7 Eylül 2010 00:00
GÜNCEL
AKP, diğer politikalarında yaptığı gibi, referandum politikalarında da karşısındaki güçleri bölmeye çalışıyor. BDPye destek verenleri bölmek için ince çalışmalar yaptılar. Daha önce pek çok konuda BDPyi destekleyen bazı çevreleri çeşitli vaatler, tehditler veya küçük rüşvetlerle yanlarına çekmeyi becerdiler gibi görünüyor.
Aynı, politikayı aydınlar içinde de yapmaya çalışıyorlar. Liberal ve liberal solcu aydınlar zaten baştan itibaren AKPyi destekliyor. Bu çevreler ABDnin öncüsü olduğu yeni dünya düzeninin peşine takılalı yirmi sene oldu. Onların asıl çabası devrimci ve sosyalist politik parti ve örgütleri gözden düşürmek ve dağıtmak. AKPnin asıl başarısı, liberalleri politikalarına yedeklemek değil. Gerçekten demokrat ve ilerici bazı aydın, yazar, sanatçıların da kafasını karıştırmak ve politikalarına bunlardan destek almak. İçlerinde dostlarımızın da bulunduğu bir grup aydın referandumda evet oyu kullanacaklarını açıkladılar. Bunların üç gerekçesi var; birincisi değişikliklerin eskisinden daha kötü düzenlemeler getirmedikleri, ikincisi AKPnin askeri vesayet rejimini zayıflattığı, üçüncüsü ise demokratikleşmenin yargıyı demokratikleştireceği.
İlk ikisi konusunda daha önce çok yazdığımızdan ve özellikle hukukçular içinde üçüncü gerekçeye samimi olarak inanan dostlarımızın olması nedeniyle, yargının demokratikleşeceği varsayımı üzerine bir iki söz etmek gerekiyor.
Diyorlar ki; HSYKnın on üyesi doğrudan hakimler tarafından seçilecek. Bu durum da, yargı içindeki kastlaşma ve antidemokratik yapıyı dağıtacak.
HSYKda yapılan değişiklik gerçekten yargıyı demokratikleştirir mi? Değişiklik kabul edilirse, HSYK 22 üyeden oluşacak. Adalet Bakanı ve Müsteşarı kurulun üyesi olacak. On üye cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. On üye hakimler tarafından doğrudan seçilecek. Yani, doğrudan seçilecekler azınlıkta oluyor. Üstelik doğrudan seçilecekler çoğunlukta olsa dahi, doğrudan seçimler ne zamandan beri demokrasiyi getiriyor. Türkiyede uzun yıllar seçimlerle Meclis oluşturuluyor, Türkiye demokratik bir cumhuriyet mi? Ya da İstanbul Barosu yüzeli senedir seçimle başkanını ve yönetimini belirliyor, İstanbul Barosu ya da diğer barolar demokratik barolar mı? En Faşist diktatörlüklerde bile seçimler yapılıyor.
İşe önce HSYK için oy kullanacak hakimlerin nasıl seçildiğine ve nasıl çalıştığına bakarak sorunun cevabını aramak gerek. Mevcut sistem de, önerilen yeni sistem de hakim ve savcıların Adalet Bakanlığı tarafından alınmasını getiriyor. Yürütme ya da Adalet Bakanlığı tarafından belirlenen komisyon üyeleri hakim ve savcı adaylarını belirliyor. Önce yazılı sınav yapıyorlar. Yazılı sınavı geçenler mülakata giriyor. Bu mülakatta bütün Adalet Bakanları kendi taraftarlarını alıyor. AKP ve tayip Erdoğan Moğultay ve Seyfi Oktayın aldığı hakimlerden şikayet ediyor ama son sekiz senedir AKP belirliyor mesleğe alınacak hakim ve savcıları. Son on beş senedir de CHP dışındaki parti ve koalisyon iktidarları belirliyor. HSYK üyesi belirlemek için seçime katılacak hakim ve savcıların 12-14 yıllık hakim ve savcılar olması gerekiyor. Yani, CHPnin aldığı hakim ve savcı kadar ondan sonraki iktidarların aldığı hakim ve savcı var seçime katılacak. Böyle bir seçimden ve Cumhurbaşkanının seçeceği üyelerden, bir de üstüne bütün üyelerin üstünde gücü ve yetkisi olan Adalet bakanı ve müşteşarını koyunca nasıl demokratik bir HSYK ve demokratik bir yargı ortaya çıkıyor?
Sosyalistler, Marksistler bu tür durumlarda sistemden söz ederler. Yani, üç beş iyi adamın sistemin işleyişi üzerinde hiçbir etkisi olmadığını iki yüz sene önce kanıtlamışlardır. Onun için devrim derler. Onun için yıkıp, yeniden işçilerin iktidarını oluşturmaktan falan söz ederler. Belki gözden kaçmış küçük bir azınlık dışında yıllarca gerici, faşişt adalet bakanlarınca mesleğe alınan hakim ve savcılar içinde, yargı sistemini demokratikleştirecek nitelikte kişiler değildir. Daha önce yazılarımda söz etmiştim; emekli bir askeri hakim var, şimdilerde çok demokratik önerilerde bulunuyor, düşünceler ifade ediyor, ismini yazmak gerekmez, önceki yazılarımı hatırlayanlar ismini de hatırlar; bu zat 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi ve Diyarbakır sorgu merkezlerinde işkencenin zirvesinde olduğu dönemlerde sıkıyönetim askeri savcısı olduğu söylemektedir. Fakat, bütün görevi boyunca Diyarbakır işkencecilerinden hiçbiri hakkında tek bir dava açmamıştır.
Bir diğeri, emekli olduktan sonra, son yıllarda pek çok tartışma programına katılmış ve ilerici, demokratik fikirler ileri sürmüştür. Kendisi de söylediklerinden, yazdıklarından ötürü yargılanmıştır ama DGM savcısı iken, diğer savcılardan farklı tavır ve tutumu olmamıştır. En azından benim girdiğim basın davaların hiç birinde (sonradan beraat kararı verilenler dahil) beraat yönünde mütalaa belirtmemiştir. Ki, onun ceza istediği ve mahkemenin ceza verdiği davalarda da AİHMde Türkiye mahkum olmuştur.
Örnekler çok. Onlarca, yüzlerce örnek verebilirim. Yargının demokratikleşeceğini düşünen hukukçu dostların bu pratik uygulamadan haberi olmayabilir. Onların çoğu, destek olmak için girdikleri birkaç toplu girilen dava dışında davaları da olmayabilir, fakat sistemin uygulaması ve pratik işleyişi onların teorik çözümlemesindeki gibi değildir.
Referandumda evet çoğunlukta olursa, onlar da kısa bir süre sonra umduklarını bulamayacaklardır ama o zaman iş işten geçmiş olacaktır.
KAMİL TEKİN SÜREK
Evrensel'i Takip Et