11 Eylül 2010 00:00

İSTANBUL VE DEPREM 2

İstanbul depreme hazırlandı mı?

Paylaş

Yüksek binalar; dar sokaklar, yan yana binalar... Bir deprem olsa insanların kaça bileceği boş alanlar bile kalmadı. 17 Ağustos 1999’da depremden kaçan insanların sığındığı boş alanlarda şimdilerde plazalar yükseliyor. Depremden sonra evlerimizi, mahallelerimiz dönüştürmeliyiz dediler. Zeytinburnu Kentsel Dönüşüm Projesi için pilot bölge seçildi. Ardından İkitelli, Sulukule, Başıbüyük, Tarlabaşı geldi. Hepsinde ayrı ayrı mağduriyetler yaşanıyor. İstanbul hazırlandı mı bu beklenen ‘felakete’. Şehir planlandı mı, insanlar kaçabilsin diye boş alanlar açıldı mı?... Bu soruların cevabını şehir palancısı aynı zamanda afet yönetim uzmanı da olan TMMOB Şehir Plancıları Odası Afet Komisyonu Üyesi Yılma Karatuna ile görüştük.

17 Ağustos 1999 depreminin ardından 11 yıl geçti, bu 11 yılın değerlendirmesini yapabilir misiniz?
Şehir planlama kapsamında bunu ela alacak olursak, 1999 depremi Türkiye’de afet yönetimi ve şehir planlamanın aslında ne kadar önemli konular olduğunu gösteren bir tarih olarak karşımıza çıkmakta. Öncelikle tarihi kronolojik yapıda bazı kanunlar gözümüzün önüne çarpıyor. Bizim elimizde afetler kapsamında 7269 Sayılı Afet Kanunu olarak da bilinen bir yasa vardı. Bu yasa çerçevesinde ne yazık ki bu güne kadar sadece afet olarak doğal afetler ve bunların içinde de deprem ele alınmaktaydı ve Türkiye’de aslında sadece müdahale aşamasına yönelik önlemleri ortaya koymaktaydı. Şehir planlama anlamında 3194 sayılı imar kanunumuz vardı burada her şey detaylı bir şekilde yer almasına rağmen güncellenmediği için şehir plancılar odası olarak da bir çok zaman eleştirdiğimiz konular içermekteydi. Daha sonra kentsel dönüşüm kavramı ortaya çıktı. Kentsel dönüşümde 5104 sayılı kuzey Ankara girişine yönelik bir kentsel dönüşüm projesine ait yasa çıkarıldı. Bu Türkiye’deki ilk kentsel dönüşüm uygulamasıydı ve belli anlamlarda faydalı oldu, deprem odaklı olmasa da. Ve son olarak aslında İstanbul’da 99’un tetiklediği unsurlardan biri olarak 5366 Sayılı Kentsel Dönüşüm Yasası ortaya kondu . Bunda da deprem odaklı uygulamalar ortaya çıksa da ranta yönelik bazı projelere sebep vermiş oldu.

