16 Kasım 2010 00:00

Halktan yana “aydın” olmak...


Ben, “aydın” kavramını hep, sorunları ve çözümlerini kitlelerden daha önce kavrayarak, bunu, onlara taşıyan, kitleleri aydınlatan ve gerektiğinde, “bedel” ödemeyi göze alan kişi olarak anlamışımdır, bu güne değin. Bu bilge kişiler, halkın içerinden çıkıp, biriktirdikleri bilgi ve deneyimlerini halkın yararına sunan insanlardır. Şeyh Bedrettin’dirler; Nesimi, Hallacı Mansur, Pir Sultan, Marx, Pablo Neruda, Bertrant Russel, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Yaşar Kemal, Mehmet Uzun, Ciyerhun’durlar. Her biri, tek başına birer Promete’dir. Öğrendiklerini, bildiklerini halklarının aydınlanması, baskı, sömürü ve soygun düzeninden kurtulması için kullanmış; gerektiğinde işkence görmüş, hapis yatmış, ölümü göze almışlardır.
Oysa günümüzde “aydın” kavramı ne kadar ucuzlamış durumda. Kökeni ne olursa olsun, biraz (isterse çok yalamış olsun!)mürekkep yalamış, akademik bilgi sahibi, okumuş-yazmış herkes, “aydın” geçiniyor veya öyle tanımlanıyor. Özellikle akademik ünvanlarını kullanarak öne çıkan(çıkarılan) pek çok isim, sosyal sorunlar karşısında takındıkları tavırlarla, halk düşmanı olarak tanımlanmaları gerekirken, “aydın” sayılıyorlar. Bilgi ve birikimlerini kapitalist sermaye düzeninden ve onun devamından yana ve üstelik çeşitli demagojik katkılarla kullanan bu adamlara, olsa olsa “akademisyen” demek varken, “aydın” sayılmaları büyük bir yanılgı ve büyük bir aldatmaca değil mi? Bilimsel gerçekleri bile ters yüz ederek, egemenlerin çıkarlarına uygun hale getiren, bilgi kirliliği yaratarak, emek-sermaye çatışmasında patronların çarkına su taşıyan bu bilgili ve donanımlı adamlara “aydın” denilebilir mi? Hükümette kim varsa ona yandaş olan profesöre; tarikat üyesi bir tıp doktoruna, mühendise, bilim ya da sanat adamına(!) “aydın” diyebilir misiniz? Ülkesinin bağımlılık koşullarına, üniversitelerdeki YÖK baskısına ve giderek gericileşen eğitim politikalarına karşı çıkmaksızın, bir akademisyen, nasıl “aydın” sayılabilir ki? Bunlar, (yine) olsa olsa, düzenin dümen suyunda giden okur-yazar takımı olarak anılabilirler ki, insanlık adına hiçbir kıymet-i harbiyeleri yoktur.
AYDIN olmak, sorumluluk gerektirir. Çağdaş olmayı, yüzünü bilime, sanata ve teknolojiye dönüp, bu alanda üretici ve yaratıcı olmayı gerektirir. AYDIN olmak, her türlü metafizik düşünceden, hurafe ve dogmalardan arınıp, bilimin aydınlattığı yolda ilerlemeyi gerektirir. AYDIN, halkın içinden gelen insandır; aydınlanmış halk adamıdır. Görevi, halkını da aydınlatmaktır . Bu görevini her koşulda yerine getiren, halkına asla ihanet etmeyen insandır, AYDIN... Bedel ödemeyi göze alan kişidir. Arif Damar’ın dediği gibi: “Ha bakın / Şurda aramızdaki ayrım / Biz halkız, aydınlanmış halk / Onlar halktan yana aydın”
İşte bütün sorun da burada galiba. Aydınlanmış halk olmak ya da “halktan yana olmak veya öyle olduğunu” söylemek... Günümüz koşullarında TV ekranlarına veya holding gazetelerinin köşe başlarına yerleşmiş kadınlı erkekli konuşmacı ve yazarlara baktığımızda bunların pek çok örneğini görebiliyoruz. Kelli felli bir üniversite hocasını, gözünüzün içine baka baka, “ülke ekonomisinin ne kadar iyiye gittiğini, halkın da bu iyileşmeden yararlanarak, refah düzeyinin yükseldiğini” anlatırken görüyorsunuz. Başka bir ekranda, ünlü bir uluslararası uzmanının, “Amerika’nın Irak’a nasıl da demokrasi getirdiğini”; bir diğerinden ise, “ Avrupa Birliği’nin kerametlerini” dinleyebilirsiniz. Gazete köşeleri de bundan farklı değildir. Sermaye sınıfına hizmette yeminli ve sınıf atlama telaşındaki pek çok yazar, mevcut iktidara ve buna göbekten bağlı gazete patronuna yaranabilmek için, tüm gerçekleri ters yüz eden inciler döktürürler, köşelerinde. Kimi politika uzmanıdır, kimi ekonomi; kimi sosyal danışman, kimi sanatçı, kimisi de her telden çalan sirk soytarısıdır. Ama hepsi de mürekkep yalamış; içerde ve dışarda üniversite okumuş, kürsü veya mevki-makam sahibi kişilerdir. Halkın içinden çıkmış (memur, esnaf, köylü çocuğu vs.) olsalar da, “halktan yana” bile değildirler. Bunları “aydın” olarak nitelemek, “gerçek aydın”lara kesinlikle saygısızlık olur.
ÖYLEYSE, AT SEPETE ...
M. Kâmil Bal

Evrensel'i Takip Et