19 Ocak 2011 00:00
Roni Marguliesin ekonomi tarafı
Ekonomik gelişmelerin hayattaki karşılıklarını konuşmak lazım Çünkü, ekonominin dili, tanımları ne kadar soğuk olursa olsun bütçe, enflasyon, devalüasyon, büyüme, cari açık vs, hepsi hayatımızı direkt etkileyen kavramlar. Farklı sınıfları farklı düzeylerde etkileyen olgular.
Peki, ekonomi ve ekonomik gelişmeler hayattaki karşılıklarını ortaya serecek şekilde yorumlanıyor mu? Taraf Gazetesi Yazarı Roni Marguliese göre bunu yapması gerekenler maalesef yapmıyor. Yapsalar da ekonomik yorumları Mustafa Armağanın tarihe bakışından bir farklılık arz etmiyor.
Mustafa Armağan kim? Osmanlı: İnsanlığın Son Adası, Kır Zincirlerini Osmanlı, Geri Gel Ey Osmanlı! kitaplarının yazarı... Onun Osmanlı tarih anlatışını güzel özetlemiş Roni Margulies: Osmanlı, silah, istila ve talan yoluyla kurulmuş, koca bir coğrafyayı vergiye bağlamış bir imparatorluk değil de, insanlığın iyiliği için melekler tarafından yaratılmış bir hayır kurumu sanki! Yeryüzünde bir cennet adeta! Dokunduğu yerde güller açıyor, mutluluk pınarları akmaya başlıyor, sevgi ve kardeşlik ruhu egemen oluyor!
MASALCI TARİHÇİYLE AYNI DAVRANANLAR KİMLER?
Kendi gerçekliğinden bu kadar uzak bir tarih anlatısına şaşırmıyor Margulies Çünkü muhafazakar sağın tarihsel bir masal dünyasında yaşaması garip değil! Beni şaşırtan, bizim cenahta tartışamadıklarımız. Bunların başında, ekonomik durum geliyor. İyice şaşırtıcı, çünkü biz Marksistler arasında ekonominin gerçekçi ve ayrıntılı analizi özel önem taşır. Oysa solun ekonomik durum hakkındaki yorumları Mustafa Armağanın tarihe bakışından farklı değil! diyor.
Marguliesin, ekonomik durumu tartışmamakla suçladığı ve bizim cenah dediği kimler? Yorumlarını içler acısı bulduğu sol kimdir? Bilemiyoruz! Fakat iki şeyi biliyoruz. Bir; Roninin, hükümetin torba tasarısına benzer bir anlayışla, kendi ve siyasal çevresi dışındakileri bir sepete koyarak genel bir toptancı yaklaşımla mahkum etme alışkanlığının olduğunu İki; bunu yaparken, Mustafa Armağan gibi masal tarzında olmasa da, tarihi gerçekleri ters yüz ettiğini
Örnek; Radikal gazetesinde Sosyalist solda derin yarılma başlığını taşıyan dizideki açıklamaları: EMEP, TKP, Halkevleri, ÖDP Bu partiler gericidir, ulusalcı hatta daha da ileri gidiyorum, milliyetçidir Referandumdaki bölünme yeni bir şey değil. 28 Şubatta başladı Önlerine bir ikilem geldi. Bu kez kendilerini gizleyemediler. Varlıklarını Kemalist devlete borçlu olduklarından askerin Refah Partisini ezmeye dönük hareketine destek verdiler.
Önce parti adlarını sıralıyor, sonra genelleme yapıp 28 Şubatı desteklediler diyor. Oysa herkes biliyor ki Emek Partisi (EMEP), 28 Şubatı desteklemedi. Milliyetçilik mi dediniz? Bu konunun bu ülkede bir turnusol kağıdı varsa o da Kürt sorunundaki tutumdur. Kürt halkının taleplerini haklı, Kürt siyasi hareketini meşru gördüğü için, Kürt milliyetçiliği yaptığı suçlamalarıyla karşı karşıya kalmasına rağmen eğilip bükülmeden duran EMEP testi defalarca geçmiştir. Milliyetçilik eleştirisi yapanların asıl kendilerinin Ezen ulus milliyetçiliğinin destekçisi durumuna düştüklerini ve EMEPin duruşunun milliyetçilikle ilgisi olmayan sosyalist ve emekçilerin çıkarlarından yana ilkesel bir duruş olduğunu sabırla anlatmıştır. Anlatmaya da devam ediyor. Kürt sorununa bulaştırıldığında rengi birden bire değişenlerden olmayan EMEPi milliyetçilikle suçlamak Adını siz koyun!
