27 Ekim 2010 00:00
21 Eylül komplosu: 21. yüzyılın Dreyfus davası
GÜNÜN YAZILARI
21 Eylül 2010 Salı günü, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı olarak şahsımın, genel başkan yardımcılarımızın, genel merkez yöneticilerimizin, Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) sözcülerinin, Red ve Bilim ve Gelecek dergisi editörlerinin gözaltına alınmaları ve ardından tutuklanmalarıyla başlayan süreç 21. yüzyılın Dreyfus davasıdır.
Davanın kurgulanışı, sözde delillerin toplanışı, telefon kayıtlarının derlenişi; bu davayı şimdiden hukuk tarihimizde özgün bir yere yerleştirmiştir. Bu özgünlük olumsuz anlamda bir özgünlüktür.
Gözaltına alınışımız, kapıların kırılması, evlerin otomatik silahlı, kar maskeli polislerce basılması, Emniyette bir türlü ne ile suçlandığımızı öğrenememiş olmamız, kameralı mülakatlar ve daha birçok hukuksuzluk; başbakanın iddialarının aksine, ülkenin demokratik ve hukuki açıdan ne halde olduğunu gözler önüne seriyor. Tutuklanmamızın sebebini hâlâ bilmiyoruz. Avukatlarımız dava dosyasını, dosya hakkındaki gizlilik kararı nedeniyle bir türlü göremiyorlar. Bu nasıl bir demokrasi ve hukuk anlayışıdır ki kendimizi savunma hakkımız olmadan, hakkımızda hiçbir somut iddia ve delil bulunmadan tutuklanabiliyoruz.
İşi gücü belli olan, kurulu bir düzeni olan insanlar, hiçbir biçimde kaçma olasılığı olmadığı halde kolayca tutuklanabiliyorlar. Yasal siyasi faaliyet sürdüren (siyasi partiler yasasına göre kurulmuş ve idari denetime her an açık olan bir partide çalışan), kaç-göç bir durumu olmayan sosyalistlerin evi gecenin bir yarısı neden timlerce basılır? Neden gelip ifade vermekten imtina etmeyecek insanlar yasadışı bir örgüt üyesi süsü verilerek derdest edilirler?
Yaşadığımız tecrübe, Türkiyenin demokrasi standartlarında bir ilerleme olmadığının, insanların hâlâ düzmece iddialarla tutuklandığının açık kanıtıdır. Değişen yalnızca iktidarın sahipleridir. Dünün mazlumları bugünün zalimleri olmuşlardır. 28 Şubattan bugüne kendilerini bu ülkenin asli sahibi olarak gören askeri vesayetçilerin karşısındaki mazlumlar, bugün bize zulmedenler oldular. Son cumhurbaşkanlığı seçimi, 367 rezaleti ve genel seçimlerden sahip olduğu mazlum imajı sayesinde ciddi güç ve prestij elde eden AKP şimdi elde ettiği prestij ve gücün sarhoşluğuyla sosyalistlere saldırıyor. AKP bugün kendini devletin yeni sahibi olarak görüyor. İktidarının uygulama alanlarında hiçbir hukuki engeli tanımıyor. Tarihin tanıklık ettiğini AKP de iyi bilmelidir ki, adaletin olmadığı yerde iktidarlar da gelip geçicidir.
Ülkenin demokratik standartlarının yükseldiğini iddia edenler, 28 Şubat andıçlarına rengini veren zihniyetle bugünün 21 Eylül komplosunu planlayan zihniyet arasında ne fark olduğunu açıklamalıdırlar. Görülecektir ki, anlayış aynı, kişiler farklıdır.
Referandum sürecinde Necdet Adalıya, Erdal Erene yapılan haksızlıklardan bahseden başbakan, bizim tutuklanmamız sonucunu doğuran komplo hakkındaki soruya durup dururken yoldan geçen birilerini almıyorlar cevabını verebiliyor. Dün için hamaset yapan başbakan, bugün Adalının yoldaşlarına yapılan haksızlığı görmezden geliyor, dünün darbecilerinin yaptığı hatayı bugün o tekrarlıyor. Geçmişin hatalarıyla yüzleşmek iyidir ama daha iyisi bugün o hataları tekrar etmemektir.
Hatırlayınız, başbakan referandumda evet sonucunun çıkmasını, daha demokratik bir sürecin kapılarının açılması olarak sunmuş, bu çerçevede de soldan ve demokratik çevrelerden azımsanamayacak bir destek almıştı. Bugün bu saiklerle AKPye destek verenlerin cevaplaması gereken devasa bir soru ortaya çıkmıştır. AKPnin elde ettiği güç tekeli, bir tür güç kirliliğine dönüşmüşken, düzmece iddialarla sosyalistlere karşı bir sürek avı başlatılmışken; üstelik kendini hukukla bağlamaksızın beş benzemezden düzmece bir illegal örgüt imal etmeye kalkarak ülke nasıl demokratikleştirilebilir? AKPye destek verenler açısından bu denli ciddi bir adaletsizlik bir sorun teşkil etmemekte midir?
