25 Kasım 2010 00:00

ÖZGÜRLÜKLER

Geçen yıl aralık ayında bir soruşturma başlatılmıştı: Suikast soruşturması! Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast düzenleneceği iddiasıyla...

Paylaş

Geçen yıl aralık ayında bir soruşturma başlatılmıştı: Suikast soruşturması! Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast düzenleneceği iddiasıyla başlatılan soruşturmanın üzerinden neredeyse bir yıl geçiyor.
Duyan bilen var mı, ne oluyor?
Hayır yok!
Halbuki bir ülkenin başbakan yardımcısına yönelik suikast hazırlığı çok ciddi bir suçtur değil mi? Hepimizi de ilgilendirir. Nitekim kamuoyu da büyük bir ilgi ile gelişmeleri takip etmişti. Bazı subayların gözaltına alındığı yolunda haberler yayımlanmıştı gazetelerde. İş, Genelkurmay Başkanlığı Seferberlik Tetkik Kurulu Bölge Başkanlığında bulunduğu iddia edilen kozmik oda aramasına kadar gitmişti. O günlerde arama kararının bizzat arama kararı veren yargıç tarafından yerine getirildiği de yazılıp çizilmişti. Hukukçular arasında bu tür konularda mahkeme tarafından arama yapılacağı, hazırlık soruşturmasında yargıç aramasının mümkün olmadığı tartışılıyordu.
Aralık ayında başlayan arama günlerce sürmüş ve yeni yıla-2010 yılına-sarkmıştı.
Benim o günlerdeki kanaatim bir “mucize”nin gerçekleşmekte olduğu yolundaydı. Çünkü o tarihte sivil yargının bu tür girişimlerin içinde olması ve arama ve el koyma işlemlerinin yapılması; sivil yargının askeri tesislere girebilmiş olması o mucizelerdendi. Türkiye’nin hukuk düzeninin asker için yarattığı “özerklik- dokunulmazlık alanı” nedeniyledir bu mucize nitelendirmeleri. Zamanın genelkurmay başkanı hiç de hoş olmayan bir kelime kullanıp kendilerinin izniyle aramanın gerçekleştirildiğini, izin vermemeleri durumunda aramanın gerçekleşmeyeceğini söylemişti. Mucize dediğim aynı zamanda bu ve benzeri haller içindir.
Burada hem hayırlar hem de şerler vardı.
Aradan geçen zaman diliminde sivil asker ilişkileri bağlamında anayasa ve yasalarda bazı değişiklikler yapıldı.
İyi de oldu.
Ama düşünün ki bazı kişilere ve kurumlara hukuk “Komutan izni” ile işletilebiliyordu.
“Neden böyleydi?” sorusunu sormak lazım.
“Asker merkezli bir sistem var da ondan” şeklinde özetlenecek bir cevabımız var. Bu yanlış bir cevap değil.
Bana soracak olursanız, hâlâ da öyle.
Derler ki, “Asker ve askeri yargı yasa dışılıkları kendi içinde araştırıyor, soruşturuyor, yargılıyor ve cezalandırıyor. Örnek mi istiyorsunuz. İşte eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından birisini askeri yargı cezalandırdı. Bakın daha yeni bir olay. Bir general mayın patlaması sonucu 6 askerin şehit olmasına neden olduğu için askeri mahkeme tarafından tutuklandı ve şimdi askeri cezaevinde. Asker yasa dışılıklara göz açtırmıyor!”
“Ah keşke öyle olsa” diye itiraz edecek değilim. Ama sistem eleştirisinde bulunamayız o zaman. Sorun da burada işte. Neden askeri yargı var? Neden sivil savcı ve mahkemeler soruşturamıyor? Neden askerin özerk alanı var? Neden hâlâ sivil suçları için de yakalanan askeri şahıslar polis merkezlerine götürülemiyor; sivil savcılar tarafından ifadeleri alınamıyor da merkez komutanlıklarına götürülüyor; askeri cezaevlerinde tutuluyor. Neden hâlâ lojmanlar dahil sivil savcılar, askeri otoritelerin vereceği izinle hukuku uygulayabiliyorlar? Neden hâlâ arama askeri makamlar ve personel tarafından yapılıyor ve askeri personel eşlik ediyor sivil yargı işlemlerine? Bu soruları çoğaltmamız mümkün. Ancak yine de hukukun üstünlüğü ilkesi için kurumsal sivil düzenlemenin gerekli şartı oluşturmasından hareketle bunun yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bir zihni-kültürel problemle karşı karşıyayız: İdeolojik boyut.Yargıda parti, cemaat, devlet ideolojisi boyutu kabul edilemez. Sağcılık, solculuk, milliyetçilik... Herkes için adalet, ilkesel tutum olmalı. Bir ülkede hukukun üstünlüğü ilkesinden söz edebilmek için, yargının bağımsız ve tarafsız olması şarttır. İkisi birden temeldir.
Türkiye pratiği bu açıdan da öğreticidir. Sonuç mu? Sonuç belli değil mi? Hukukun üstünlüğü ilkesinin yaralı olduğu ülkelerde hukuk kozmik odalarda tutsak edilir.
Düzeltme Notu: Geçen haftaki “Gidenlerin Ardından” başlıklı yazımda, baştan beşinci cümlede, -da, -de bağlacını “Hak ta var içinde sonsuzluk ta” demek suretiyle yanlış kullandım. Doğrusu, “hak da var içinde , sonsuzluk da” olacaktı. Düzeltir, okuyucularımdan özür dilerim.



HÜSNÜ ÖNDÜL
ÖNCEKİ HABER

‘Türkiye’de her üç kadından biri fiziksel şiddet görüyor’

SONRAKİ HABER

YASAL DÜZENLEMELER YAPILMALI

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...