18 Ekim 2010 00:00

Türkiye ve su sorunu

1995’de, Dünya Bankası Başkan Yardımcısı İsmail Serageldin, “Bu yüzyılın savaşları petrol için veriliyorsa, gelecek yüzyılın savaşları su için verilecektir.” diyordu. Bunu derken biraz da 90’lı yıllardan itibaren Dünya Bankası öncülüğünde bir kamu malı olan su kaynaklarının özelleştirilerek yağmalanmasının gündeme gelişini göz önünde bulunduruyor olsa gerek. Zira bugün ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada tatlı su kaynakları birer birer şirketlerin eline geçiyor.

Paylaş

1995’de, Dünya Bankası Başkan Yardımcısı İsmail Serageldin, “Bu yüzyılın savaşları petrol için veriliyorsa, gelecek yüzyılın savaşları su için verilecektir.” diyordu. Bunu derken biraz da 90’lı yıllardan itibaren Dünya Bankası öncülüğünde bir kamu malı olan su kaynaklarının özelleştirilerek yağmalanmasının gündeme gelişini göz önünde bulunduruyor olsa gerek. Zira bugün ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyada tatlı su kaynakları birer birer şirketlerin eline geçiyor.
Bu yüzyıldaki su savaşları askerle değil, tatlı su kaynaklarının özelleştirilmesi, şirketlerin özellikle de çokuluslu şirketlerin eline geçmesi yoluyla başlamış durumdadır.
Geçmişten günümüze savaş sebebi olan, toprak ve yer altı zenginliklerinin son dönemlerde yerini suya bırakacağı gözüküyor. Ortadoğu için güncel bir konu olan su çekişmeleri Türkiye, Irak ve Suriye’yi daha çok ilgilendirmektedir. Dolayısıyla da stratejik bir kaynak olarak su, her geçen gün daha çok önem kazanmaktadır.
11 Eylül 1990’da Newyork Times’te çıkan bir habere göre su kaynaklarının iktisatlı kullanılmaması ve tedbir alınmaması durumunda 2025 yılında 37 ülkede ciddi kuraklık yaşanacağı tahmin edilmektedir.
Bu bağlamda Türkiye açısından en önemli sorun, su ile ilgili uluslar arası bir hukukun henüz oluşmamış olmasıdır. 1997 yılında BM genel kurulunda kabul edilen sözleşme, Türkiye aleyhine olduğundu gerekçesi ile reddedilmiştir. Red sebeplerinin en önemlisi, suların paylaşımı ile ilgili adil bir dağılımın olmayışıdır. Su kaynaklarında “haklar” ve “ihtiyaçlar” birbirine karıştırılmaktadır. Çünkü; su kaynaklarının kullanımında, “ihtiyaçlar”, “haklar” ın önüne geçmiştir.
Meseleyi daha anlaşılır kılmak için öcelikle Türkiye’deki su durumuna ve sınır aşan sulara göz atmakta fayda vardır:
Su kaynakları açısından 26 havzadan oluşan Türkiye’nin bir yılda ortalama su akış miktarı 186,5 milyar m3; yenilenebilir su miktarı 234 milyar m3’tür. Bu rakamlar da gösteriyor ki; Türkiye su kaynakları açısından zengin ülkeler arasında değildir. (Yenilenebilir su kaynakları 10.000m3’den fazla olanlar zengin, 1.000m3’ten az olanlar ise fakir ülke olarak kabul edilmektedir.) Türkiye’de kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı 345m3/kişi’dir. Türkiye’nin toplam kullanılabilir su miktarı ise; 110 milyar m3’tür.
1981 yılına kadar yapılan ölçümlerde, Türkiye’nin doğu ve kuzey bölgelerinde akarsulardaki debilerde %1 artış, batı ve güney bölgelerinde ise %5-10 oranında düşüş olduğu gözlemlenmiştir.
Türkiye’de su kaynaklarını geliştirmek maksadıyla birçok çalışmalar yapılmaktadır. Baraj inşaatı, bu çalışmaların en önemlilerindendir. Baraj ömrü ülkemizde 50 yıl olarak kabul edilmektedir. ABD’de ise bu ömür 100 yıl seçilmektedir. 1999 yılı itibariyle dünyada; 47.425 adet büyük baraj olduğu tespit edilmiştir. Türkiye’de ise 2003 yılı itibarıyla; 504 baraj yapıldığı ve 100 kadar barajın inşaatının devam ettiği kayıtlar arasındadır.
