4 Kasım 2010 00:00

HAYATIN İÇİNDEN


Cunta liderlerinin en önemli buluşlarından biridir YÖK. Aslında buluşu cuntaya yüklemek cuntaya yeterinden fazla iltifat olur. 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu çok kapsamlı düşünülmüş, iyi beyinlerde tartışılmış bir yasadır. Bir ülkenin geleceği ancak böyle bir yasa ile karartılabilirdi ve bundan çıkarı olanlar da kesinlikle yoksul halk kesimleri, işçiler, köylüler değildi. O dönemdeki bir çok uygulama gibi bu uygulama da “Bizim çocuklar”ın kucağına bırakılmıştı. Yasanın ilk hedefi bilimsel ve yönetsel özerkliği talan etmek oldu. “Bizim olmayan çocuklar” sınıfına sokulan birçok öğretim üyesi disiplin soruşturmalarıyla, cuntaya “hocayı üniversiteden atma” yetkisi veren yasalarla üniversitelerden uzaklaştırıldı. Özü “ABD’nin uluslararası çıkarlarına ve onun yerli uşaklarına destek olmak” olan resmi ideoloji söyleminin ucundan taşanlar törpülendi. Kimin tehlikesiz bilim adamı olabileceğine o dönemde bölgenin sıkıyönetim komutanları, albaylar, binbaşılar, başçavuşlar karar veriyordu. Bir öğretim elemanının masum bir talebine, profesör unvanlı bir fakülte dekanının verdiği “Sıkıyönetim komutanı istemezse ne sen ne ben burada kalabiliriz” yanıtını genç bir bilim insanı olarak kulaklarımla duymuştum.
Kurulduğu günden bu yana en çok eleştirilen ve mutlaka kaldırılması gereken bir yapı olarak kabul edilen Yüksek Öğretim Kanunu ve onun üst organlarının, her ne hikmetse her yeni hükümet tarafından heyecanla sahiplenilmesi, aslında YÖK’ün, bilimi ve düşünceyi sermayenin yedeğinde ve emrinde tutabilmek için ne kadar güçlü bir araç olduğunun en güzel örneğidir. Son yıllarda herkes her konuda bir şeyler söylemek cesaretinde bulunuyor olsa da, örneğin hukuk fakültelerinin HSYK, referandum, ziraat fakültelerinin, gıda mühendisliği bölümlerinin domates hakkında bir açıklama yapamıyor olmaları YÖK’ün hedefleri arasına değil miydi?
Ama olmadı işte. Her şeye rağmen hem üniversitelerde, hem fabrikalarda, hayatın her alanında sömürüye, haksızlığa başkaldıran, emeğe saygılı, hakça bir düzen isteyen, “İş, ekmek, özgürlük” talebini dünden daha güçlü haykıran neslin genlerini yok edemediler. Onların çirkin emellerine ulaşmalarına basamak olan özgürlükçü (?) çakma sosyalistlerin, görevlerini tamamlayarak, tuvalet kağıdı muamelesine uğramış olmalarının bizde yarattığı insanca üzüntüyü saymazsak, ruhlarımız gurur, heyecan, mutluluk ve güç dolu. Bedenimize ve kalbimize yapılan onca kötülükten sonra ruhlarımızın teslim alınamamış ve asla alınamayacak olmasının zevkiyle, YÖK’süz özgürlüğün heyecanı ile yaşıyoruz.
ARİF NACAROĞLU

Evrensel'i Takip Et