10 Aralık 2010 00:00
BAŞYAZI
Türkiye, 10 Aralık İnsan Hakları Gününü ve haftasını;Demokrasilerde elbette protesto haktır, ama kanunlar çerçevesinde!Maden hamileydi, çocuğuna düşünse de gösteriye katılmasıydı! tartışmalarıyla karşılıyor. Böylece, Türkiyeyi yöneten zihniyetin aslında 1950lerden beri hiç de değişmediği bir kez daha ortaya çıkmış bulunuyor.
Türkiye, 10 Aralık İnsan Hakları Gününü ve haftasını;
Demokrasilerde elbette protesto haktır, ama kanunlar çerçevesinde!
Maden hamileydi, çocuğuna düşünse de gösteriye katılmasıydı! tartışmalarıyla karşılıyor. Böylece, Türkiyeyi yöneten zihniyetin aslında 1950lerden beri hiç de değişmediği bir kez daha ortaya çıkmış bulunuyor.
Bu anlayışa göre Türkiyede insanlar, Bu konuda fikirlerimi söylüyorum ama başbakanın hoşuna gitmezse polis bana saldırır, şiddet kullanır; hatta ceza alırım! diye düşünecek. Başbakan günlerdir üstüne basarak bunu söylüyor kendini eleştirenlere. Ve Başbakana bağlı basın, AKP önde gelenleri ve propagandacıları, polis şiddetiyle çocuğunu düşüren genç kadına; Çocuğunu düşünüyorsa gösteride ne iş var? diye çıkışıyorlar ve polisi haklı, gösteri hakkını kullanan genci haksız ve suçlu ilan ediyorlar!
İnsan hakları, genel anlamıyla, insanın insan olmaktan gelen haklarıdır ve hiçbir bahaneyle ortadan kaldırılması ya da ihlali meşru görülmeyen haklardır. Bu hakların pratikteki ölçütü de insanlığın ulaştığı uygarlık seviyesidir!
Öte yandan insan hakları ihlali ise, devletin insan hakkı denen hakları kısıtlaması, bu hakların kullananları cezalandırması ya da bu hakkı çeşitli sınırlamalarla kullanılmaz hale getirmesidir. Başka bir söyleyişle insan hakkı mücadelesi bu konuda devletin, yok saymaları, kısıtlamaları ve ihlallerine karşı mücadeledir. Bu durumda insan hakları sorunu da dönüp dolaşıp, egemen sınıf dışındaki toplumsal kesimlerin insan olmaktan gelen hakları olarak ortaya çıkmaktadır. Ki bunun anlamı ise; ezilin ulus ve inanç kesimlerinin en baştan da işçi sınıfı ve öteki emekçilerin devletten insanca muamele görmesi, düşüncelerini ifade etme, özel hayatlarının masumiyeti, adil yargılanma gibi alanlarda haklarının dokunulmazlığının tanınmasıdır.
AKP iktidarı ve onun başı Tayyip Erdoğana bakarsanız; Türkiye onların devri iktidarında dünyanın insan hakları ihlallerinin hızla azaldığı bir ülkesidir! Ama gerçekler tersini söylemektedir. En başta Kürtlerin ulusal hakları olmak üzere; Alevilerin inanç özgürlüğü talepleri, onlarca gazetecinin, yayıncının cezaevlerinde, binlercesi hakkında davaların sürüyor olması, Terörle Mücadele Yasası, Polis Vazife ve Salahiyetleri Yasasının polise tanıdığı yetkiler, yüz binlerce kişinin dinleniyor olması, kadınlara yönelik şiddetin vahşi cinayetler boyutuna kadar varması hak ihlallerin bir boyutunu göstermektedir. Öte yandan özel görevli Ağır Ceza Mahkemelerinin halen görevleri başında olması, yargılamaların hak ihlaline dönüşmesi, karakolda öldürmeler ve işkenceler, F tipi cezaevlerinde binlerce siyasi tutuklu ve hükümlünün çok ağır koşullarda yaşam mücadelesi veriyor olması gibi sayısız hak ihlali de AKPnin devri iktidarından insan hakları ihlali manzaralarıdır. Milyonlarca Kürde anadilinde eğitim görmeyi ve savunma yapmayı bile yasaklayan bir insan hakkı ihlali her halde dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur. Aleviler için de aynı devasa genişlikte hak ihlalleri sürmektedir. Ama hükümet bütün bu gerçekler yokmuş gibi davranmaktadır. Ve AKP Hükümeti, ihlallerinin üstüne öyle cila çekmektedir ki, Türkiye adeta insan hakkı ihlallerinin cenneti olmuştur.
Başka ülkelerde de hak ihlalleri vardır elbette. Sermaye gericileştikçe; çıkarları insanları daha çok sömürmeyi gerektirdikçe, hak ihlalleri de artmaktadır. Ama sonuçta az çok uygar denilen ülkelerde hak ihlalleri kişisel düzeye inmiş durumdadır ve rastlantısaldır. Türkiyedeki hak ihlalleri ise Kürtler, Aleviler gibi milyonlarla ifade edilen nüfusu kapsayacak genişliktedir. Bu genişlikteki hak ihlallerini ancak Irak, İran, Afganistan gibi ülkelerde görmek olanaklıdır ki, oralarda bile bu durum bir savaş ya da molla yönetimi gibi durumlarla bağlantılıdır. Türkiyede ise egemenler statülerini, kalıcı olarak bu büyük nüfusu kapsayan kesimlerin haklarını yok sayma üstüne kurmuşlardır.
İnsan haklarının Türkiyedeki vahameti de buradan gelmektedir. Tabii insan hakları mücadelesinin önemi, bu mücadelenin aslında demokrasi mücadelesinin geniş bir zemini olarak ele alınmasının gerekliliği de bu nedenle zorunludur.
İHSAN ÇARALAN