25 Ekim 2010 00:00
YEDİ İKLİM DÖRT BUCAK
Önümüzdeki Kasım ayı beklenen iki olay yüzünden sinirleri geriyor. Birincisi, herkesin malumu, PKK eylemsizlik kararını 31 Ekimden sonra yeniden değerlendirecek ve durumda inandırıcı bir değişiklik olmazsa silahlar yeniden konuşacak. Kamuoyunda KCK Davası diye adlandırılan, ancak esas içeriği bakımından Kürt siyasetçilerinin, halk temsilcilerinin, seçilmiş yerel yöneticilerin yargılandığı bir gözdağı davası olan yargılama süreci, çözümsüzlükte ısrar edenlerin ağır bastığı bir göstergeye dönüştü. Sanıkların Kürtçe konuşmalarına izin verilmedi, tahliyenin lafı bile edilmedi. Oysa Türk ve Kürt kamuoyu, bu mahkemelerin hükümetin konuya yaklaşımının barış yönünde değiştiğine bir işaret olması beklentisi içindeydi. Hükümet kanadından bir iyi niyet belirtisi gelmeyince, aynı şeyi şimdi PKKden beklemek de zor... Hükümet sınıra asker yığmaya devam ediyor, çünkü sürecin gelişme eğiliminin silahlı çatışma olduğunu ve bunun yolunun kendisi tarafından döşendiğini görüyor.
İkinci sinir bozan olay, Lizbonda gerçekleşecek ve Türkiyeye Füze Kalkanı yerleştirilmesine ilişkin ABD teklifi, burada son halini alacak.
Füze kalkanı yerleştirilmesine ilişkin olarak hükümet içinde bir çatlak bulunduğuna dair işaretleri geçen hafta değerlendirmiştik. Başbakan pek niyetli değilmiş gibi görünüyor, ama Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakanı ittifaklar politikası ve NATO vecibeleri dolayısıyla kalkanın topraklara gelebileceğine dair açık kapı bırakıyorlardı.
Eğer ilki gerçekleşirse, yani, ABD ve NATO üsleri kurulursa, Davutoğlunun komşularla sıfır sorun stratejisinin önemli bir yara alacağı ve hükümetin en büyük iddialarından birinin anlamsız kalacağı açıktır. Geçmişte 1950li yıllarda başlayıp 70li yılların ortalarına kadar süren ve SSCB ile Türkiye arasında çok ciddi gerilimlere yol açan ABD üsleri sorunu, bu kez bir başka boyutta, başka komşularla sorun yaratarak yeniden önümüze gelecektir.
SSCB, hiçbir zaman Türkiyenin NATO şemsiyesi altına sığınarak kendini mazur göstermeye çalışmasını kabul etmemiştir. Üslerden rahatsızlığını her zaman dile getirmiş hatta U-2 casusluk skandalında olduğu gibi, Türkiyeye askeri müdahaleyi dahi gündeme getirebilmiştir. Bugün de, aklı başında herhangi bir komşumuz, madem NATO üyesisin, öyleyse bana karşı üs kurdurmana ses çıkarmam demezler. NATO üyesiysen, bu senin sorunundur adamım! derler.
Üsler belası ortaya çıktıktan neredeyse çeyrek yüzyıl sonra, Amerika ile 1976da yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması yapıldı ve üslerin ortak kullanımına geçildi. O sırada zaten ABD ile SSCB arasında da Helsinki Zirvesi yapılmış (1975) ve iki blok arasındaki ilişkiler bu türden sorunların çözümü için yeni bir anlayış zemini doğurmuştu. Yani 1976 anlaşması, aslında Türkiye ile ABD arasında değil, ABD ile SSCB arasında yapılmıştı. O tarihten sonra SSCB üsleri artık eskisi kadar ciddi bir sorun olarak görmedi.
Günümüz koşulları tamamen farklıdır. Sorun ABD ile İran arasındadır ve bugün emperyalistler tarafından Türkiyeden beklenen rol, ABD yanında İrana karşı taraf tutmasıdır. O zaman değişen dünya dengeleri, Türkiyenin daha fazla zor durumda kalmasını önlemişti. Şimdi durum tamamen farklıdır. Türkiyenin tehdit algısı ile ABDninki aynı değildir. Buna rağmen NATO ittifakının önerileri, her şeyin aynı kaldığı varsayımına dayanıyor. NATO İttifakının kolektif savunma ve dayanışma gerekleri ile komşularla sıfır sorun stratejisi birbirine hiç uymuyor. Rusya, İran ve Suriye, ABD açısından hâlâ tehdit unsurlarıdır. Bu da yetmez, Taliban, Hizbullah ve Hamas gibi Türkiye hükümetinin ikircikli kaldığı kimi konular, ABD için çok ciddi düşmanlardır.
Şimdi buna güncel olarak, Irak içi güç dengeleri ve PKK de eklenecektir.
İşte bu noktada demokratik barışçıl çözüm sorunu, oldukça boyutlu bir uluslararası sorun olarak yeniden gündeme gelecektir.
Kasımda, yeniden silahların konuşmaya başladığı Kürt sorununu ateşten bir top olarak kucağında taşıyan Türkiye, Lizbonda İrana karşı ABD tarafından konuşlandırılmak istenen Füze Kalkanlarını NATO çerçevesinde konuşmaya gidecek!
Kürt sorununda gerçekten demokratik ve halkın taleplerini esas alan bir çözüm için adım atılabilmiş olsaydı, durum, komşularla sıfır sorun ideali bakımından tümüyle farklı olurdu.
AYDIN ÇUBUKÇU
Evrensel'i Takip Et