3 Aralık 2010 00:00

MERCEK


Başlıktaki sözcükler burjuva diplomasisinin karakter özelliklerini çok kısaca da olsa tanımlarlar. Wikileaks İnternet sitesi, yayımladığı belgelerle ABD’nin Türkiye, Türkiye’nin içinde yer aldığı bölge ve genel olarak dünya politikalarında, bu politikaların çeşitli piyonlarıyla şu ya da bu biçimde karşısında görülen ülke ve devlet yöneticileri hakkındaki ‘perde arkası’ görüşlerini ‘sokağa dökerek’, burjuva diplomasisi ve politikasının ana ilkesinin tekelci sermaye ve kapitalist grupların çıkarları tarafından belirlendiğini bir kez daha gösterdi. Birbirlerini “Kadim dost”, “stratejik müttefik”, “aynı değerleri paylaşanlar” olarak muştulayıp kutlayanların birbirlerine karşı entrika ve ikiyüzlülükte pervasız olduklarını, şu ana dek yayımlanan belgeler üzerinden de görmek mümkün. Amerikan emperyalistlerinin kulislerde ve ‘gizli diplomasi’de, on yıllar boyunca ülkelerini ve kaynaklarını onlara peşkeş çeken taşeron politikacı ve yöneticileri aşağılayıp horlamaktan kaçınmadıkları; onlarla kedinin fareyle oynamasını andırır tarzda oynarken; kullanma miadını çıkarlarıyla uyum trendine bağladıkları bu vesileyle ve yeniden açıklık kazandı.
Ama ilginçtir ki, yolsuzlukları, gizli banka hesapları, ikiyüzlülükleri, gericilikleri, çıkarcılıkları üzerine sayfalarca istihbari raporlar yazılanlar, kendi şahısları ve yönetmekte oldukları ülkelerin “Onuru”(!) yönünden ‘en küçük’ bir direnç göstermediler. Söyledikleri, “Bu tür olaylar kalıcı-kadim dostluğumuzu bozamaz”; “İlişkilerimizi gölgeleyemez”; “Müttefiklerimizle sağlam ve ilkeli ilişkilerimizi kimse sarsamaz” türünden şeylerdi. Halk kitlelerine yönelik söylemlerinde “Ulusal çıkarlar”dan, “Milletin değerleri”(!)nden söz edenler, iktisadi-mali-politik ve askeri tüm yönleriyle bağlanıp stratejik çıkarlarına hizmet ettikleri güçlerin aşağılamalarına “Özüm”(!) diye biat ederlerken, gizli-saklı ilişkilerin, imzaladıkları satış antlaşmalarının, taşeron olarak üstlendikleri işlerin açığa çıkmamasını ‘En hassas nokta’ sayıyorlardı. Kapitalist bataklıkta durmadan üreyen ve yayılarak her tür ilişkinin üzerine çöken, sömürü kaynaklı ve çıkar ilişkileri tarafından belirlenen politika ve etik anlayışın “Ulusal” diye pazarlanan maddi-manevi her şeyin ayaklar altına serilmesine teşne olduğu görüldü. “Bizim diplomasimizde açıklık var” söylemi bir yalandı. “Eteklerindeki taşları döksünler” babalanması, suçları gizleme ve geçiştirme amaçlıydı. “Özür dilediler”(!) tesellisi halkın tepkisini önleme hedefliydi, vb.
Ancak bu ‘Efelenme’, reddetme ya da “Hafif yollu” kabullenmeler, Amerikan emperyalizminin elinde kendi ülkelerinin halklarına ve komşu ülkelere karşı mızrakbaşı olmayı seçenlerin ülke ve halkın hak ve çıkarlarıyla karşıtlık içinde olduklarını gizlemeye artık yetmiyor. Burjuva ilişkilerin kan ve yağmayı dayanak edindiği ve timsah davranışının esas olduğu belirginleştikçe, kuşku ve güvensizlik büyüyor. Burjuva skandallarının birbiri ardına patlak vermesi, kapitalist-emperyalist sistemin karakteri üzerine burjuva söyleminin inandırıcılığına darbe üstüne darbe vuruyor. Sömürü ve rekabetin, eşit haklara dayalı ilişkilerin kurulabilmesini olanaksız kıldığı; burjuva diplomasisi ve devletler ilişkisinin çıkar ve rekabeti esas alarak ikiyüzlülük ve entrikacılık üzerinden sürdüğünü görüp anlayanların sayısı artıyor. Pazara mal süren, pay sahibi olmakla kalmayıp pazarın tek hakimi olmak isteyen her “Ulusal”(!) kapitalist ve kapitalist devletin diğerlerinin rakibi olduğu; onları yutup yok etmeyi hedeflediği; bu amaç ve hedefleri için her yol -yöntem, araç-gereci kullanmaktan geri durmadığı açıklık kazanıyor. Her büyük emperyalistin diğer rakipleriyle kapışırken kullanmak isteyeceği işbirlikçi ve taşeronlarını zaaf, hırs ve bağlantılarıyla ele aldığı; kullanabileceği kadar kullanıp eskittiği; yerine daha iyi kullanılabilir olanını bulduğunda da onları “Çöplüğe süpür”düğü daha fazla anlaşılır hale geliyor.
Bu olumlu ve iyidir, ama yeterli değildir!
İşçi ve emekçilerin, ülkelerin ve devletlerin ilişkilerinde bağımsızlık, iç işlerine karışmama ve eşit haklara sahip olabilmek için tüm bu entrikaların, riyakarlık ve uşaklık ilişkilerini doğuran iktisadi, politik ve askeri bağımlılık ilişkilerinin son bulmasını gerektirdiğini daha net olarak görmeleri gerekiyor. Bu ise, emperyalizme karşı mücadelenin yükseltilmesiyle, emperyalist askeri paktlardan çekilmeyi, emperyalistlerle imzalanmış ikili ve çok yanlı askeri anlaşmaların iptalini, NATO’dan çıkmayı ve füze kalkanı “Projesi”nin reddini içeren bir mücadelenin yaygınlaştırılması içinde gerçekleşebilir. Bunu sağlayacak olan işçi ve emekçilerin bilinçli mücadelesidir ve her tür bağımlılık ilişkisini reddeden bir politik hatta ısrar edilmeden bu hedefe ulaşılamaz.
A. Cihan Soylu

Evrensel'i Takip Et