Şimdi de Roni Marguliesin ekonomik alandaki toptancı eleştirisi ve yanlış bilgilendirme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Sol derken kimleri kastettiğini ve kimlere Marksist dediğini açıklamadığı için bir bilgilendirme yapmak farz oldu, (Evrensel gazetesinin ekonomi editörü olmanın getirdiği sorumluluk gereği). Elmalarla armutların karıştırılmadığı, ayrımların açıkça ortaya konulduğu net bilgi Taraf okurlarının da hakkıdır diye düşünüyorum.
SON 10 YILDA NE KAVGALAR OLDU?
Ekonomik gelişmelere bakmak, gelişmeleri ayrıntılı analiz etmek lazım elbette Ama nasıl? Eğer bir Marksist, bir sosyalistseniz ekonomik gelişmelere sınıfsal bakarsınız. Yani işçilerin emekçilerin gözünden bakarsınız.
Marxın emek değer teorisi üzerinden sermaye birikim sürecini analiz edersiniz. Emek ile sermaye arasındaki ilişkilere, bu ilişkiler üzerinden artı değer yaratma biçimine, sömürü ilişkilerine yoğunlaşırsınız. Büyümeye de, ihracata da, enflasyona da ekonominin tüm verilerine de bu çerçeve içinden bakarsınız.
Öncesi bir yana 2001 yılında yaşanan ekonomik krizden sonra bu ülkede çok ciddi ekonomik tartışmalar yaşanıyor. Giderek ayrışan, kristalize olan önemli sınıfsal analizler gerçekleştiriliyor. Doğru değil Ekonomiden uzak duruluyor tezi.
Evet, şu söylenebilir: 2001 yılında genel olarak muhaliflerin dilinde, ulusalcı, kalkınmacı, devletçi bir söylem ve analiz hakimdi. Pek çok kişi krizi dışsal faktörlerle açıklamayı tercih ediyordu. IMF ve Dünya Bankası suçluydu. Sıcak para hareketleri ekonomiyi perişan etmişti. Bunların etkileri elbette vardı ama bir sistemsel krizi açıklamaya yeter miydi? Olsa olsa bunlar tetikleyici, hızlandırıcı unsurlar olabilirdi. Fakat krizi açıklamazdı. Buradan bakarak sınıfsal bir bakış açısıyla analiz ve çözüm tartışması yapılamazdı.
Nitekim Bağımsız İktisatçılar Grubunun o dönem kurulan Emek Platformuna hazırladığı ekonomik program üzerinden yapılan tartışmalar günümüzde artık olgunlaşmış durumda.
Bu nedenledir ki, küresel ekonomik kriz patlak verdiğinde önce Kriz, kimin krizi? sorusunu soranlar oldu. Sorunun sahipleri, Kriz sermayenin krizidir cevabını verdiler.
Sermayenin krize karşı stratejilerine dikkat çektiler: Bir; Sermaye yıllardır tu kaka olarak tanımladıkları devlete/hükümete yönelerek kurtarma planlarının hızla hayata geçirilmesini isteyecek. İki; üretim sürecine ve işçi sınıfına yönelecek.
Sermayenin emeğe yönelişinin sonucunun ne olacağını dile getirdiler: Üretim yeniden kutsanacak. Emek-gücü verimlilik ve üretkenlik adına üretim sermaye için daha bir uygun hale getirilecek. Tüm yollar üretime açılacak. Ama işçilerin işsiz kaldığı, işi olanın da yoksullaştırıldığı bir ortam.
