12 Ocak 2011 00:00
UFUK
Bu başlığın, okurda en başta ironik bir çağrışım yapacağına şüphe yok. Onlarca gazetecinin katledildiği, 50yi aşkın gazetecinin cezaevinde bulunduğu, 100ü aşkın gazetecinin süren davaları nedeniyle cezaevine girme tehdidi altında yaşadığı, basınla ilgili 4 bin dolayında soruşturmanın sürdüğü bir ülkede gazetecilik yapan ve gazeteciliği de Evrenselde yapan birinin böyle bir başlık atmasının ironik ve esprili bir karşılığı olabileceğini düşünmek doğal.
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününü, 166 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılan (Azadiya Welat Gazetesi Sorumlu Yazıişleri Müdürü Vedat Kurşun) bir ülkede karşıladık. Bir gazeteciye, Türkiye standartları açısından 2.5 insan ömrü kadar ceza verilen bir ülke.
Mahmut Temizyürekin, sevgili Metin Göktepe için yazdığı şiirde dile getirdiği gibi, Habere çıkardım, dünyanın yaradılışını görmeye/Alevlerin kurşunların arasından sekerdim diye tarif edilmeye çok uygun bizim memlekette gazetecilik hali. Eğer, gerçekleri ortaya çıkarmak için devletin en derinine doğru uzanmaktan bile kaygı duymuyorsanız, gerçeğin saklı olduğu bütün derinlikleri karşınıza almadığınız, bu açıdan kendinizi sınırladığınız her noktanın bu ülkede gazetecilik mesleğinden verilmiş bir taviz olduğunu biliyor ve kendinize bu gerçeğin gerekleriyle sorumlu sayıyorsanız, aslında Bu ülkede gazetecilik ne güzel demek, sadece gerçeğin ironik bir ifadesi olmaz, artık size içselleşen ve başka türlü yapamayacağınız bir hal alır.
Temizyürekin, Habere çıkardım, dünyanın yaradılışını görmeye diye tarif ettiği süreç bu ülkede, Metin Göktepe, Vedat Kurşun, Musa Anter, Hüseyin Deniz, Hrant Dink, Namık Tarancı, İzzet Kezer ve daha niceleri için, aynı zamanda, dünyanın bu ülkedeki yaradılış halini değiştirmeye de soyunmak anlamına geliyor. Türkü ile Kürtü ile Ermenisi ile bu ülkede yaşayan halkların, bu topraklarda korkusuz bir biçimde ve gerçek bir ev sahipliği duygusu ile yaşayabilmeleri için çok şeyin değişmesi gerektiği bir dönemde gazetecilik yapıyoruz.
Bu değiştirme eylemine soyunanlar neyi yaşıyorsa, aynı eyleme bağlanan bir gazeteciliği tercih etmiş olanlar da onu yaşıyorlar. Tıpkı, bu statüko böyle sürsün diye, yeri geldiğinde askeri darbelere sponsorluk yapmaktan imtina etmeyecek olan burjuvalarla, onların o statükosu böyle sürsün diye gazetecilik yapanların hayatları nasıl ki, benzeşiyorsa, bu statükoya meydan okuyanların hayatları da aynı şekilde benzeşiyor.
Bu ülkede gerçek bir demokratikleşmenin inşa olabilmesi için henüz köklü değişikliklere ihtiyaç bulunmasının arkasındaki gerçekler, demokratikleşme çabasına bağlanan gazeteleri ve gazetecileri de doğrudan etkiliyor.
Türkiyeyi, bir özgür halklar ülkesi haline getirmeye yönelik çabalara bağlanmış olan bir gazetecilik anlayışı tüm zorluklarına rağmen değerlidir ve güzeldir. Gazeteciliğin monoton bir rutine oturmuş olduğu bir ülke ile kıyaslandığında, değişim sancıları yaşayan bir ülkede gazetecilik yapmak, bu cangılın önünüze koyduklarını yaşamak ve harekat halindeki bir ülkede, hareket halindeki bir nesneyi doğru bir yere oturtabilmek için bu devinimin bir parçası olmak, kendini böyle hissetmek müthiş bir duygu.
Elbette bir köşe yazısının sınırlılığı içinde bunları söylüyor olmak, mazoşist bir hal gibi algılanabilir. Bunun, bu yüzeysellikte okunmaması için de, bizim ülkemizde gazeteciliğin kanlı bağlamını da göz ardı etmemek gerekiyor.
Bu ülke değişecek! Bir halklar hapishanesi, gazeteciler hapishanesi olmaktan çıkıp, özgür halklar ülkesi ve özgür gazeteciler ülkesi haline gelecek. Belki o zaman bizler de Marksın dediği gibi, öğleyin resim yapıp, balık tutan ve akşam da felsefe eleştirisi ile uğraşan bireyler haline geleceğiz. Bugün bunları hiç yapmıyor değiliz. Ama o zaman mutlaka daha keyifli olacak!
FATİH POLAT
Evrensel'i Takip Et