5 Aralık 2010 00:00
Nişantaşından Beyoğluna...
21 Kasım tarihinde yine bu köşede yazdığım Danışıklı Dövüş mü? başlıklı yazımdan sonra bolca telefon geldi. Kimi yazımı çok yumuşak bulmuş kimi sert. Oysa ki ben ortaya çıkan görüntüyü yorumlamış ve sormuştum. Danışıklı Dövüş mü? diye. 25-28 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen Contemprorary İstanbul Sanat Fuarını izledim. Son yılların en hareketli ve bereketli fuarı olarak da tarihe geçti, yüzde 83lük satışıyla. Fuara katılan tüm işlerin (Sanat eserlerinin) toplamı 2 bin adetti. Toplam değeri 50 milyon TL. Dört günde yaklaşık 1660 iş, 41 milyon 500 bin liraya satılmış velhasıl.
Bu göstergeler, sanat dünyasına yatırımcıların yani galericilerin, koleksiyonerlerin, müzelerin son yıllarda yaptıkları hamleleri de açıklıyor olmaktadır. Bir oda bir salon dairelerin galeri olması, kentsel dönüşüm alanı içindeki alan olan; Cihangir, Salıpazarı, Tophane, Karaköy, Beyoğluda hızla artan galeri ve müzelerin finans dünyasıyla olan ilgisinin bir fotoğrafı olmaktadır. Sınıfsal karakterli bir ayrım yapıldığında Nişantaşı dendiğinde lüks galerilerin ve pahalı mağazaların, dahası trendin belirlendiği bölge olma imajı ile burjuva elit tabakanın standardizasyonu anlaşılırdı.
Beyoğlu, özellikle Beyoğlunun arka sokakları ve Tophane çevresi dendiğinde muhalif sanatçıların, parti örgüt ve derneklerin, kültür merkezlerinin, underground yaşamın hakim olduğu, sınıfsal farklılığın öne çıktığı keskinlik vardı. Sanatta bu ayrım ideolojik olarak kendini gösterirdi. Şimdilerde ise bu ayrım yerini Nişantaşı geleneğinin bu alan üzerine kurduğu hegamonyaya bırakmıştır yada bu sürecin yaygınlaşma dönemidir denebilir. İktidarın (Bankalar, holdingler, AVMler, Belediyeler, İKSV ve Kültür Bakanlığı vs.) Kenti sanat ve finans merkezi haline getirme projelerinin hayata geçirilmesidir. Bu bölgenin mekansal değerleri artmış, yaşam muhalif sanatçıların korunaklı alanı olma durumundan çıkarılmış ve muhalif sanatın ve sanatçıların yoksul halkla birlikte bu alanlardan sürülmeleri, kent dışına çıkarılmaları sürecini başlatmış, böylece Nişantaşı ve Cihangir, Beyoğlu-Tophane ayrımının ortadan kaldırılma yoluna girilmiştir.
Burada ince hesap, sanatçının ideolojik yapısının bozulması, sözünü sınırları çizilmiş bir alan içinde söyleyen, muhalif yapısının iktidarın çizdiği sınırlarda kalması olarak gerçekleştirilmesinin sağlanmasıdır. Muhalif sanatçı ve sanat kolektiflerinin parçalanması ve kendilerini galeri sanatçısı ve hatta galeri sahibi yapmaları olarak yansımaktadır. Ayrıca iktidarın sunduğu olanakları kullanarak radikal ve muhalif işler yaparak para kazanma yolunu, sanatın bağımsızlığı, sanatçının özgürlük ve özgünlüğü olarak savundukları görülmektedir. Bu nahoşluk, alttan alta muhalif ve alternatif dilin ideolojik yapısının bozulmasına da yol açma tehlikesini getirmektedir. Özellikle son İstanbul Bienali, iktidarın muhalif sanatçılar üzerindeki çalışmalarının öne çıktığı bir deneyim olmuştur. Contemprorary İstanbul Fuarının sonuçları ise hedeflerine hızla varmakta olduklarını göstermektedir.
