12 Aralık 2010 00:00
Bana Doğayı Anlatsana
Bilmediğiniz, tanımadığınız yerleri tanımanın bir yolu çocuklarla konuşmaktır. Ama eğer sorular bilmediğiniz, tanımadığınız yerlerin geçmişine yönelikse, bu yerlerde büyümüş çocuklarla konuşmak gerekir. Size çocukluklarını anlatmasını isteyeceğiniz kişiler kimler olabilir, kestirmek zor. Ama konuşacağınız kişilerin, herhangi biri değil, çocuklara duyarlı olduğunu sezdiğiniz insanlar olması yararlı olabilir.
Farklı coğrafyalarda, farklı çocukluklar olduğunu kestirmek elbette zor değil. Zor değil ama soyut akıl yürütmeler, doğanın karmaşık ve hayranlık verici zenginliği ile biçimlenen çocuklukların kavranabilmesi için yeterli olamaz. Bu nedenle, değişik yerlerde büyümüş çocukların öykülerini dinlemek, okumak ve konuşmak aslında büyük önem taşıyor.
AMASYANIN DİKENLERİ
Sokak boyunca birbirlerine bitişik iki katlı, düz damlı evler sıralanırdı. Her evin kendi bahçesi ve avlusu vardı. Bizim avlunun ortasında tatlarına bayıldığım dutlarla dolu büyük bir dut ağacı vardı. Kalın dallarının altına girer, avuçlar dolusu yumuşak dut toplardım. Bazen de yüzüme, gözüme kendiliğinden düşerlerdi. Çenemden tatlı suları süzülürdü. Öğleden sonra güneş, titreşen koyu yeşil yaprakların arasından süzülüp de yüzümü ve kollarımı ısıttığında, dünyamın asla değişmeyeceğine tüm kalbimle inanıyordum. (s.27)
Bu alıntı, Margaret Ajemian Ahnertin annesinin ve kendisinin öyküsünü anlattığı Amasyanın Dikenleri (Belge Yayınları, 2009. çev. Attila Tuygan) adlı kitabından. Kitabı okurken, Amasyanın geçmişini, bir çocuğun gözüyle tatmak, koklamak, tanımak mümkün.
Pepron ateşin yakınında içini ceviz kabuğuyla doldurduğu pirinç bir kova tutardı ve zaman zaman bir-iki avuç kabuk atardı ateşin içine. Korlaşan ceviz kabukları, küçük evimizin mobilya ve duvarlarına sinecek kadar yoğun bir ceviz kokusu salardı. Bugün bile bir ceviz kokladığımda, o odayı ve tatlı kokusunu hatırlıyorum. (s.28)
Okuldan gelince, üstüne vişne reçeli sürülmüş kızarmış ekmek yemeye bayılırdım. Soğuk reçel erir ve sıcak ekmeğin çatlaklarını doldururdu. Isırdığımda reçel dişlerimin arasından sızar ve dilimin üstünü kaplardı. (s.28)
Evimizin hemen sağındaki ev babalığımın kuzeni Dikran Ahronyanındı. Kasabamızın tek fırını onundu, dolayısıyla bütün komşular hamurlarını evde açar, sonra da pişirtmek için Dikranın fırınına götürürlerdi. Salı ve Çarşambaları fırın günüydü hava fırından yeni çıkmış ekmeğin muhteşem kokusuyla dolardı. (s.30)
ERZURUM VE ARTVİNİN DAĞLARI
Farklı coğrafyalardaki farklı çocuklukların anlaşılması, doğanın ve doğa ile uyumlu yaşamın çocukları nasıl etkilediğini anlamaya yardımcı oluyor. Örneğin, Artvinin veya Erzurumun dağları ile dolu çocukluklar yaşayan çocuklar, dağa yalnız gidilmeyeceğini biliyorlar. Zorluklar ile başa çıkmayı, nelere güçleri yetebileceğini ama nelere güçlerinin yetmeyeceğini biliyorlar. Doğa ile içiçe yaşayan çocuklar çoğu zaman kendilerine güvenen ama kendine güvenin aşırısından kaçınan yetişkinler oluyorlar.