Yapılması gerekenin ne olması gerektiği konusunda da uyardılar: Kriz karşısında sermayeler üretime yani gerçek anlamda daha çok zenginlik yaratmaya yüzlerini çevirirler. Muhalif yapılanmalar tam da bu zamanlarda ısrarla Üretim daha çok üretim talepleri ile gündemlerini, sermayenin gündemleri ile birleştirmemeli. Evet, üretim ama işçiler atılmadan bir üretim istenmeli. Üretim ücret ve yaşam koşullarında en küçük bir gerileme olmadan talep edilmeli. Üretim çalışmanın yoğunlaşarak artmasına yol açmadan istenmeli.
Peki, kimdi bunlar? Elbette ki dünyaya emekçilerin penceresinden bakan sosyalistler, gerçek Marksistler. Doğru değil, Ekonomiye masalcı gibi bakıldığı tezi
SABANCININ GÖZÜYLE BAKMAK!
Margulies ısrarcı Ekonomiye bakış, ekonomiden başlamıyor, AK Parti hükümetinin devrilmesi gereğinden başlıyor. Yani her şeyin kötü gittiğini kanıtlamak, açlığın, yoksulluğun, işsizliğin felaket boyutlarına vardığını göstermek gerek. Ekonomik göstergeler bunları göstermiyorsa ne yapmalı peki? diye soruyor.
İlginç! Ekonomik göstergeler açlığı yoksulluğu göstermiyor mu? İşsizlik felaket denmeyecek durumda mı?
İşte Marguliesin cevabı: Güler Sabancı, Türkiye ekonomisinin, 2010da beklenenden çok daha güçlü bir yükseliş gösterdiğini vurguladı. Sabancı, büyümenin yüzde 8i geçebileceğini, kriz öncesi GSMH rakamlarının geçilmiş olacağını kaydetti. Kim takar Sabancıyı? Ne anlar ki ekonomiden?
Güler Sabancıyı da, bu ülkenin tüm burjuvalarını da takip eden çok. Hatta onların örgütleri TÜSİAD (Başat burjuvazinin örgütü), MÜSİAD (Yükselen orta, İslami, yeşil vb. adlarla adlandırılanların örgütü), TUSKON (Fetullahçı sermayedarların örgütü), TOBBu da Tümünün açıklamalarını ve taleplerini takip etmek ülkenin sermaye birikim sürecindeki hedefleri anlamak ve emekçilerin ekmek kavgasına, sınıf kavgasına yön verebilmek için gerekli. Hatta bir zorunluluk
Ama Roni Margulies, açıklamaları takmadığımızı söylemekle kalmıyor hiçbir ekonomik veriyle ilgilenilmediğini de iddia ediyor: Üçüncü çeyrekte Avrupanın en hızlı büyüyen ekonomisi yüzde 6.9la İsveç olurken, son altı çeyrektir kesintisiz büyüme sergileyen Türkiye yüzde 5.5 ile onu izledi. Türkiyenin yıl sonunda Avrupanın büyüme şampiyonu olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Büyüme de neymiş? Bize ne? İmalat sanayi üretim endeksi kasım ayında yüzde 9.7 artış kaydetti Aman, sen de!
Haydaaa Hiç olur mu öyle şey! İşçi ve emekçilerden yana bir iktidar hedefi olan sosyalist, sömürü çarkını teşhir edecek bir Marksist büyüme rakamlarına bakmaz olur mu? Bakar da Güler Sabancının gözüyle bakmaz?
Ya nasıl bakar?
Üretimin nasıl gerçekleştirildiğine bakar. Biliyoruz ki eğer emekçiler karşı koymaz ya da koyamazsa sermaye krizin faturasını emekçilere yıkar. Nitekim Türkiyede sermayedarlar kapitalizmin değişmez krizden çıkma formülünü en katı biçimde uyguluyorlar. Bir yandan çalışan sayısını azaltarak, diğer yandan da ücretleri azaltarak maliyetleri düşürüyorlar. Bu avantajla rekabet gücü edinip kaybettikleri pazarları, ciroları, dolayısıyla kârları yeniden yakalıyorlar.
