman ki, bitkin düştüğümüzü hissettik, yerlere rahatça, birbirimizden ayrı ayrı serilmeyi göze alamadık. Aramızdaki en büyük oğlan Hakkı bizi bir araya topladı ve biraz zor bulduğumuz piknik yerine doğru uygun adım yürüttü. Çınar ağacının en koyu gölgesinde koruyucularımız uykuya dalmışlardı. Seyreltilmiş konyağın üçüncü şişesi yan yatmış, kuru otların üstüne damlıyordu. Mümkün olduğunca sessizce yerlere dağıldık ve gözlerimizi kapattık.
…
Daha şimdiden öğleden sonranın geç bir vakti olmuştu. … Kostari dedi ki: Çocuklara denizi hiç değilse göstermek zorundayım. Annem ve teyzem huzursuz oldular… Ama Kostari ısrar etti ve birkaç dakika sonra döne döne inip çıkıyorduk ve ağaçlar çevremizi sarmıştı. … Son keskin virajın ardından Girne’ye doğru inişin başladığı yerde durdu ve önümüzde güneşle kaynayan altın rengi bir deniz vardı. Bir çocuk, ben denizin mavi olduğunu sanıyordum, dedi. Sekiz yaşında olduğu halde denizi ilk defa görüyordu.
Geri dönüp Lefkoşa yolunu tuttuk ve güneş batmıştı… Boğaz’da yerlerimizden kalkmadan biraz daha temiz hava almak için yine durduk. Lefkoşa’nın ışıkları oradaydı. Önümüzde. Bir günlük zor bir gezintiden sonra serin yataklar ve uyku.
Kostari uyumak için hanına gitmek zorundaydı. Ayrılmadan önce defalarca eğlenip eğlenmediğimizi sordu ve sonunda gezmenin her anına bayıldığımız konusunda şiddetle temin edildi. (s.71-73)
Not: Bu güzel yaz günü, Taner Baybars’ın Uzak Ülke: Bir Kıbrıs Çocukluğu (İngilizceden çeviren Bahar Öcal Düzgören, Yapı Kredi Yayınları, 1997) adlı kitabından alınmıştır. Bu yıl ocak ayında Fransa’da ölen Taner Baybars’ı bir kez daha saygıyla anıyorum.
Serdar M. Değirmencioğlu

Evrensel'i Takip Et