10 Eylül 2010 00:00

‘TARiFi iMKANSIZ’


Banu Torun, 12 Eylül faşist darbesini; işkenceleri ve buna karşı verilen direnişleriyle de anılan Mamak Askeri Cezaevi’nde karşılayan binlerce kişiden biri. 6 yıl 2 ay Mamak, Ulucanlar, Bartın ve tekrar Ulucanlar cezaeevleri sürecinin ardından 1986’da özgürlüğüne kavuşan, 1988’de ise yurt dışına çıkan Banu Torun, 30 yıldır özlemlerini duyduğu yoldaşlarıyla 12 Eylül Utanç Müzesi’nde “buluştu.”
Müzeyi arkadaşlarıyla birlikte gezen Banu Torun, ikinci gezisini de bizimle yaptı. Kat kat, adeta fotoğraf fotoğraf gezdiği müzede kah gözyaşlarını tutamayan, kah gülümseyen Banu Torun, Mamak Cezaevi’nde birlikte yattığı bir arkadaşını, fotoğrafları sergilenenlerin tersine canlı canlı müzede görünce gözyaşlarını da tutamadı. Arkadaşına sarılan ve dakikalarca öyle kalan Banu Torun’u en çok etkileyen köşe ise, Mamak’ta havalandırmada sık sık karşılaşıp sohbet ettiği Erdal Eren’in köşesi oldu. Erdal’ın, arkadaşları tarafından müzeye bağışlanan 30 yıllık ceketine dokunamayan, “yıpranır” diye kimseyi de dokundurtmayan Banu Torun, hem ilk ziyaretteki, hem de bizimle yaptığı ziyaretteki duygularını paylaştı:
‘KELİMELERLE İFADE ETMEK ÖYLE ZOR Kİ’
“Duygularımı kelimelere dökmek, anlatmak öyle zor ki; ne kadar anlatırsam anlatayım tam ifade edemeyeceğim, bir şeyler eksik kalacak diye düşünüyorum.
İlk geldiğim gün, kapıdan girip de resimleri gördüğümde ve birden o darağacı (aslı Altındağ Belediyesi AKP’li başkan tarafından verilmediği için kurulan temsili darağacı) karşıma çıktığında öyle bir şaşırdım ki... O an, beni aldı bütünüyle geçmişe götürdü. Bina, zaman, mekan, yer değiştirdi; nerede olduğumu bile tam algılayamadım.
Ama beni en çok etkileyen tabii ki, (eliyle göstererek) Erdal’ın bu köşesi oldu. Erdal’la belki aynı gün, belki bir gün ara ile Mamak Cezaevi A Blok’a gittik. 12 Eylül sürecine kadar her gün havalandırmalarda görüştük, konuştuk. Öyle bir bağ oldu ki aramızda, kopmaz; fiziki yokluğun bitiremeyeceği bir bağ...
ERDAL’IN CEKETİNE DOKUNDURTMUYOR
Katları tek tek gezerek geliyorum. Hemen biraz ileride Deniz’in fotoğrafını, kitapları gördüm. Başımı bir kaldırdım, Erdal’ın mahkemedeki o fotoğrafı gözümün önünde... O an mahkeme süreci gözümde canlandı, (gözleri buğulanıyor, ağlamaklı) çok kötü oldum. Gerçekten mekan yer değiştirdi, bu bir saniye mi, bir dakika mı, iki dakika mı sürdü bilmiyorum. O anda arkadaşlardan biri Erdal’ın ceketine dokunmak istemiş, ben sert bir ifadeyle “dokunma ona” diye bağırmışım. Niye yaptım bilmiyorum ama arkadaşların sonradan anlattığına göre, yanımdaki arkadaşa dönüp, “yıpranır, yıpranır” demişim. Ama ben bunları hiç hatırlamıyorum.
Yaşadıklarımı, o anları anlatmak, kelimelere dökmek mümkün değil. Zaten birkaç gündür ben bugünü değil de geçmişi yaşıyor gibiyim. Zaten 30 yıldan sonra bir Ankara olayı... Tarifi imkansız...”
İÇİMDEKİ KİN Mİ, ÖFKE Mİ BİLMİYORUM
Benzer duyguları işkence yöntem ve aletlerinin teşhir edildiği yerde de yaşadığını anlatıyor Banu Torun. İşkence aletlerini kastederek anlatımını sürdürüyor:
“İlk gördüğümde, diğer şeyler için de geçerli, yaklaşıp bakamıyorum, dokunamıyorum. O an içime gömdüğüm kin mi, öfke mi beni geride tutuyor...
O kadar şey oldu biz bir şey yapamadık, elimiz kolumuz bağlandı düşüncesi mi; bunları yaşadık ama bakın buradayız. Neyi becerdiniz, neyi hallettiniz, bakın bizi yine de yok edemediniz duygusu mu öne çıkıyor bilemiyorum. Ama galiba bir bütün olarak hepsi var. Bizi yok edemedikleri için bir sevinç ve mutluluk, direnmenin, ayakta kalabilmenin mutluluğu, sevinci... Ama kaybettiklerimizin de acıları...
O süreci anıp, acıyı duymak... Ben acıyı çok çabuk duyuyorum. Neden bilmiyorum, belki de uzun yıllardır burada olamamak, buradaki arkadaşlar kadar olayları sıcak yaşayamamak, birçok sevdiğimizi bir arada görmek... Hepsi var...”
26 YIL SAHİBİNE ULAŞMAYAN MEKTUPLAR
Banu Torun, Mamak Cezaevi’nden arkadaşı Rezzan Koca ile ağabeyine gönderdiği iki kartpostal-mektubu sergide karşısında görünce de duygulanıyor. Yıllarca o mektupların sahiplerine ulaşıp ulaşmadığını bilmiyor. Ta ki, geçen yıl, bu mektuplar ortaya çıkana kadar. Bu iki mektup kendisine, yurt dışına gönderilmiş. Sergide de karşısında görünce yine o günlere, Mamak Cezaevi yıllarına dönüyor... Diğer mektupları, kartpostalları da geziyor tek tek.
“Bir şey yapıyorsun ulaşmıyor. Bu bir selamdır, mektuptur, resimdir. Ulaşıp ulaşmadığından da haberdar değilsin. Yıllar sonra onunla karşılaşıyorsun. O korkunç bir burukluk yaratıyor. Üzüntüyü, sevinci, korkuyu bir arada yaşıyorsun, müthiş bir duygu seli yaşıyor insan” diye anlatıyor Banu Torun duygularını.
Mektupların hemen yanında Mamak 1. Koğuş listesinde 32. sırada adını da okuyor Banu Torun: Listede adı, nereli olduğu, doğum tarihi, baba adı, suçu ve örgütü de yazıyor ve bunları yeniden okuyor Banu Torun. (Ankara/EVRENSEL)