Başka neler yapıldı?
2002 yılında üniversiteler aracılığıyla önemli bir çalışma yapıldı. Japon Uluslararası İş Birliği Ajansı JAYKA ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü bir proje oldu. Ve burada İstanbul’un risk haritası ortaya kondu. Üç tane senaryo hazırlandı. Bunlar tabi ki şehir planlama anlamında bize veri teşkil eden önemli çalışmalar oldu. Burada C senaryosu dikkatimizi çekiyor. En kötü en olumsuz senaryodur. Ve harita üzerinde şehrin en dayanıksız ve zarar görebilir kısımları ortaya çıktı. 2006 yılında İstanbul Çevre Düzeni Planı 100 bin ölçekli oluşturuldu. Ona dava açıldı ve iptal edildi. 2009 yılında gene 100 bin ölçekli bir çevre düzeni planı hazırladı. Yani bu yasayla oluşturulan yapı ne yazık ki kendisini planlarımızda gösterememekte. Bununla birlikte yapı denetimi kararname çıkarıldı. 4708 Sayılı Kanun hükmünde kararname. Bunu takip eden yıllar içerisinde geçtiğimiz sene özellikle afet yönetimi kavramında Türkiye’de baştan aşağıya bir yapılanmaya gidildi ve yeni bir müdürlük kuruldu. Afet ve Acil Yönetimi Başkanlığı teşkilat görevleri hakkında kanun 5902 Sayılı. Bu kanun Türkiye de ki üç tane afetten sorumlu kurumu bir araya getirmeye yönelik görevli oldu. Bayındırlık Ve İskan Bakanlığı’na bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Afet ve Acil Yardım Yönetim Başkanlığı ve de Sivil Savunma Genel Müdürlüğünü bir araya getiren bir teşkilat kuruldu. Bu şu anda emekleme aşamasında. Ancak Türkiye açısından olumlu bir gelişmedir. Çünkü biraz öncede bahsettiğim gibi 7269 sayılı afet kanununda sadece depremden ibaret görülen bazı kavramlar afet yönetimi perspektifi açısından ele alınmaya başlanmış oldu.
Kentsel Dönüşüm Projesi deprem sonrasında hazırlandı. Ancak bir çok tartışmaya neden oldu, insanlar mağdur oldu. Bu projeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kentsel dönüşüm dediğimiz Zeytinburnu pilot projesi ile başlamıştır. Sümer Mahallesi’nde ortaya kondu. Büyük başarısızlıklar söz konusu oldu. Kentsel dönüşüm uygulamaların baktığımız zaman dünya çapındaki literatür örneklerinde halk vardır, kamu vardır ve özel sektör vardır. Bunların üçü ne kadar ortak paydada buluşabilirse bunlar o kadar başarılı kentsel dönüşüm projeleri olarak adlandırılır. Zeytinburnu’nun seçilme sebeplerinden birisi hem ekonomik yapısı hem kentsel anlamda arazi değişimine uğraması gereken alanlardan biriydi. Buradaki başarısızlık ve daha sonrasındaki 5366 sayılı yasanın getirmiş olduğu açık alanlarla birlikte ranta yönelik bazı projeler ortaya çıktı. Sulukule dönüşümü ve Tarlabaşı. Bugün de gündemimiz de olan Tarlabaşı. Biz Şehir Plancılar Odası olarak bu iki projeye de dava açtık. Sulukule örneğinde halkı oradan uzaklaştırma çabası söz konusu. Orada çok özel bir halk var. Bu da ayrı bir konudur. Onu deprem odaklı incelemenin doğru olacağını düşünmemekteyim. Ama Tarlabaşı örneği olsun oradaki yoğun yapılaşma ve İstanbul’un deprem riskini göz önünde bulundurduğumuzda bu tarihi alanların nitelikli bir şekilde dönüşmesi gerekirken rant olarak dönüşmesini kabul edemeyiz.

Tehlikenin boyutları ortada, peki beklenen İstanbul depremine İstanbul hazır mı?
Bu soru zaten gündemimizde ve hepimize sormamız gereken bir soru. Hazırlık konusu dört aşamadan oluşur. Hazırlıklı olmak, zarar azaltmak, müdahale ve iyileştirme. 1999 depremine kadar sadece müdahaleye yönelik Türkiye’de bir yapılanma söz konudur. Ancak bahsettiğim kanunlarla birlikte Türkiye’de biraz daha zarar azaltmaya yönelik stratejiler ortaya konmaya başlanmıştır. Gerek bilimsel çalışmalarla gerek belediye ve valilik yönetimi sayesinde. İstanbul Türkiye’nin en büyük metropolü ve kalbi diyebileceğimiz bir kent. Çevresiyle birlikte ele alırsak üçte birlik bir kısmını etkileyecek bir depremden bahsediyoruz. Bu Türkiye’nin aslında bir gece, bir gün içersinde bir anda çökmesi anlamına gelmektedir, eğer yeteri kadar hazırlıklı olamazsak. Hazırlık çalışmalarına baktığımız zaman İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Afet Kordinasyon Merkezi (AKOM) ve valiliğin Afet Yönetim Merkezi (AYM) bünyesinde ilerletilen gelişmeler var. Dünya Bankası’ndan ciddi fonlar elde edildi, bunların düzgün bir biçimde dağıtılıp dağıtılmadığını test etmemiz gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu konuda bazı açıklamaları oluyor. Bu güne kadar benim elde ettiğim veriye göre 1 milyar 19 milyon liralık bir depreme hazırlık ve zarar azaltma çalışması yapılmış. Değişik kalemler altında deprem dönüşümü var, itfaiye araçlarının alınması var. Mikro bölgeleme çalışmaları var, şehir planlamanın asıl temelini oluşturacak çalışmalardan da bir tanesi; risk haritalaması var. Bu gibi çalışmalar oldukça faydalı gözüküyor. Ancak bildiğimiz kadarıyla dünyadan elde edilen fonlar 27 milyar dolar. Bunun sadece 1 milyar 19 milyonunu depreme karşı harcamış durumunda olduğunu Türkiye ifade ediyor.

