07 Kasım 2010 00:00

Oyuncu değil, oyun kalitesi

Bursaspor-Manchester United karşılaşması, futbolumuzun teknik, taktik ve oyun anlayışı yönündeki eksikliklerini bir kez daha ortaya koyması bakımından önemliydi

Paylaş

Bursaspor-Manchester United karşılaşması, futbolumuzun teknik, taktik ve oyun anlayışı yönündeki eksikliklerini bir kez daha ortaya koyması bakımından önemliydi. Manchester United; dayanışmaya, yardımlaşmaya dayalı kolektif oyun anlayışı ve sahayı en verimli şekilde kullanma olanağı sunan oyuncu dizilişi ve oyun taktiğiyle dikkat çekerken, Bursaspor, planlı bir mücadeleden çok bireysel çabalarla sonuca gitmeye çalışan bir ekip görüntüsündeydi. Yani futbolda takımlarımızın ve milli takımın genel anlamda çektiği sıkıntıyı bu maçta Bursaspor yaşadı.
Bir yanda futbolu, bilimsel gerçeklerin rehberliğinde oluşturulan sistem çerçevesinde oynayan bir takım, diğer yanda kaderini tümüyle bazı oyuncularının bireysel performansına bağlamış bir takım. Durum bu olunca 3-0’lık sonucu doğal karşılamak gerekiyor.
İki takımın oyun anlayışı arasındaki bu temel farkın sahaya başka türlü yansıması da oluyor. Manchester United yüksek özgüveniyle, kendinden emin, rahat ve sakin bir oyun sergilerken, Bursaspor kontrol etmekte zorlandığı heyecanından kaynaklanan telaşının ve deneyimsizliğinin pençesinde çırpındı durdu. Yeşil-beyazlıların yakaladığı gol pozisyonlarında, Manchester Unitedlı oyuncuların zaman zaman motivasyonlarını bozacak kadar rahat davranmaları ve gevşemelerinin payı büyüktü. Ciddiye aldıkları rakipler karşısında asla yapmadıkları, yapmayacakları hatalar yaptılar. Bursaspor en fazla bunlardan yararlanabilirdi, nitekim birkaç fırsat yakaladılar ama olmadı.
TANIYI DOĞRU KOYMALI
Bir de, bu maçın ardından pek çok kişinin dile getirdiği oyuncu kalitesi konusu var. Ertuğrul Sağlam’ın da aralarında bulunduğu bazı kişiler, iki takımın oyuncuları arasındaki kalite farkına dikkat çekip farklı yenilgiyi doğrudan bununla ilişkilendiren yorumlar yaptılar.
Oyuncu kalitesi açısından fark yaratan aslında yine takımların oyun anlayışıydı.
Yoksa, iki takımın oyuncularını bireysel yetenek ve topa hükmetme becerisi açısından kıyasladığımızda Bursasporlu futbolcuların, Manchester Unitedlı meslektaşlarından aşağı kalır bir yanı olduğunu söyleyemeyiz. Ama sistemli bir oyun anlayışı çerçevesinde ve saha içinde nerede, ne zaman, ne yapacağını bilen oyuncularla mücadele eden bir takım her zaman ağır basacaktır. Tanıyı doğru koymak ve iki takım arasındaki asıl farkın oyuncu kalitesinden değil, oyun kalitesinden kaynaklandığını anlamamız gerek. Yoksa yıllar geçse de hayal kırıklığı yaşadığımız maçların ardından hâlâ, “Arada oyuncu kalitesi farkı var” şeklinde sayıklamayı sürdürürüz. Bursaspor’un Şampiyonlar Ligi’nde oynadığı 4 maç sonunda hiç gol atamadan ve de puan alamadan grupta son sırada yer alması, sadece kadro kalitesinin diğer takımlara göre daha alt düzeyde olmasıyla açıklanabilir mi? Durumu salt oyuncu kalitesiyle açıklamak, asıl üzerinde durulması gereken gerçeğin gözden kaçırılması anlamına gelir. Bu da futbolun dayanışma ve yardımlaşmayı ön plana çıkaran sistemli bir anlayışla oynanması gerektiği gerçeğidir. Oyunculara yeteneklerini, becerilerini takım kurtarmak ya da şova dönük hareketler yapmak için değil, bir sistem ve takım oyunu çerçevesinde sergilemeleri gerektiğini öğretebildiğimiz zaman ilk ve önemli bir adımı atmış olacağız.
Ama Ertuğrul Sağlam hâlâ, “İlk golü yemeseydik sonuç farklı olabilirdi” diyebiliyor. Böyle bir maçın ardından sonuçla ilgili konuşmak yapılacak en son şey olmalı. Maçın sonucuna gelene kadar söylenmesi gereken o kadar çok şey var ki. Yani Bursaspor bu maçtan galibiyetle ayrılsaydı, Manchester United’a unutamayacağı bir futbol dersi mi vermiş olacaktı? Ertuğrul Sağlam bir yandan da, “Futbolun nasıl oynanacağını hepimize gösterdiler” diyor. Diğer söylediğiyle biraz çelişik bir durum yaratsa da, bunu diyebilmek bile önemli bir aşama sayılabilir.
KEYİF ALMAK VE ÖĞRENMEK