Günümüzde dağları bilmeyen; bırakın dağları, tarlada domates, ağaçta erik, dalında biber görmemiş çocukların sayısı çok yüksek. Doğadan koparılan çocuklar, nelerden yoksun kaldıklarını pek bilmiyorlar. Doğaya zarar vermekten, doğaya zarar verilmesinden çok da rahatsız olmuyorlar. Doğadan uzak düşmenin ne anlama geldiğine bilimsel araştırmalarda da çok ender yer veriliyor. Toplumun gereksinimlerinden çok uzak meselelere yönelen bilim insanları, doğa-çocuk ilişkisini ender olarak ele alıyorlar.
Çocukların doğadan kopmasını ele alan bir kitap, Nisan ayında Tübitak Popüler Bilim Kitapları dizisinden yayımlandı. Doğadaki Son Çocuk: Çocuklarımızdaki Doğa Yoksunluğu ve Doğanın Sağaltıcı Gücü adlı kitabın yazarı Richard Louv, çevirmeni ise Ceyhan Temürcü. Yazar doğadan yoksun kalmanın toplum açısından ne denli ciddi bir sorun olduğunu şaşırtıcı örneklerle ve araştırmalarla çok iyi anlatıyor.
TABİAT KANUNU!
Bu yıl Ekim ayında Bakanlar Kurulunca imzalanarak TBMMye sevk edilen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı çocukların doğa ile olan bağlarını, belki de onarılamayacak şekilde koparacak gibi görünüyor. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi şu uyarıda bulunuyor:
Bu Tasarı ile gelen düzenlemeler içinde en çok tartışılması gereken İzinler başlıklı bölümdür. Kamulaştırma, takas ve tahsisi, koruma lehinde tarif eden Tasarı; tesis edilecek izinler, intifa ve irtifak hakları ile ilgili bölümde ülkemizin neredeyse tüm korunan alanları özel kişi ve şirketlere tahsis edilebilir hale getirilmekte ve içeriği ve anlamı bilinmeyen (Tasarıda da tarifi yapılmayan) üstün kamu yararı ve stratejik kullanım olarak yapılmış tarifle Bakanlar Kuruluna izin, intifa ve irtifak hakkı verilmektedir. Bunun açık anlamı şudur: Örneğin İkizdere Vadisinde yapılmak istenen HESleri, Uluabat Gölü kıyısından geçecek otoyolu, Küre Dağları Milli Parkına yapılmak istenen HESleri, üstün kamu yararı ve stratejik kullanım olarak tarif edebilir ve Bakanlar Kurulu kararı ile bu yatırımlara izin verebilirsiniz. Oysa bu tür kararların Bakanlıktaki siyasi kişiler veya Bakanlık bürokratlarınca değil bilim adamları ve konunun uzmanlarınca verilmesi gerekir. Yasa hazırlayıcılar üstün kamu yararı ifadesini Tasarının 16. Maddesinde yapılacak yatırımların çevre ve doğaya etkilerini saptanması amacıyla tesis edilen Ekolojik Etki Değerlendirmesi ile ilgili hükümde de kullanarak adeta tüm bu yatırımların önünü açmayı kendilerince garanti altına almışlardır. Tasarının bu hükümleri ile İdare hiçbir kontrol ve denetim olmaksızın ülkenin herhangi bir yerindeki bir korunan alanda, korunması zorunlu bir bölgede üstün kamu yararı öne sürerek her türlü yatırıma izin verebilecek hale gelmektedir. Mevcut yasa Tasarısına ek olarak, 2010 Anayasa değişikliği ile onaylanan Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. ifadesi aracılığıyla, İdarenin üstün kamu yararı kararları tartışmaya açılamayacak hale gelmiştir.
BUZ GİBİ ÜZÜM
Doğaya saldırmayı başarı sananları unutmadan, bu yazıyı neredeyse buram buram kokan, güzel bir alıntı ile bitirmekte yarar var. Seneler önce, asi çocuk Bitlisli William Saroyan bakın ne demiş:
Bir yaz akşamı dünyadaki en güzel yemek ne olabilir? Buz gibi üzüm, lavaş, beyaz peynir, nane, yeşil biber, taze soğan, domates, hıyar, bir de buz gibi su!
Serdar M. Değirmencioğlu
Evrensel'i Takip Et