Geriye kalan para ne oldu? Neler yapıldı bu para ile?
Gördüğümüz kadarıyla ben birazda bilimsel çevreleri takip etmeye çalıştığım kadarıyla, bazı yazılımlar yapılıyor Türkiye de. Hazırı varken yeni yazılımlar yapılıyor. Burada farklı insanlar istihdam ediliyor. Hazırda üniversitelerin oluşturduğu depreme yönelik kent bilgi sistemlerine yönelik çalışmaları, sıfırdan yenisini yapmak yerine var olanı geliştirmeye yönelik yeni çalışmalar yapılabilir. Deprem konteynırları alınıyor. Tanesi 30 milyar, ve İstanbul genelinde 500 tane koymayı planlıyorlar. Şu anda yanılmıyorsam 125 tane ve bu rakamı 500’e çekmeye çalışıyorlar. İstanbul’un nüfusunu 12 milyon olarak değerlendirirsek 24 ya da 25 bin kişiye bir tane konteynır düşüyor. Bu konteynırlar için yeterli açık alan yok, imar planlarında hala bu açık alanları oluşturmuyoruz. Ranta yönelik yoğunluğu arttırıcı imar planları geliştiriliyor.. İmar planlarını da düzgün yaptık diyelim, gerçekten şehir plancıları görevlerini düzgün yapıyorlar. Ancak politik baskılar sebebiyle o imar planlarında değişiklikler oluyor. Bir veri vermek istiyorum, geçen sene İstanbul’da 500 tane imar planı tadilatı yapılmış durumda. 500 tane imar planı tadilatı demek sürekli imar planlarında oynamalar yapılıyor o planın bütünlüğünü bozan çalışmalar yapılıyor demektir. Bu zaten deprem odaklı bir çalışmayı baştan aşağıya yıkan çalışmadır.

Söz konusu imar planları ve tadilatları ile birlikte, neler yapılması gerekiyor
Deprem odaklı ve depremden sonra sadece olayı deprem olarak algılamamız gerekiyor. İstanbul’da olası deprem sonrasında, ikincil afetler dediğimiz olaylar da olacak. Burada yangınlardan, doğalgaz patlamalarından bahsedebiliriz. Şehir içinde bol miktarda bulunan, konut alanlarının içerisinde yer alan, akaryakıt dolum tesisleri, istasyonları var. Bunlar çok ciddi tehdit oluşturuyor. Bu gibi patlamalardan vatandaşlarımız canlarını kaybedecek. Sanayi bölgeleri de aynı şekilde. İş hiyerarşik anlamda ele alınabilecek bir planlama çalışmasıyla değerlendirilmelidir. En son hazırlanan çevre düzeni imar planına baktığımızda 2009 yılında afete yönelik birkaç cümleden ibaret planlama yaklaşımları söz konusu. Ancak İstanbul’un anayasası olarak değerlendirebileceğimiz bu planı deprem odaklı düşünmüş olsalardı, turizm ve yabancı vatandaşları çekmek yerine kendi halkın ve yeni gelecek halkın can güvenliğini sağlamaya yönelik olsaydı plan böyle hazırlanmazdı. Bununla birlikte yeşil alanları korumamız gerekiyordu, su kaynaklarını korumamız gerekiyordu. Bir deprem sonrasında yaşanabilecek alanlar oluşması gerekiyordu. Benzer bir şekilde imar planlarıyla yoğunluğu arttırmamız gerekiyordu.