Türkiye’nin 132,1 bin km2 sulanabilir tarım arazisi vardır. Ancak teknik olarak bu miktarın 85 bin km2’lik kısmı sulanabilir niteliktedir. Bunun da ancak %65’lik kısmı sulanabilmektedir.
Akarsu ve göl kenarlarının mesire yeri, turizm amaçlı değerlendirilmesi mümkündür. Yine balıkçılık ve su ürünleri iç suyolu taşımacılığı, buralarda yapılabilir veya bu vesileyle verimi daha da arttırmak mümkündür.
Su kaynaklarının korunması ve kirlenmesinin önlenmesi şarttır. Aynı şekilde barajların ekonomik ömürlerini arttırmak ve erozyonu önlemek için ağaçlandırma da önemlidir.
Türkiye’nin sınır aşan altı suyu bulunmaktadır. Bunlar Akdeniz, Karadeniz, Ege, Hazar denizleri ile Basra körfezine akan sulardır. Sınır aşan nehirlerimizin en önemlileri Dicle ve Fırat’tır. Bu iki nehir Türkiye su potansiyelinin %30’unu oluşturmakta olup, yaklaşık Nil nehri kadar suya sahiptir.
Türkiye’nin sınıraşan sularının en önemlileri Suriye ve Irak’a giden Fırat ve Dicle nehirleridir. Dolayısıyla, Türkiye’nin sular politikasının Suriye ve Irak ilişkileriyle doğrudan bir ilişkisi vardır.
TÜRKİYE’NİN DOĞAL VARLIKLARINA BAKIŞI
Ormanlar, küresel ısınmaya neden olan karbon dioksitin yutak alanı olmalarının yanında suyu havzalarda koruyan, dere ve pınarlar halinde yavaş yavaş bırakan doğal barajlardır. Yaşadığımız yüzyılda böylesine büyük bir öneme sahip işlevi olan ormanlarımız konusunda 1956 yılında çıkarılmış 6831 sayılı Orman Yasasının 1986 yılında değiştirilmiş 2/B maddesi ile 1981 yılından önce orman niteliğini tam kaybetmiş (hatırlatalım, orman kendi vasfını kaybetmez, bu vasfı ancak yasa dışı kaybettirilir) yerlerden şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları orman sınırları dışına çıkarılmaktadır.
Hayvancılık sektörü için bedava yem kaynağı ve küresel ısınmayı artıran karbon dioksitin yutak alanı olmasının yanında yağmur sularının yüzey akışa geçmesini önleyerek toprak içine sızmasını sağlamak gibi çok önemli işlevleri bulunan meralarımızla ilgili de 1998 yılında çıkarılmış 4342 sayılı Mera Yasamız var. Böylesine önemli bir görevi olan meralarımız için de Mera Yasası’na 2004 yılında eklenen bir geçici madde ile meraları yasadışı işgal edip kendi adlarına tescil ettirmiş olanlara da para cezası karşılığı af sağlanmıştır.
Küresel ısınmanın kuraklık sorununu en şiddetli yaşayacak ülkemizde tarım arazilerinin amacı doğrultusunda yani tarım ürünleri yetiştirmede kullanılması büyük önem taşıyor. Bu konuda da 2005 yılında çıkarılmış bir Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Yasamız var. Bu yasamıza eklenen geçici bir madde ile de 2004 yılından önce tarım arazileri üzerinde yasadışı bir şekilde tarım dışı amaçlı yapılar kuranlara her bir metrekare için 5 YTL ceza ödemesi şartıyla izin veriyor.
Türkiye bir hukuk devleti olmasının gereği yasalarını çıkarıyor, ama talancı düzenin devamını sağlayacak bir eklemeyi de bu yasaların bir yerine eklemeyi ihmal etmiyor. Türkiye’de çevre ve doğal varlıklar bu zihniyetle de doğal olarak korunamıyor!?
M. Utku Şentürk
ÖNCEKİ HABER

Fado kader demek, ama kaderde neşe de var

SONRAKİ HABER

Referandum sonrası üniversitelerde özgürlük ve demokrasi: Kimler için?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...