12 Aralık 2010 00:00

Kabahatin çoğu…

Dışarıdan bakınca ne kadar acayip değil mi? Polis diye bir örgüt var. Kaskı, copu, biber gazı, silahı, zırhıyla tam teşekküllü sayısız robokoptan oluşan bir yapılanma. Arkadaşımız, dostumuz olduğuna dair iddialar var

Paylaş

Dışarıdan bakınca ne kadar acayip değil mi? Polis diye bir örgüt var. Kaskı, copu, biber gazı, silahı, zırhıyla tam teşekküllü sayısız robokoptan oluşan bir yapılanma. Arkadaşımız, dostumuz olduğuna dair iddialar var. Ha bir de memleketteki asayişi sağlamak gibi de bir “kutsal” görev bahşedilmiş kendilerine.
Bu “arkadaşlar” aynı bölgede, birer gün arayla karşımıza çıkıyor. Yer: Beşiktaş. 4 Aralık Cumartesi günü…
ÖĞRENCİYE KARŞI ASLAN…
Birkaç yüz kişilik bir öğrenci grubu, “darbe yapılanması YÖK’ün kaldırılması”, “anadilde, parasız, bilimsel eğitim” ve “üniversitelerden güvenlik kuvvetlerinin çekilmesi” gibi iktidar ve yandaşlarının tahayyül dahi edemeyeceği demokratlıkta talepleriyle kendilerini yok sayan Başbakan ve rektörleri protesto ediyor. Üstelik cehaletini ön yargısına ve tarafına borçlu olan basın ve siyasilerin iddialarının aksine anayasal haklarına dayanarak gerçekleştiriyorlar bu eylemi.
Cengaver polisimizin tepkisiyse malum! “Türk polisi sahibini gururlandırırken” adlı filmden bilindik kareler… Protestoyu hazmedemeyen makatımın sultanının emriyle orantısız şiddeti de aşan işkence seviyesinde bir saldırı, yere düşmüşleri, silahsızları, zırhsızları hatta hamile bir arkadaşımızı bile hunharca coplayan, tekmeleyen bir barbarlık performansı.
Ha tabii bu arada Ankara’dan İstanbul’a gelmek isteyen öğrencilerin sanki kent OHAL şartlarındaymış ya da bu öğrenciler katil sürüsüymüş gibi şehre alınmamaları, otobüsleriyle geldikleri yere yallah geri postalanmaları gibi bir saçmalık da var.
HOLİGANA
KARŞI KEDİ…
O günün ertesi… 5 Aralık Pazar. Yine Beşiktaş’tayız. Bursaspor taraftarına 7.5 yıl sonra izin çıkmış. Onlar da fırsat bu fırsat zulada ne kadar satır, katana, İsviçre çakısı falan varsa doldurmuşlar, otobüslerle İstanbul’a gelmişler. Bir gün önce yek yüreklerini ve demokratik taleplerini kuşanmış gelen öğrencileri şehre sokmayan “yiğitler” nedense bu bıçaklı arkadaşlara pek söz geçirememiş. Büyük ihtimalle otobüslerini aramaya dahi gerek duymamışlardır.
Pazar günü Beşiktaş’ta yaşananlar da malum! Çatışacağı kabak gibi meydanda olan iki taraftar grubu bir şekilde punduna getiriyor, birbirine giriyor ve 3 kişi bıçaklanıyor. Bir gün önce aynı caddede meydanda kül bırakmayan, silahsız öğrencilere karşı Conan kesilen polislerimiz bu kez ortalıkta yok! Ancak olay bittikten sonra şüphelileri gözaltına alırken görebiliyoruz onları.
Hiç kimsenin canına kastetmeyen öğrencinin karşısında aslan, eli bıçaklı holiganların karşısında kedi! Gücü yeten yetene mi? Başka bir durum mu var?