‘BU HÜKÜMETLE HESAPLAŞMA OLMAZ’

12 EYLÜL darbesiyle hesaplaşma olmayacağını, en azından bu iktidarın, bu devletin hesaplaşmayacağını belirten Banu Torun, “Farklı bir hükümet, farklı bir devletin olması gerekiyor” diyor. Referandum ve AKP’nin 12 Eylül’le hesaplaşacağı propagandası konusunda da şunları söylüyor Banu Torun:
“Ezenlerle ezilenlerin olduğu bir toplumda, ezenler hiçbir zaman ezilenler lehine bir anayasa yapmazlar. Mümkün değil, doğalarına aykırı bu. Ama 12 Eylül öylesine ayyuka çıkmış ki, bunun sırtından onlarla hesaplaşılacak gibi gösterilen bir oy kavgası... Hesaplaşma için mutlaka bir emekçi iktidarı olmalıdır. Ezilenlerin, bütün bir halkın getirdiği iktidarla mümkün bu. Bu iktidara giden süreç de çok uzun. Peki bunun yolunu açmayalım mı; bu yolları açacak her şeyi kullanalım, ama kendimizi de aldatmayalım. Demokrasinin olmadığı bir ülkede referandumla bu tür bir hesaplaşma olmaz...”

‘AYAKTA DURMAYA ÇALIŞTIM’

23 OCAK’ı 24’e bağlayan gece gözaltına alınan, 48 saatlik gözaltı süresini 15 güne çıkartabilmek için askeriyeden izin alınması… Banu Torun, 5 Şubat’ı 6 Şubat’a bağlayan gece de Mamak Askeri Cezaevi’ne gönderiliyor. Gördüğü işkence nedeniyle belinden ve ayaklarından ayakta duramayacak halde, ama “arkadaşlar daha fazla etkilenmesinler” diye zorla ayakta durmaya çalışıyor; “ayaklarımı, vücudumdaki işkenceleri hissettirmemeye çalışıyorum” diyor Banu Torun: Ama onca işkenceye rağmen gördüklerini, “12 Eylül sonrası ile kıyaslanamayacak kadar az işkence” diye anlatıyor.
‘Suçu’ önce, “Halkın Kurtuluşu gençliği olarak toparlanma” olarak söylenirken, daha sonra TDKP İ֒den (Türkiye Devrimci Komünist Partisi İnşa Örgütü) yargılanıyor. TCK’nın 168/1. maddesinden ceza alıyor...
Mamak, Ulucanlar ve Bartın cezaevleri arasında dolaştırılan, sağlık nedeniyle tekrar Ulucanlar’a getirilen Banu Torun, 6 yıl 2-3 aylık hapisliğin ardından 1986 24 Mart’ında infaz yasasında yapılan bir değişiklikle, ceza indiriminden dolayı ‘özgürlüğüne’ kavuşuyor.
‘ÖZGÜRLÜĞÜNE’ KAVUŞMA
Cezaevinden çıktıktan iki yıl sonra, 1988’de yurt dışına çıkan ve o tarihten beri ilk kez Ankara’ya gelen Banu Torun, çıkış nedenini, “Cezaevinden çıktığımda sağlığım çok kötüydü. Hem sağlığım, hem de günlük yaşamımı devam ettirebilmek amacıyla yurtdışına çıkmak zorunda kaldım” diye anlatıyor.
‘YÜZLERCE İNSAN, BİRŞEYLE HESAPLAŞIYOR GİBİ’
Deniz Gezmiş’ten, Mahir Çayan’a, Erdal Eren’e, Necdet Adalı’ya, Sivas şehitlerine, yitirilen bütün değerlere, çoğunluğu siyah-beyaz bine yakın fotoğrafın bir arada olduğu bölümde daha bir duygulanıyor Banu Torun. “O kadar ilginç ki, önünde durduğum zaman... O kadar insan bir arada...Belki bir mezarlık gibi denilebilir. Ama ben öyle düşünmedim. Bana yansıyan, orada o kadar insan bir araya gelmiş, birikmiş, sanki bir şeylerle hesaplaşıyor gibi... Bu görüntü beni bir titretti… Korkunç etkiledi...”
Sultan Özer

Evrensel'i Takip Et