4 Ekim 2010 00:00

EVRİM/DEVRİM


Referandum öncesi Diyarbakır mitinginde Tayyip Bey 12 Eylül’ün zulüm yatağı ünlü Diyarbakır Cezaevi’ni yıkacağını açıklamıştı. Yenisini yapacak ve eskisini yıkacaktı! Ne anlarsak anlayacaktık bu işten... İlla bir cezaevimiz olacaktı girmek için! Fark, cezaevinin yenilenmesinde olacaktı. Eee, modernleşmiştik! Aynı eski cezaevinde yatacak değildik ya! Onun kötü hatıraları vardı. Yeni cezaevinde yeni hatıralarımız olmalıydı. Hatıra birikimi “çizmeyi aştığında” onu da yıkar yenisini yapardık!
Ceza ve cezaevlerine ilişkin mantığı da yaklaşımı da buydu! Ama AKP değiştiriyoruz, değiştireceğiz diye tutturmuştu! Kolay değildi koca bir ülkeyi ve 72 milyon halkını yönetmek. Hele bu halk hem 12 Eylül faşizminin zulmünden geçmiş, üstelik Kürtler gibi neredeyse aile başına en az bir kişi onun cezaevinin, şubelerinin ve sair zorbalık mekanlarının “tadını almışsa”, mecburdunuz, “hesaplaşacağız”, “değiştireceğiz” demeye. Sadece 12 Eylül zulmünü yaşayanlar değil, sonrasında hatta daha da yoğunlaştırılan zulmü, burnu kulağı kesilip gözü oyularak öldürülmeleri, diz boyu işsizliği, köylerinin yakılıp yıkılmasını, hayvanlarının bile katledilmesini, naylon çadırlara sürgünleri.. aile başına en az birer kişi yaşayanlar “böyle kalsın, değişmesin demezler”, bir “değişim”i özlemeden edemezlerdi.
Sadece Kürtler mi!.. İşten atılan milyonlar, sefalete itilenler, şifa için hastane kapılarına yığılanlar, oğulları kızları dershane kuyruklarına girenler, performans kurbanı ya da ücretli memurlar, üretimleri maliyetini kurtarmaz olan küçük üreticiler, rafları boşalan esnaf nasıl “değişim”i özlemezdi?
İşte Tayyip Bey “değiştirecek”, eski cezaevini yıkıp yenisini yapacaktı! Danıştay’ın “yerindelik denetimi”ni de değiştirmişler, sendikaların üye işçileri için mahkemelere vb. başvuru hakkını da kaldırmışlar ya da tek sendikaya üyeliği değiştirip, sendikaların sonu gelmez yetki çekişmelerinin işçileri toplusözleşmesiz bırakmasını da sağlamışlardı! Daha çok şey değiştirmişlerdi, ama konumuz cezaevi..
Tayyip Bey’den sonra yardımcısı Bülent Bey, Arınç, bu kez cezaevlerine ilgi gösterdi. O da “değişim”den yanaydı! O da “değişiklik” savunucusuydu! Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce düzenlenen TGC Babıali Şenlikleri’nin açılış töreninde bir konuşma yaparak, “Gazeteciler cezaevine girmemeli” buyurmuştu. Bir Başbakan Yardımcısı’nın böyle bir tutum alması kuşkusuz büyük öneme sahipti. Çünkü Türkiye, geleneksel olarak gazetecilerini cezaevlerine dolduran bir ülkeydi. Önce sansür uygular, gazeteci ve yazarları oto-sansüre zorlardı. Olmadı ciddi cezalara çarptırırdı. Yetmedi mi? Yazıişleri müdürleri ve gazete sahiplerinin yakalarına yapışılırdı! Hapis mi isterlerdi, para cezası mı! Seçerlerdi! Yetmediyse, gazeteleri para ya da üst üste kapatma cezalarıyla ekonomik olarak çökertmeye çalışırlardı. O da mı yetmedi? Vergi cezaları falan koyarlardı.
Bülent Bey, alışkındır, böyle tersten tersten konuşur, ancak açıktır ki, gazeteciler ve gazetelerle ilgili son yıllardaki cezalandırmaların altında, kendisinin de imzası vardır. RTÜK’un başındadır örneğin ve RTÜK az ceza kesmemiştir medya kuruluşlarına. Ya da mahkemeler, AKP’nin devri hükümetinde az cezalar yağdırmamışlardır gazetecilerle gazetelere.
Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı mı? Bülent Bey ve hükümeti sorumlu sayılamaz mı?
Bunca “değişiklik”in ortasında artık kimsenin kimseyi güldürmeye hakkı yoktur! 12 Eylül zindanlarında tanıdığım bir tutuklu hiç ilgisi olmayan bir “suç”tan idama mahkum edilmiş, “ceza”sı TBMM’ye gelip beklemişti. E. Eren’se düzmece suçlamayla idam edilmişti!
Şimdi? Örneğin Hanefi Avcı’nın “Devrimci Karargah”a yataklık yapmasına kargalar bile gülmez mi? Gazetecilerin hapse girmesine gözyaşı döken, ama bırakalım Balbay’ı falan, kendi Emniyet Müdürü’nü bile yazdığı kitap nedeniyle hapse atan hükümet ve üyeleri tarafından “değiştiriliyoruz”!
MUSTAFA YALÇINER

Evrensel'i Takip Et