Aslında biraz sakin kafayla resmin dışına çıkıp düşününce ortada hiç de genel yapıyla, statükonun kaygı ve emelleriyle uyumsuz bir durum olmadığını fark edebiliriz. Fanatik futbol taraftarlığı ve bunun üzerinden oluşturulan, emekçilerin hayatını domine eden kültür müthiş bir “işgal” aracıdır. Egemen kültür, emekçinin reel yaşantısı ve içinde bulunduğu üretim koşullarını sorgulamasını engellemek üzerine tasarlanmıştır. Futbol fanatizmiyle yatıp kalkan milyonlarca gencin kendilerine devamlı olarak düzene itaat, milliyetçilik ve cinsiyetçilik aşılayan bu mikro ideoloji dışında bir şeyle, hele ki devrimci siyasetle uğraşması elbette ki hakim siyasi çevrelerin işine gelmez. Dolayısıyla iktidarın gözünde hangisi makbuldür, eli bıçaklı holigan mı, anadilde eğitim talep eden sosyalist öğrenci mi sorusunun cevabı tereddütsüz a şıkkıdır. Eh, bu şartlarda saldırıya uğrayanın b şıkkı olması da şaşırtıcı değil.
ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN YENİDEN ÜRETİMİ
Farkında mısınız bilmiyorum ama her sene benzer süreçleri 2-3 kez yaşıyoruz. Stadyum önünde birileri bıçaklanıyor. Ana akım medya çok üzülmüş pozlarına giriyor. Siyasiler kınama yayınlıyor. Futbol Federasyonu yasa çıkarmaktan falan bahsediyor. Holiganizmin neden kaka olduğuna dair sosyolojik 1-2 tefrika yayınlanıyor. Maşallah sporda şiddet ve sporda ırkçılığa karşı her türden lakırdı var. Ortada olmayan tek şey çözüm ve çözüme dair somut adımlar.
Türkiye ve dünyada bu soruna çözüm bulunamamasının birincil nedeni çözümün kimsenin umurunda olmaması. Yönetici elitlerin önem verdiği tek şey bu sorunun yarattığı marjinal “yıkıcılığın” azaltılması. Sorunun ortadan kaybolamayacağını kendileri de biliyor çünkü problem düzen içerisinde kendini sürekli olarak yeniden üretmekte. Sistem içi çözümlerle yoksulluğu, şehirciliği, eğitimi, sağlığı neden düzeltemiyorsak sporda şiddeti de aynı sebeplerden düzeltemiyoruz. Ehlileştirebilir miyiz? Kısmen. Bu çözüm müdür? Kesinlikle hayır! Bu sorunun ehlileştirilmesi gecekonduları yıkıp yoksul halkı kent çeperlerine süren ve “gözden ırak” yeni gettolar oluşmasına sebebiyet veren kapitalist şehirciliğin çözümlerine benzer. Engels’in deyimiyle, “Çözümsüzlük üreten çözüm.”
Son olarak kimin ne cibilliyette olduğunu açıkça ortaya seren bir haftayı geride bıraktık. Hamile arkadaşımızın karnındaki bebeği öldürenleri yakından tanıyoruz, unutmayacağız. “19 yaşında ve hamile…”, “Hamilenin eylemde ne işi var…”, “Hamile değil, yalan” diye yazanları yakından tanıyoruz, unutmayacağız. Bu cinayeti haber yapmayan, küçük gören sözde gazetecileri unutmayacağız! Bütün medya organları ve teşkilatlarıyla o gencecik arkadaşımızın üzerine gidenleri, onu harcamaya çalışan şerefsizleri bu ülkenin vicdanı körelmemiş insanları affetmeyecektir…
Kuru kuruya destek sözleriyle olmaz biliyorum. Daha fazlası yapılması gerekir! Bunun neden yapılamadığını, polis cinayetine karşı neden yeri göğü inletemediğimizin cevabını da biz, yani sosyalist gruplar verelim. Bir sosyalistin “bu ülkenin insanları niye böyle” diye sızlanmaya hakkı yoktur. O yüzden Nazım Usta’nın şiirini biraz bozacağım: “Kabahatin çoğu BİZDE demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu BİZDE canım kardeşlerim…”
M.Fabian Sözmen
ÖNCEKİ HABER

Konuşma balonu

SONRAKİ HABER

En’lerin en en’leri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...