Peki futboldan zevk ve keyif almasını niye bir türlü öğrenemiyoruz? Bursasporlu taraftarlar bu karşılaşmada tribünlerde renkli görüntüler oluşturup takımlarını coşkuyla desteklediler. Maç sonunda da karşılaşmadan 3-0 galip ayrılan Manchester United’ı alkışlarla uğurlamayı ihmal etmediler. Bunların hepsi güzel... Ama taraftarlar, maç 3-0 olduktan sonra bir ara sahaya sırtlarını döndüler. Kimileri bunu bir protesto biçimi olarak algılasa da aslında bu hareket şovun bir parçasıymış. İster protesto, isterse de tribün şovunun bir parçası olsun, özellikle böyle bir maçta sahaya sırt çevirme eylemine anlam vermek zor.
Sahada, dünyada kolektif oyun anlayışını en iyi sergileyen takımlardan birisi var. Maçın hiçbir anını kaçırmadan, gözleri kırpmayacak kadar yoğun bir dikkatle onları izlemek, sergiledikleri oyundan futbol adına bir şeyler öğrenmek, öğrenmenin yanı sıra keyif ve zevk alma fırsatı varken buna sırt çevirmek tuhaf değil mi? Futbol üzerine saatlerce ahkam kesebiliriz ama Manchester United’ın sahada yaptıkları ya da yapmaya çalıştıkları ilgimizi çekmez. Her şeyin en iyisini bildiğimizden zerrece kuşkumuz olmadığı için başkasından bir şeyler öğrenmeye gerek duymayız.
Kariyerinin sonuna yaklaşmış olan Paul Scholes’u bu maçta acaba kaç kişi dikkatle izledi. Ön libero olarak tanımlanan ve son yıllarda oyun taktiği içindeki önemine çokça vurgu yapılan bir mevkide görev yapan bir oyuncunun nasıl oynaması gerektiği konusunda adeta ders verdi Scholes. Örnek olması açısından aynı mevkide Beşiktaş’ta ve milli takımda görev yapan ve bu mevkide ülkenin en iyilerinden birisi olarak kabul edilen Aurelio ile Scholes’u kıyaslayalım. Aurelio’nun maç boyunca 10 metreden uzun pas verdiği pek görülmez, garanti oynamak ve risk almamak adına topu genellikle yana ve geriye doğru, en yakınındaki ve kendince en uygun(!) arkadaşına kullanır, rakip ceza sahasına yaklaşıp şut atma, rakip ceza sahasına girme, gol pası verme (asist yapma) ya da gol atma olasılığı, Türkiye’nin insan hakları alanında dünyanın en gelişkin ülkesi olma olasılığından yüksek değildir. Scholes ise savunmasına en az Aurelio kadar yardımcı olmanın yanında, rakip yarı alanda da boy gösterir, uzun pas, şut, gol pası ve gol girişimlerinden hiç uzak durmaz. Zaten o mevkide görev yapanlar arasında gol ortalaması en yüksek oyunculardan birisidir. Aurelio’ya göre çok daha fazla risk alarak oynamasına karşın maçı en az hatayla tamamlar. Tabii bunda Manchester’lı diğer oyuncuların sahayı en uygun biçimde parsellemesinin, ne zaman, nerede, ne yapacaklarını bilmelerinin ve sistem gereği dayanışmacı, yardımlaşmacı anlayışla mücadele etmelerinin de payı var. O sistem içerisinde Scholes’un oyuna katkısını somut biçimde görebiliyorsunuz.
BENZER TABLO
Porto-Beşiktaş maçında da benzer bir tablo vardı. Ama tabii bizim medyaya göre Beşiktaş’ın Porto karşısındaki galibiyetini direkler önlemişti(!). Sahada sergilenen oyuna hiç bakmadan -gerçi anlamadıktan sonra baksalar ne olacak- skor ve topun direkle temas ettiği iki pozisyon üzerinden değerlendirmelerde bulunup Beşiktaş’ın galibiyeti kaçırdığını söylemek, kolay ve gönül okşayıcı bir yaklaşım. Porto’nun atakları ile Beşiktaş’ın atakları arasındaki farkı göremediğimiz, anlayamadığımız sürece böyle bizi sevindiren beraberliklerle kendimizi kandırır dururuz. Porto’nun hazırlanış itibariyle türlü varyasyonlar içeren bilinçli ataklarıyla, Beşiktaş’ın birkaç oyuncusunun ite-kaka sürüklediği ataklarını mı kıyaslayacağız? Beşiktaş’ın gol olması çok zor iki topunun direğe çarpmasını ön plana çıkarıyoruz ama Porto’nun halı saha maçı oynar rahatlığında 2 kez Hakan’ın burnunun dibine kadar gelmesini es geçiyoruz. Karşılarında Beşiktaş değil de daha ciddiye aldıkları bir rakip olsaydı Portolu futbolcular yakaladıkları pozisyonlarda bu kadar gevşek olurlar mıydı? Yani maç 1-1 bitti diye bütün bunları görmezden mi geleceğiz? Kazara Beşiktaş galip gelseydi, o zaman bu maçla ilgili olarak da Porto’ya verilen futbol dersinden(!) söz edecektik herhalde...
Mehmet Özyazanlar
ÖNCEKİ HABER

Milliyetçi bir kuşatma: Zorunlu İstiklal Marşı

SONRAKİ HABER

LENİN İÇİN ÜÇ ŞARKI

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...