21 Kasım 2010 00:00
Adalete bak, adalete!..
Adaletin bu mu dünya demiyorum, diyemiyorum da... Adalete bak diye ünlemek istiyorum inim inim inlerken. Bir yandan haykırmak istiyorum, ağlamak istiyorum öte yandan da batsın bu dünya bungunluğunda.
Batsın gerçekten bu dünya, bir şey anlıyorsam bu dünyalıların dilinden, adaletinden, varlığından, dürüstlüğünden ve de her bir şeyinden. Yalan dünyada her şey boşmuş ya bizler de bakıp dururmuşuz bu boşluğun her tür hoşluğuna (!). Oysa, boşluk gibi görünen o yerde ne bozukluklar varmış, ne bozulmuşlar.
Kimileri hem ayaktopçu kılığında top oynarmış o bozuk çukurlarda; hem de aracı kılığıyla -menajer deniliyor buna- başka topçuları, yani meslektaşlarını, yani arkadaşlarını alıp satarlarmış para kazanmak ve paraya para katmak için. Yani, kendi çapında ve çevresinde bir pazar kurmuş pazarcılık yaparmış hem oynayıp hem çalarken.
Boş sanılan o çukurda birileri de çalıştırıcılık yaparken yine para uğruna, bir yandan da ayaktopçu pazarlama ayakları atarmış paraya para dememek için. Belli ki çalıştırdığı takımı pazar yeri gibi kullanırmış. Yani çalıştırır, oynatır; sonra da satarmış.
Şimdi, topçuların böyle bir işe kalkışması, ahı gitmek; vahı da gelmek üzere olan beden satıcısı bir kadının, kadın işletmeciliğine soyunması biçiminde düşünülebilir de, zaten işletmeci konumunda olan çalıştırıcının birbiriyle bağlantılı iki ayrı işletmede boy göstermeye kalkması için ne denilebilir ki.
Anlaşılan o ki, bunlar da el birliği, gönül dirliği ile erkek pazarlarmış.
Demek ki çalıştırdığı her takıma durmadan oyuncu alması bundanmış adamın. Demek ki iki günde iki takım değiştirmesi, ikinci ayında da üçüncü takıma gitmesi yeni pazarlar yaratmak içinmiş. Demek ki çalıştırdığı takımlardan biri birinciliğe oynarken, kafasına geçirdiği don, omzuna taktığı ikizlerin takkesiyle kadın çamaşırı satan pazarcı çığırtkanlığıyla kim alırsa birinci olur diyerek en gözde topçusunu satmaya çalışması bundanmış. Tüm bağırıp çağırmasına karşın elinde kalan o topçuyla birinci olamaması da bundandı belki de.
Böylesine bir çalışkanlık(!) içinde olanlara, yasa ve yönetmeliklere kulak asmayanlara, anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz düşüncesine sığınanlara, iş ahlakını, insanlık onurunu, dinsel inancını sıfırlayanlara uygun görülen yaptırım dünya ile aramı bir kez daha bozan şeydi işte. Bir kez daha başkaldırıya itti beni, başımı kaldıracak durumda değilken.
Olağan koşullarda her iki işten de el çektirilmeleri gerektiğini düşündüğüm; olağan dışı koşulda da en az birinden alıkonulmalarını umduğum adamlara, dörtten sekize yeşil alana çıkmamalarının öğütlenmesi(!) bende böylesine bir bunalım yarattı. Daha, can alıcı insanımsı yaratıkların yaptırımlarında iyi halden indirime gidilmesini anlayamamışken; bir de bu çıktı karşıma. Önce anlamaya; sonra da anlatmaya çalışacağım. Becerebilirsem.
Anlaşılan topçuların da dokunulmazlığı var popçular ve tümünün vekilleri gibi. Öyleyse vurun abalıya Yoksula, yalnıza, kimsesize, doğruya Türkan Albayraka Serdal Güle Tekel işçisine Üniversite öğrencisine Çalmayana Çırpmayana
Umuyorum, Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim sözünü benimsemiş görünen yöneticiler bu işin sonunu bırakmazlar, kendi çayır çimenlerinde aymazlık yapanlarla ilişkilerini gözden, elekten ve süzgeçten geçirirler. Ve hiç kuşkum yok ki bu ülkede olanca varlığını, dirliğini, birliğini olabildiğince sessiz yürüten PFD kısaltmalı ayaktopçular derneği eş iş yapan topçulara gerekli uyarıyı yapacak, onları savunmaya kalkmayacaktır.
Ve yine varlığını bildiğim; ama tam adını uzun süredir duymadığım için anımsayamadığım hoca olarak anılan çalıştırıcıların dernekleri de gerekeni yapacaktır, bu çalıştırıcı kılığındaki pazarlamacılarla ilgili olarak. Tıpkı Basın Konseyinin, başkanına yaptığı gibi.
Ak camda yorum yapanlar da, boyalı kağıtta yazı yazanlar da, topun nasıl oynanacağını, bilen bilmeyen herkese anlatmaya kalktıklarında bu konuya da değinecekler; hem de kınayacaklardır.
Bu ülkede her şeyin olduğu gibi aracıların, pazarlamacıların, al-satçıların da bir derneği, bir kuruluşu vardır sanırım. Onların da korsan taksiciler gibi eş zamanlı iş yapan bu adamlara söyleyecekleri bir şey vardır ya da olmalıdır. Hiç değilse pazarcılar odası ses çıkarmalıdır.
Eğer onlar çıkaramıyorsa ben sesleneyim bari Hayyam ağzıyla:
Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde;
Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde.
O canım Türk güzeli kömür gözleriyle,
Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde.
Üstün Yıldırım
Evrensel'i Takip Et