RP, FP ve AKPye yapılanlara karşı duranların aynı hukuksuzluğun sosyalistlere yapıldığı durumda takınacakları tutum, tarihsel öneme sahip ve unutulmaz olacaktır. Sorunun bir diğer yanı, bazı basın organlarının bu konudaki neşriyatlarıdır. Zaman, Vakit gibi gazetelerde yazılan, Kanal 7, STV, Kanal Türk gibi kanallarda yayınlanan programlarda ileri sürülen iddialar, açık bir biçimde içerden bazı enformasyonlara bağlı olarak yapılmaktadır. Avukatlarımızdan esirgenen iddialar, bu medya organlarından esirgenmemekte, dahası komplonun basın ayağı olarak bu kuruluşlar kullanılmakta, desteklenmektedir. Yaratılan medya kirliliği, kişilik haklarımıza bir saldırı olmasının dışında, yargıyı da etkileme özelliğine sahiptir.
Herkesin iyi bilmesi gereken bir şey var: Biz sosyalistler, cezaevlerinin, tutuklamaların, işkencelerin ne anlama geldiğini iyi biliriz. İdeallerimiz için bunlara katlanmayı da zul görmeyiz. Ancak savaşın da, düşmanlığın da bir hukuku, bir ahlakı olmalıdır. Ömürlerinin yarısından çoğunu demokrasi ve sosyalizm mücadelesine adayanları, Avcı gibi yaşamını devrimcilere karşı mücadeleyle geçirmiş bir polis şefiyle aynı kareye koymaları en azından bu savaş hukukunun ihlalidir. Ahlak dışıdır. Sistem içi kavganın bir tarafı olan Avcı ile şahsımın, genel merkez yöneticilerimin ve TÖP sözcüsü arkadaşlarımın ortak bir senaryoda, ne olduğunu, kimlerden oluştuğunu bilmediğimiz bir örgütte birleştirilmesi, Sosyalist Parti danışmanı olan Mahir Sayının örgütün yöneticisi olarak lanse edilmesi, komik olmasının yanında, çocukların dahi inanmayacağı bir düzmecedir.
Üzerimizde tezgahlanan komplo ile açık siyasal faaliyetimizin yasadışı faaliyetmiş gibi gösterilmesi amaçlanmaktadır. Sorgu sürecinde tarafımıza yönlendirilen sorular bu amacı açıkça göstermektedir. Kürt sorununa duyarlı yapılarla açık alanda örgütlenen ve toplantı ve kararlarını kamuoyuyla paylaşan Demokrasi için Birlik Hareketinin (DBH) adeta illegal bir örgüt gibi gösterilmeye çalışılması (DBH ile ilişkimizin, toplantılarına gidip gitmediğimizin, DBHnin Öcalanın önerisiyle kurulup kurulmadığı yolunda garip soruların sorulması) bir hazırlık soruşturmasından çok verilmiş bir kararın figüranları haline getirilmek istendiğimizi kanıtlamaktadır.
Henüz bilmediğimiz iddianamede hangi gizli tanık ifadesine yer verileceğini, hangi zorlama ilişkilerin kurulacağını ve iddianame hazırlanana dek adeta bir ceza haline dönüşmüş tutukluluk sürecinin sekiz ay mı, bir yıl mı, yoksa daha fazla mı olacağını hepimiz hukuk ve adalet adına göreceğiz. Ancak bugünden kesin olan şey, sosyalistlere yönelik yeni bir saldırı dalgasının başladığıdır. Bu yeni saldırı dalgasının ilk adımı olarak sosyalist solun birlikçi ve Kürt sorununda duyarlı kesiminin devlet içi kavgada hedef haline gelmiş bir polis şefiyle ilişkilendirilerek tasfiye edilmesi ve onurumuza el uzatılması planlanmıştır.
Bu komplo, eninde sonunda boşa çıkarılacaktır. Kamuoyu bilmelidir ki, Sosyalist Demokrasi Partisi, yasal alanda mücadele eden sosyalist bir partidir. Ne yasadışı örgütle ne de polis şefiyle en ufak bir ilişkisi vardır. Ve bugün kendine demokrat diyen tüm insanlar, bir tercihle karşı karşıyadırlar. Demokratlık andaki değil, sürecin tümündeki tutumla alakalıdır. Ve yeni süreçte demokratlığın önemli bir kıstası 21 Eylül komplosu ve çağdaş Dreyfus davası karşısında takınılacak tutum olacaktır.
Herkesin adalet ve demokrasi algısını göreceğiz. Bakalım, RP, FP, AKPye gösterilen adil ve demokratik tutum sosyalistlere de gösterilebilecek mi?
Silivri 4 Nolu L Tipi
Cezaevi B10 Blok İstanbul
DR. RIDVAN TURAN SDP Genel Başkanı
Evrensel'i Takip Et