16 Kasım 2010 00:00
ALBATROS
K harfini teleffuz o kadar önemli mi demeyin.
Eğer Ka diye telaffuz ederseniz, bu sizin mainstream medyadan etkilendiğinizi, Kürtlerden pek haz etmediğinizi, bilinçli olmasa da devlet yanlısı olduğunuzu gösterir.
Eğer Ke diye telaffuz ederseniz, bu da büyük ihtimalle Kürt ya da Kürt dostu olduğunuzu, özgürlük mücadelesine sempati ya da saygı ile baktığınızı gösterir.
Bir harfin telaffuzu bile, bir yol ayrımı anlamına geliyorsa, hadi gelin de çıkın işin içinden.
Karşındakine saygı, onu ötekileştirmeme bazen bir harften geçer işte böyle. Çözüme niyetli iseniz, saygı gösterip, pekala PeKeKe diyebilirsiniz, bir iyi niyet gösterisi olarak.
Ama daha baştan çözüme karşı ve yolu tıkama niyetli iseniz, PeKaKa deyip geçersiniz.
Olay aslında basit, Türkçe alfabede K harfi, ka diye okunur, Kürtçede ise, ke diye. Aslında PeKaKa diye okumak, onu daha güçlü, görkemli gösterir. Ama aynı zamanda terörist. Ama PeKeKe diye okursanız, onun daha kibar, daha olağan algılanması tehlikesi vardır.
PeKaKa diyince, aman Allahım, dehşet bir şey. Ama PeKeKe diyince, gereğinden fazla olağan.
PeKeKe ile masaya oturulabilir, ama PeKaKa ile asla! Oturmamak için PeKaKa demek zorundalar, ne yapsınlar çareleri yok!
Hadi gelin çıkın işin içinden.
Geçmişte de, TeKaPe deyince, ne dehşet bir şey gelmez miydi aklınıza? TeKaPe!
Halbuki Kürtçe telaffuz ederseniz, TeKePe.
Vallahi hiçbir şeye benzemiyor. Bölücü Kürtlerle böyle bir sorunumuz var, ama Şeriatçı larla da benzer bir sorunumuz yok mu?
Al işe, yine bir harf, yine bir telaffuz sorunu.
AKePe mi diyeceğiz [sahi burada da niye AKaPe demiyorlar?, demek Kürtler için geçerli kod Ka, Müslümanlar için Ke, yoksa kendi dillendirdikleri gibi, AK Parti mi?
Bu parti yandaşları, kendilerine, AKePe denince gıcık oluyorlar. Belki de, kendilerinin PeKeKe ile aynı düzleme konulduklarını düşünüyorlar bilinçaltlarında. Onun için de bir yandan açılım derken, bir yandan kapanım yapıyorlar.
Onlara gıcık olanlar da, inadına AK Parti değil de, AKePe diyorlar.
Haydi reform geldi geçti, kimi arkadaşlarımıza göre anayasal bir devrim yaşandı.
Ama sonuçta ne değişti?
Gerilla dağda, ovada siyaset yapanlar ise hapiste!
Geçiş sürecinde en gerekli olacak insanlar, rehin tutuluyor.
Eğer Kürt açılımı samimi olsaydı, dünya kamuoyunun da beklediği gibi, daha ilk gün bütün tutukluların resen tahliye edilmesi gerekirdi, o zaman Türkiyede gerçek bir hukuk reformu olduğunu biz de kabul ederdik.
Ve KCK Davası iki ay ileriye atıldı.
Herkesin tutukluluk hali iki ay daha devam edecek.
Niçin?
Rehineler, onurlarına sahip çıkıp, hepimize aslında mantalite olarak hiçbir şeyin değişmediğini gösterdikleri için.
Hani Kürtçe tanınmıştı?
Kürtler 80 yıl sonra Uluslar arası güvence altındaki Lozan Anlaşmasının tanıdığı anadil hakkını kullandıkları için.
Katıldığım ilk duruşmada, gerek Hatip Dicle, gerekse avukatlar, son derece diyaloğa açık, sakin, kibar ve karşısındakine saygılı bir söylem ile, niçin anadil hakkını kullanacaklarını açıkladılar. Devlet mi, hükümet mi her kimse, artık karar vermeli. Çözüm mü istiyorlar teslim mi? Karşılıklı sevgi olmasa bile saygı mı, yoksa şartsız biat mı?
KCK Davasındaki anadil direnişi Kürtlerin ne teslim olacaklarını, ne de biat edeceklerini gösterdi.
Onlar sadece eşit olduklarının kabulunu, ve hak ettikleri saygıyı görmek istiyorlar.
I980lerde Mehdi Zana ve az sayıda diğerlerinin Askeri Mahkemelerde başlattıkları anadil direnişi, 1990 yılında IHD Genel Kurulunda tek başına Kürtçe konuşarak tam bir sivil itaatsizlik eylemi ortaya koyan Vedat Aydının anadil direnişi, yine Leyla Zananın tek başına yaptığı TBMM 1991 yemini, bugün kitleselleşerek, KCK Davasının ana simgelerinden biri olmuştur.
Ne mutlu direnenlere Selam olsun onlara.
Selam olsun, biat ederek, taksit taksit tahliye olmak yerine onurlu bir tavır sergileyenlere.
Hangisini sayayım ki, yaşamı bir ilke ve onur abidesi olan Hatip Dicleyi mi, hümanist IHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbeyi mi, seçilmesi ile Çiçeki gıcık eden, yılların emektarı Iğdır Belediye Başkanı Mehmet Nuri Güneşi mi, Batman Belediye Başkanı Necdet Atalayı mı, Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güveni mi, Cizre Belediye Başkanı Aydın Budakı mı, Suruç Belediye Başkanı Ethem Şahini mi, Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türkü mü, Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekini mi, DTPnin genel başkan yardımcısı Selma Irmakı mı, halka ulaşan sivil toplum projeleri için arı gibi çalışan kadın emekçileri mi? Sadece Diyarbakır değil, tüm KCK davalarında, BDPyi meclise taşıyan kadrolar rehin tutuluyor. Şimdi önümüzdeki seçimde şike yapıldığını iddia etmek hakkımız değil mi?
Selam olsun, ucuz bir tahliye yerine, haksız bir kitlesel tutuklamaya karşı dünya kamuoyu önünde,niçin sorusunu yöneltenlere.
Sadece eylemciler rehin almaz, devletler de rehin alır.
KCK Davası tam bir rehin alma olayıdır.
Bu bir bilek güreşidir.
İlkeli ve onurlu olan er geç kazanır.
RAGIP ZARAKOLU
Evrensel'i Takip Et