11 Kasım 2010 00:00
Ön yargı ve ötekileştirme
GÜNÜN YAZILARI
Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz. Bir ön yargıyı
ortadan kaldırmak, bir atomu parçalamaktan daha zor
artık.
Albert Einstein
Önyargının; bir grup veya grubun öğelerine karşı olumsuz bir ön değerlendirme, tutum olduğu söylenebilir. Ön yargılar, geliştirildikleri grup yada grup öğelerine yönelik olumsuz düşüncelerin yanı sıra hoşlanmama, hor görme, kaçınma ve nefret etmeye kadar uzanan olumsuz duyguları içeren tutumlara yol açar. Bu da beraberinde peşin kararlar ve kalıp yargılar oluşturur. Kalıp yargılar belirli bir obje ya da gruba ilişkin bilgi boşluklarını dolduran böylece karar vermeyi kolaylaştıran önceden oluşturulmuş bir takım izlenimlerdir. Peşin kararlar ve kalıp yargılar davranışa dönüşürse ayrımcılık meydana gelir.
Sosyal dünyayı algılamamızı ve yorumlamamızı etkileyen sosyal kategorilendirme, ön yargıların oluşumunda temel bilişsel süreç olarak ortaya çıkar. İnsanlar, diğer insanlara ilişkin enformasyon ayırt etmek veya gruplamak için ırk, cinsiyet, dini inanç, etnik köken gibi fiziksel ve sosyal ayırt ediciler kullanırlar. Bütün bu aşamalardan sonra çoğu zaman ön yargıların oluşumu kaçınılmazdır.
II. Dünya Savaşını takip eden yıllarda Frankfurt Sosyal Araştırmalar Enstitüsünün üyeleri Horkheimer, Adorno ve Fromm otoriter kişilik kuramını yapılandırırken öncelikle Yahudi karşıtı kişileri incelemişlerdir. Araştırmacılar kalıp düşünce tarzının etnosantrizmide içerdiğini ve bu düşünce tarzının saldırganlığa temel oluşturduğunu vurgulamışlardır. Yani ön yargının sadece belirli bir grupla ilişkiden değil genel bir zihinsel yapıdan kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir. Adorno ve arkadaşlarına göre önyargılar bu dünyaya ilişkin belirli bir bakış tarzı ve gizil kişilik çizgilerinden etkilenir. Ve önyargılı insanlar diğer insanlara bakış tarzlarında diğerlerinin sahip oldukları kişisel özgür nitelikleri göz ardı eden ve insanlara sosyal rolleri ile etnik gruba aidiyetlerini temel alan hazır kalıplarla hareket ederler. Adornonun faşist propagandanın klasikleri olarak saydıkları dil, ön yargı ve ayrımcılığın ön önemli araçlarındandır.
BİLGİ-TARİH VE
ORYANTALİZM
Geleceğe ilişkin ipucunun ancak geçmişte başka insanların neler yaptıkları ile ölçüldüğünden insan tanımlanmasında da hangi insan, kimliği, ırkı, sınıfı, cinsi sorgulanmaya başlandı. Buradan yola çıkarak iktidarın yazdığı ve verdiği bilgiler önyargı oluşturup ayrımcılığı körükledi. Tarih biliminin kendisi bu önyargı ve ayrımcılığının temel noktasını oluşturur. Tarihsel süreç ile ilgili elde edilen her bilgi, ayrışmanın temel noktasını oluşturur. Örneğin Foucault Bilgi dünyayı düzenleme biçimidir. Ya da Bilgi iktidarın aracıdır derken toplanan verilerin aslında kime hizmet ettiğini belirtmiştir. Paul Valery tarih için; İnsanların en tehlikeli icadıdır derken de asıl vurgulamak istediği nokta tarihin oluşturduğu eşitsizlik durumudur.
Oryantalizm osidantalizm tarihine bakarak bu ayrışmanın nasıl yapıldığı hakkında bilgi sahibi olunabilir. Her iki durumda da yönü belirtmenin dışından belirtilen aslında ben merkezciliktir. Örneğin Roma İmparatorluğu devrinde Roma şehri dünyanın merkezi sayılmış doğu tarafı için Orient batı tarafı için Osiden tabiri kullanılmıştır. Yine aynı şekilde Al İdrisi adlı bir Arap haritacı tarafından 12. yüzyılda yapılan haritada Akdenizin merkezinde Anadolu ve Arabistan yer alırken Avrupa, Akdenizin çeperinde yer almaktaydı. Bu haritada başka şeylerin yanı sıra insanların yaşadıkları yeri dünyanın merkezi sanması olgusunun eskiden beri var olduğunu gösteriyor. Kendi topluluğunun dünyanın merkezinde sanmak etnosentrizim kavim merkezcilikin en önemli özelliğidir. Genel anlamda Hegelin köle efendi diyalektikliğine dayandırılan bu yöntem kavramsallaştırılması, öz bilinç bir başka öz bilinç için var olduğu ölçüde var olur cümlesi ile desteklenir. Yani bir toplum, kimliğin bilincine ancak başka ve kendinden farklı toplumlarda yapacağı karşılaşmalar sonucu varabilir. Başkalık olmadan kimlik olmaz, aidiyet ya da kimlik, başkalık ve ötekilik ile tanımlanır. Örneğin Helenler, Helenliği Perslerden farklılıklarıyla tanımlamışlardır. Çünkü haritayı aslında biraz daha mekansal ölçeğin bir planı olarak nitelemek gerekiyor. Kant Zaman ve mekan insan zihninin bir kavramıdır derken vurgu yapmak istediği nokta bunları ne şekilde değerlendirdiğimizdir. Örneğin yapılan ilk haritalarda dünya sabit kabul edilmiş ve diğer yerler bu merkezin dışında tutulmuştur. Yine Kristof Colomp sürekli doğuya giderek Amerikayı keşfetmiştir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz: Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Sırp vb. devletler 1989a kadar birer doğulu devlet olarak kalmış, günümüzde ise bunlar batılı devletler sayılmaktadır. Avustralya, 1968e kadar nötr bir devlet sayılırken şu an batılı bir devlet olarak değerlendirilmektedir. Bu kavim merkezcilik argümanlarından en önemlisini ise Ortadoğu kavramı oluşturmaktadır. Bunun coğrafik bir kavrama dayandırılarak oluşturulmadığı açıktır. Bu karşıtlığın tarihsel süreç içerisinde ne şekilde seyir gösterdiği, farklılaştığı ilk toplumdan itibaren ele alınabilir.