Bu nedenle bunu anlatabilmek için en çok büyüme rakamlarına bakılıyor. Hangi sektörlerin nasıl bir atılım gerçekleştirdiğine bakılıyor. Son verileri paylaşalım. Kasım ayına ait sanayi üretim endeksi, sanayide 2010da, kriz öncesine dönüldüğünü gösteriyor. 2009da yüzde 10a yakın küçülen sanayi üretimi 2010da yüzde 11e yakın büyümüş. Otomotiv başta olmak üzere, beyaz eşya, elektronik, ev tekstili, mobilya vb. sektörler, kriz öncesi üretim seviyelerini yakaladıkları gibi bir hayli geride bile bırakmış. Ara malı ve giyim, gıda gibi dayanıksız tüketim mallarında da kriz öncesi geçilmiş. İnşaat da yakalamak üzere Peki ya işçilerin durumu? Sanayi işçileri, 2008 ücretleri ile çalıştırılırken enflasyonun götürdükleri ile birlikte yüzde 11 reel gelir kaybına uğramış durumdalar. Sanayinin yeniden büyümesi, sadece daha ucuz işçiyle değil, daha az işçi ile gerçekleştiriliyor. Örneğin Marguliesin örnek verdiği imalat sanayinde kriz öncesindeki üretim yüzde 4 daha az işçiyle gerçekleştirilmiş.
BU ŞARTLARDA İNMİŞ MARGULİESE NE GAM!
İşsizlik eylül ayında yüzde 11.3e indi. İnsin, kim takar? diye soruyor? Bir büyümedeki rekora bak bir de işsizlik rakamlarına Büyüme ile istihdam artışı arasındaki ilişki giderek kopuyor. Kimse de şu anki büyük atılımdan daha büyük bir büyüme beklemiyor. Zaten büyüme rakamları da yatay seyir izlemeye başladı İşte ING Bank tahmini: Tahminlerde belirgin bir değişim yok, ama iyimserlik dalgasına karşın orta vadede büyümeye dair riskler artıyor olabilir.
Ne demek bu? En iyi ihtimalle yüzde 11lik işsizliğe devam Ki bu rakamın da gerçekle ilgisi olmadığını biliyoruz. Çünkü resmi hesaba göre köyde ücretsiz aile işçisi çoğalmış, geçici işçilerin sayısında rekor artış olmuş Hafta içerisinde bir saatlik işte çalışmışsanız işiniz var sayılıyorsunuz, iş aramaktan vazgeçtiyseniz işsiz sayılmıyorsunuz vs
Bu şartlarda yüzde 11e inmiş, Marguliese ne gam! Yüzde 11 işsizlik burjuva iktisadı, egemen iktisat öğretisi tarafından bile çok büyük oran olarak kabul edilir. Battı batıyor denen Yunanistanda bile işsizlik oranı yüzde 11 TÜSİAD, TİSK, MÜSİAD bile yüzde 11in üzerindeki oranı felaket olarak değerlendiriyor.
Bu dünyada kabul gören bir değerlendirme Tabi ki burjuvazi bu durumu kendi lehine çevirmenin hesaplarını yapıyor. Daha fazla sermaye lehine düzenlemenin yolunu açabilmek adına sık sık rakamın büyüklüğünü hatırlatıyor Çalışma hayatı daha esnek olsun. Kıdem tazminatları kaldırılsın vb. talepler eşliğinde
Kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda hareket etmeleri doğal! Ama yine de vurgulayalım; Güler Sabancının gözüyle bile işsizliğin yüzde 11e inmesinin olumlanacak bir yanı yok!
BOŞUNA YAZILMADI BROŞÜRLER!
Bir de çalışanların hali var tabi. Kayıt dışı, güvencesiz çalışanların sayısı 10 milyonu aşmış. Taşeronluk almış başını gitmiş. Devlet memurları hariç kayıtlı iş gücünün yüzde 30u, yani 3 milyona yakını taşeronun güvencesiz çalışanı durumunda
DİSKin verisine göre 6 milyon kişi taşeron işçi olarak çalışıyor. Taşeronlaşma demek, çalışan için Düşük ücret, güvencesiz çalışmak, keyfi işten çıkarma, sigorta primlerinin düzensiz yatırılması demek. Aynı zamanda sendikasızlaşma demek, toplu pazarlık hakkının fiilen kullanılamaması demek.