BOŞ ALANLAR ‘DENGELİ’ DAĞITILMALI

İstanbul da ki boş olanlar olabildiğince yok edildi, deprem sonrası halk ne yapacak?
Bu önemli bir konu. Şehir planlamacıları odası olarak afet komisyonu kapsamında bu konuya biraz eğilmeye başladık. İstanbul da dönüşüm kavramı ranta yönelik projelerden ziyade sürdürülebilirliğin, kentsel sürdürülebilirliğin sağlanması. Bu da üç bileşenle sağlanmaktadır. Ekonomi, ekoloji ve eşitlik; doğa, insan ve ekonomi yani. Bunların bileşkesini oluşturacak şekle depreme karşı hazırlıklarımızı sürdürmemiz gerekiyor. Ne yapılabilir, dönüşüm projeleri şehir planlamaya aykırı düşmeyecek şekilde kamu yararını esas alacak şekilde mutlaka denetiminin yapılabilecek şekilde ele alınması gerekiyor. Bazı alanların gerçekten dönüştürülmesi gerekiyor, çünkü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de ortaya koyduğu bazı ilçeler var. Avcılar, Küçükçekmece, Fatih, Eminönü, Bakırköy, Bayrampaşa, Adalar, Beyoğlu, Zeytinburnu ve Bahçelievler. Bu alanlardaki binaların kentsel dönüşümünün sağlamaları gerekiyor diye düşünüyorum.

KAMU YARARI GÖZETEN DÖNÜŞÜM...
Bu dönüşüm nasıl sağlanır, bahsettiğiniz dönüşüm şu an uygulanan dönüşüm projesi değil sanırım?
‘Kamu yararını’ gözeten kısmını vurgulamak istiyorum. Rant odaklarının yararına değil, kamu yararına, halkı gözeten, donatılarını gözeten, sağlık tesisleri, sosyal tesisler, yeşil alanlar, ulaşım sistemi, otopark alanları. Bunların dengeli bir biçimde dağıtıldığı, bir dönüşüm modeliyle ortaya konması gerekir ve etaplamalar şeklinde yapılabilir. İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe’nin de çok daha güzel belirttiği üzere yılda 1 milyar dolarlık bir bütçeyle, bütün İstanbul’u aslında dönüştürülebilecek potansiyele sahibiz. Ve dünya fonlarından, dünya bankası ve diğer ülkelerin fonlarından elde ettiğimiz geliri buraya dengeli bir biçimde yansıtırsak 20 yıl içinde İstanbul son derece güvenli bir şehir ve dünya metropolü haline gelebilir.

YÖNETİCİLER DEĞİL, ÇALIŞANLAR DİKKATE ALIYOR

Yetkililerle görüştüğünüzde uyarılarınız dikkate alınıyor mu?
Özellikle yerel yönetimlerle görüştüğümüz zaman, ki bizim gücümüz şu an da buna yetiyor. Akademisyenler olsun, odalar olsun genelde yerel yönetimler üzerinde biraz daha baskın ve söz sahibi olabiliyorlar. Çünkü yerel yönetimlerde çalışan kişilerde aslında teknik personel olarak sizinle kullanılır. Bu kapsamda ortaya koyduğumuz raporlar dinleniyor dikkate alınıyor, ancak teknik elemanlar tarafından, yöneticiler tarafından olsaydı bu gün bu halde olmazdık.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Eklemek istediğim konu, bütün bu yapılan çalışmalar sonunda denetim olmaz ise hiçbir şey söz konusu olamaz. Şunu söylemem gerekir şu anda, kanunlarla ortaya konmuş olan bir denetim mekanizması var. 19 ilde yapı denetim firmaları söz konusu. İstanbul’da bunlardan bir tanesi. Ne yazık ki bildiğimiz kadarıyla, yapı denetim firmaları ve inşaatçılar arasında gizli anlaşmalar oluyor. Bu anlaşmaları ortadan kaldıracak denetçilerinde denetlenmesi mekanizmasını kurmamız gerekiyor. Bağımsız kurumlar tarafından, eğer bunu sağlayabilirsek ve planlama anlayışını, şehir plancıları, mimarlar, inşaat mühendisleri ve mekana ilişkin tüm birimlerin bir araya gelerek ortaya koyması şartında depreme karşı İstanbul’u güvenli hale getirebiliriz.

HAZIRLAYAN: Eylem Lodos-Ömür Hazel Tosun
ÖNCEKİ HABER

KUŞATILAN ÇEVREMİZ

SONRAKİ HABER

HAYAT YAZILARI

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...