Bu tehlikeler ışığında baktığımda Halil Altınderenin Portraıt Of A Dealer (Satıcının portresi) çalışmasının danışıklı dövüşün bir sonucu olarak Muhalif dilin ehlileştirilmesi olarak da okunabileceğidir. Bu kaygımı Contemporary İstanbulu Radikal için gezen Fransız eleştirmen Judith Benhamounun düşünceleri de doğrulamaktadır. Özetle şöyle diyor; ... Bu fuarı gezmelisiniz. Hem dekoratif, hem de cesur ve genç işleri bir arada görmek pek mümkün olmaz. (Halil Altınderenin Portrait of a dealerı için) Ben sergilenmeden önce gördüm ve şunu söyleyebilirim ki, nihayet yeni Türk sanatçılarından biri gerçekten piyasaya girdi. Ve ben bu yeni Türk sanatçılarını merak ediyor, hakikaten takip etmek istiyorum. Contemporary İstanbul Fuarını ziyaret etmek gerek. Temsil ettiği duyguyu hiçbir galeride tek başına bulamazsınız. Neden mi? Çünkü birbiriyle tamamen uyumsuz iki duyguyu bir arada sunuyor. Bir kere burada tamamen dekoratif maksatlı, kitsch ürünler olduğu gibi, özellikle genç sanatçıların ve genç galericilerin hakikaten çok ilginç, cesur ve yenilikçi bir alanda ürettikleri işler de var. Ama sonuçta Contemporary İstanbul iştah açmayan, sadece piyasanın birbirini gördüğü ve kıyaslama yapmasına imkan verdiği bir pazar olmaktan ileri gidemiyor. Belki çağdaş Türk koleksiyoncusu için iyi bir pazar olabilir ama onlardan sonra gelecek kuşak için bunun yeterli olacağını sanmıyorum... (Radikal- 28.11.2010) Dolayısıyla Murat Yaykının dile getirdiği kaygılar da açıklayıcı olmaktadır.... Burjuvazi, Ötekinin söylemini aşırıp farklı bir bağlamda dolaşıma sokuyor. Kendisi için muhalif olan bu tip söylemleri bir tür evcilleştirme işleminden geçiriyor. Onu bir tüketim nesnesine dönüştürüyor. Barthese göre bu ele geçirmenin iki özelliği var. Birincisi, ötekinin zararsız hale getirilerek özümsenmesi; diğeri ise ötekinin temsil yoluyla cisimleştirilmesi. Sanat artık egemen sınıflar tarafından bir tehdit unsuru olarak görülmüyor. Sanat sadece seyirlik bir üretim oluyor. ... İnsanın tüketim nesnesi durumuna dönüştürüldüğü, özgürlüğünün inandırıcılığını ve gücünü yitiren, tüketme ve anlık vakit geçirme üzerine kurulu, kapitalist kültür endüstrisinin metasına dönüşmüş bir sanat, yeni dünya düzeninin gösterilerinden biri olmaktan öteye gidemez. O yüzden sanatın bir küresel kalkınma modeli olarak serbest ticaret sistemiyle birlikte hareket etmesini önlemek gereklidir. Sermaye ve piyasalaştırma ilişkilerine ait bu kültürü sorgulamalı ve sorgulamakla kalmayıp reddetmeliyiz... (Murat Yaykın sanat,teknoloji,bilim ve fotoğraf Kalkedon yay. Syf:90)
Annem üniversite okurken şöyle derdi: Oğlum olaylara karışma. Sen düşüncelerini içinde tut, kendini belli etme. Mimlenme yoksa ezilirsin ve düşüncelerini gerçekleştiremezsin. Onun için okulunu bitirip etkili ve yetkili noktalara gel, o zaman daha etkili olursun ve kendini ziyan etmezsin. Başarılı olursun... Annem kaygılarını böyle dile getiriyordu. Sanırım bir çoğumuzun ailesi de buna benzer öğütler vermiştir. Kısaca sistem içine dahil olup sistemin olanaklarıyla güçlenip sistemle savaşma olarak açıklanabilir. Madem bu sistem içinde yaşıyor ve verdiğimiz mücadelelerle başarılı olamıyoruz o zaman sistemin içinden sistemi deşifre ederek başarı kazanma yolunu denemeliyiz demek düpedüz takiye olacaktır.
Sanat kendi başına bir sistemi değiştiremez ama sınıfsal mücadelede yer alan kurumlarla (Parti sendika ve emek örgütleri) organik bir birliktelik oluşturmasıyla başarı şansını arttırmış olabilir. Bu konuda sanatçıların olduğu kadar emek örgütlerinin de bu alanda söz sahibi olacak plan, program geliştirmeleri önemlidir. Özellikle neoliberal politikaların sanatsal etkinlikle de kültürel saldırıda bulunduğu düşünüldüğünde, işçi sınıfının da cevabı, sanatın diliyle ve geliştirilen ideolojik birliktelikle güçlenebilir. Bu birliktelik sağlanamadığında, sanatçının Özgürlük ve özgünlük gibi süslü söylemiyle, onun sistemin ehlileştirilmiş işbirlikçisi olarak karşımıza çıkmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Özcan Yaman
Evrensel'i Takip Et