19 Eylül 2010 00:00

CSKA maçının ardından


Beşiktaş yönetimi nostalji yaşamayı, yaşatmayı seviyor anlaşılan. İnönü Stadı’nın zemini ‘80’li yıllardaki halini aratmıyor. Yönetim yoksa, Beşiktaş’ın bundan 25-30 yıl önce hangi saha koşullarında mücadele ettiğini genç taraftarlara göstermek amacında mı? Bunu belgesel filmler aracılığıyla yapsalar takım adına çok daha hayırlı olur. Şaka bir yana İnönü Stadı’nın tarlayı andıran zeminiyle Beşiktaş’ın bu sene işi hiç kolay değil. Üstelik de daha sezon başı. Zeminin en mükemmel olması gereken bir dönemdeyiz. Beşiktaş yönetimi acilen bu sorunun üstesinden gelmeyi başarmalı. Yoksa, yağışların yoğunlaşacağı önümüzdeki aylarda İnönü’nün zemini bataklığa dönüşebilir.
Sen transfere onca para harca, dünya çapında tanınmış pek çok oyuncuyu kadrona kat sonra da kelleşmiş sahada bu oyunculardan yüksek performans bekle. Bozuk zemin sakatlığa da davetiye çıkarıyor. Futbolcuların böyle bir zeminde, sakatlanmamak için normalde alabilecekleri riskten kaçınmalarına şaşırmamak gerek. İnsan, “Transfere o kadar çok para harcadılar ki, sahanın bakımı ve onarımı için para kalmadı herhalde” diye düşünmekten kendini alamıyor.
Gelelim oyuna... Beşiktaş’ın kendisinden güçsüz bir takım olan CSKA karşısında galibiyete ulaşmakta bu kadar zorlanmasının tek sorumlusu zemin değildi kuşkusuz. 90 dakika boyunca temposunu yüksek tutmayı başarsa da, taşların henüz yerine oturmadığı, dağınık bir görüntüsü var Beşiktaş’ın. Bir kadro iskeleti oluşturmanın ve daha derli toplu bir oyun anlayışıyla mücadele etmenin zamanı gelmedi mi daha? Hırslı, istekli, azimli oynamaları, son dakikaya kadar mücadeleyi bırakmamaları ve kolay kolay oyundan düşmemeleri de umut verici diğer artılar. Ancak bu, yeterince etkili olabildikleri anlamına gelmiyor. Schuster’in oyuncu rotasyonunun çapını biraz daraltıp kadro istikrarı yakalaması şart. Hâlâ arayış içinde olsa bile bunu daha küçük ve yumuşak hamlelerle gerçekleştirmeli.
Taraftarın sevgilisi Quaresma’nın -etkisi şimdilik hissedilmeyen- sorunlu futbol anlayışı da ileriki dönemde Beşiktaş’ın başını ağrıtabilir. Günümüz futbolunda topa sahip olmanın, topu kolayca kaybetmemenin önemi ortada. Bunun için de yardımlaşma ve dayanışmanın üst düzeyde olduğu kolektif bir mücadele gerekiyor. Quaresma ise tuhaf hareketlerle şov yapma ve bireysel yeteneğini(!) sergilemek adına en çok top kaybeden oyuncuların başında geliyor. Portekizli oyuncu, topla ne zaman buluşsa ilk olarak çalım atmayı düşünüyor, ancak mecbur kaldığı zaman pas vermeye yöneliyor. Zaten ayağında top tutmaya ve şova dönük hareketler yapmaya hevesli bir oyuncu olduğu bilinen Quaresma, taraftarın gösterdiği yoğun ilgiden de güç alarak işi giderek “Takım kurtaran kahraman” boyutuna taşıyor. Quaresma’nın disipline edilerek takım oyununun bir parçası olmayı, yeteneğini yerinde ve zamanında ortaya koymayı öğrenmesi sağlanmalı. Bu şekilde çok daha verimli olacaktır. Aksi takdirde takıma yarardan çok zarar verecektir. Yıldız oyuncu her şeyden önce kafasını kullanmalı ve bireysel yeteneklerini ne zaman ortaya koyacağını bilmeli. Karşısında iki, üç kişilik kademeli bir savunma varken, kafayı eğip bunların arasına dalarak topu kaybetmek, üstelik de bu yanlışı sıkça tekrar etmek yıldız oyuncuların yapacağı iş değil.
Ağır oyunculardan kurulu savunmasına karşın Beşiktaş’ın ofsayt taktiği yapması da büyük bir yanlış. Schuster bunda ısrar ederse Beşiktaş’ın canı hiç ummadığı maçlarda bile yanabilir.
Avrupa Ligi’nde final oynamayı hedefleyen Beşiktaş karşısında her zaman CSKA gibi rakipler bulmayacak. Hayalleri, hedefleri gerçekleştirebilmek, bunları dile getirmek kadar kolay değil ne yazık ki. Beşiktaş, şu anda henüz kronikleşmemiş ve üstesinden gelinebilecek gibi görünen sorunlarını aşabildiği ölçüde hedeflerine yakınlaşacaktır. Aksi takdirde bir kez daha hayalleriyle vedalaşıp taraftarının yarattığı desibel düzeyiyle kendini avutmak zorunda kalır.
Taraftar demişken... Beşiktaş, CSKA karşısında son dakikada golü bulduktan sonra maç boyunca sıkıntı ve endişe yaşayan, taraftarın keyfi, neşesi yerine geldi. E bizde keyfi, neşesi yerine gelen taraftar, özellikle derbi öncesinde ne yapar? Tabii ki derbide karşılaşacağı rakibine küfür eder. Beşiktaşlı taraftarlar da golü bulmanın sevinci ve mutluluğuyla hemen bugün karşılaşacakları Fenerbahçe’ye yönelik küfürlü tezahüratlara başladılar. Fenerbahçe dururken CSKA’ya küfür edecek halleri yok ya.
Gelişkin bir spor kültürüne sahip olabilmenin ve sporu insani değerler ekseninde hayata geçirebilmenin, öncelikle rakiplere saygı duymakla mümkün olabileceğini her fırsatta söylüyoruz. Bu; yöneticiler, futbolcular, medya için olduğu kadar taraftarlar için de geçerli. Toplumsal hayatta pek önemsenmeyen saygının, her türlü kışkırtmanın kullanıldığı spor alanlarında boy vermesi tabii ki hiç de kolay değil. Tribünler doludizgin nefret kusmayı sürdürürken, sportmenlik, centilmenlik, saygı gibi kavramların ne gibi bir anlamı ve ağırlığı olabilir ki?.. Biz, yine de sportif ve insani değerler çerçevesinde bir spor için rakibe saygının temel koşul olduğunu bir kez daha vurgulayalım...
Mehmet Özyazanlar

Evrensel'i Takip Et