İş güvenliğinden yoksun koşullarda, ölümle burun buruna geçim ve yaşam savaşı veren tersane işçilerine, madencilere sormalı taşeron ne demek?
Dedik ya, dönem az işçiyle, mümkün olan en az ücretle en çok üretimi yapma dönemi. İşçiler ölümüne çalışıyor. Örnek otomotiv üretimi 2010 yılında tarihi rekorunu kırdı. Tüm firmalardaki işçilerinin durumunu defalarca anlattık yine bir örnekle anlatalım. Hyundaideki performans uygulaması sadece işçileri değil, ailelerini de tedirgin ediyor. İşçi eşleri performans nedeniyle eşlerinin Babaları ölse bile izin alamayacaklarını biliyor. Eşlerine işten atılmamaları için hastalansalar bile rapor almamaları için devlet hastanesine değil özel hastaneye gitmelerini salık veriyorlar. Çünkü korkuyorlar, performans notları düşer de işten atılırlar diye (Evrensel gazetesi, 15 Ocak).
Emekten, işçiden yana olanlar, sosyalistler buralardan bakarlar. Metal sektöründeki sözleşme döneminde Emek Partisinin (EMEP) broşürler hazırlaması bundandır. Tek tek metal sektöründe patronlar ne kadar büyümüş. İşçilerin çalışma koşulları nasıl değişmiş. İşçilerin hangi hakları nasıl budanmış? sorularına cevap veren broşürlerin binlerce işçiye ulaştırılması bundandır. Gazetemizin verdiği metal eki var örneğin Marguliesin işaret ettiği büyüme ve işsizlik oranlarına dikkat çeken. Birçok ünlü firmanın üç vardiya sistemine tekrardan geçmesine, üretimi artırmasına rağmen işçilerin eskiyi çok aradığını ortaya koyan.
LENİNDEN VE MARXTAN ÖĞRENMEK
Ama yok! Her fırsatta köşesinde Sosyalizmi Leninden, öğretilerini Marxtan öğrendiğini dile getiren Margulies, başka tarafa bakıyor. Üstatların öğretilerinin aksine sınıfın dışından bakıyor. Niye tartışamıyoruz ekonomiyi? Çünkü gazete haberlerinden alıntıladığım yukarıdaki verileri ağzımıza aldığımız anda AKP yalakalığı yapıyor olacağız! O zaman, verileri görmezden gelelim! Kriz anlatalım sürekli tespitini yapıyor.
Burjuva basınına bakıyor ve orada gördüğü rakamları (Sınıf penceresinden bakmadığı için) iyi olarak görüyor. Üstüne üstlük de Marksistleri, sosyalistleri iyi olduğu için bu rakamlardan kaçmakla suçluyor.
Gerçekçi değil bu suçlama. Aksine bu rakamlara ihtiyacımız var. Patronların krizi 2009 kasımından itibaren geride bıraktığını anlatmak için. Krizin faturasını işçilere yıktığını teşhir etmek için. Kaçmıyoruz, bu rakamlara sıkı sıkı sarılıyoruz. Ama kriz edebiyatı yapmak için değil, krizin emekçilere yıkıldığını anlatmak için.
Kaldı ki, kriz edebiyatı yapmak, düşük ücretleri, işsizliği, kuralsız çalışmayı meşrulaştırır. Kriz var, ne yapalım, duruma katlanalım algısı yaratabilir. O yüzden krizi değil, krizin emekçilerin üzerine yıkılmasını, büyüdükçe büyüyen sermaye için ortada kriz falan kalmadığını konuşuyoruz.
Yazıya girişte dedik ya; rakamların ve ekonomik kavramların kendisi değil hayattaki karşılıklarıdır önemli olan. Biz de sınıfsal karşılıklarını arıyoruz.
Editör notu: Bu yazı Roni Marguliesin 12 ocak tarihli Osmanlı barışı ve Türkiye ekonomisi başlıklı yazısının hemen ardından yazılmıştır.
Bülent Falakaoğlu
Evrensel'i Takip Et