KADINLAR VE
AYRIMCILIK
Doğu batı ayrıştırılmasının yanında oluşan ön yargının en belirgin örneklerinden bir tanesini de kadınlara bakış oluşturur. İktidar mekanizmaları kendi kurumsal yapılarını oluştururken sahip olmayı, evcilleştirmeyi had safhada tutar. Burada karşımıza çıkan erkeğin görece aklı olduğu savı da Bilginin iktidar olması ile ilgilidir. İktidarın ön kabuller olarak sunduğu belirlemeler toplumsal cinsiyetin gelişmesi noktasında da etkili olmuştur. Anaerkil dönemin sona erdirilmesi ve erkeğin egemenliği ele alması da kadınlara karşı ön yargıları artırmış; kadınların dilde, tarihte, günlük yaşamda ayrımcılığa uğramalarına yol açmıştır. Tarihsel süreç içinde algılatılma biçimleri kadınların toplum içindeki yerini belirginleştirmiş, ötekileştirmiş ve eve hapsetmiştir. Söylenenler, yazılanlar, konuşulanlar tarih, sosyoloji ile desteklenip kalıp yargılar oluşturmuştur. Tarih sayfalarına geçebilme başarısı gösteren tek kadın yunan mitolojisinde Kötülüklerin anası tiplemesi ile dünyadaki kötülüklerin kaynağı merakı nedeniyle açmaması gereken kutuyu açan Pandoradır. Dünyadaki tüm kötülükler bu kutudan çıkmıştır anlayışı ve bilimsel gelişmenin ön koşulları gibi olumlu özellikleri olan merakın olumsuz özellikleri kadına yüklenmiştir. Tek tanrılı dinlerde Pandoranın yerini Havva alır. Yasak bilgi ağacındaki elmayı koparan Havvanın suçunun cezasını bütün insanlık çekmektedir. Ortaçağ sahnesindeki en önlü kadınlar olan cadılar, kurulu düzenin dayattığı bilgi ile yetinmeyince suçlanmış ve engizisyon tarafından yakılarak cezalandırılmıştır. Rönesansa, reforma, aydınlanma düşüncesinin oluşmasına sahne olan yeni çağa ulaşılması kadınların akılsızlığı savının geride bırakılması anlamına gelmemiştir. Kadınlar yeni çağda da akıldan yoksun sayıldıkları için vatandaşlık rolüne layık görülmemişlerdir. Modern kadın, dünyanın belirli bölgelerinde akılsızlık suçlamasından görece kurtulmuş olsa da akılla özdeşleştirilmesi beklenemeyecek ölçüde duygusaldır bu kez. Aristo erkeğin doğal olarak daha güçlü, daha akılcı ve inişli çıkışlı duygulara daha az eğilimli olduğunu söylerken tek tanrılı dinler de kadını duygularının esiri olmuş cins olarak resmeder.
SONUÇ
Bu iki örnek üzerinden yola çıkarak belirginleştirdiğimiz durum aslında günümüz açısından da bir temel oluşturabilir. Kürt sorunu, cinsiyet vb. tartışmaları ve her türlü ayrımcılığın çıkış noktasını oluşturan ön yargının oluşturduğu kalıpsal yargıların nasıl ortaya çıktığı ve şekillendiği görülebilir. Aynı zamanda ötekileştirme de hem önyargıların sonucu hem de kaynağıdır. Bu bir döngüdür ve bu döngünün kırılabilmesi ancak ötekini anlamaktan en azından anlayabilmekten geçer.
Kısacası egemenler eğitim sistemi, medya ve din gibi (Bunlara yargı, yasama, idare vb.. sayısız kurum dahil edilebilir) kurumsal sistemler aracığı ile üstünlüklerini pekiştirirken, ayrımcılığa uğrayan kesimler, egemen sisteminin kendilerine yönelik hazırladığı anlatılarda kendileri için hazırlanmış tahrif edilmiş temsil kodlar aracığıyla, ayrımcılığa uğrayan grup ve toplulukların üyeleri ve bireylerinin yanlış tanınmasına veya tanınmamasına neden olur. Bu da birey veya grupların psikolojik olarak kendini algılaması ve kendini gerçekleştirmesi üzerinde yıkıcı bir etki yapar.
Her şeyden önce bir ülkede yaşayan insanlar ne kültürel, ne de sosyo-demografik vb. özellikler açısından yekpare, homojen bir bütün değildir; böylesi bir yekpare kültür algısı fazlasıyla özcü, dolayısıyla kendiliğinde ayrımcılığı besleyici, hatta kaderci bir anlayış olur, çünkü kültürel özellikler kolay değişmezler.
EMRAH TUNCER Coğrafya Öğretmeni-Yüksek Kent Plancısı
Evrensel'i Takip Et