22 Ocak 2011 00:00

GÖRÜŞ


Özerkliği; üniversiteleri, sermaye iktidarlarının dönemsel ihtiyaçlarına adaptasyonundan kurtaracak ve gerçek bir bilimsel üretim merkezleri olarak toplum için karşılıksız üretim yapabilecekleri yerler olabilmesinin önemli bir adımı olarak ele almak gerekir.
Bu süreci üç başlık içinde ele almak gerekirse, bunlar bilimsel, mali ve idari özerklik olmalıdır. Üniversiteyi bir bina olarak inşa etmenin yanında –yeni açılan üniversiteler için bu bile bir sorundur- akademisyenlere ve öğrencilere kullanabilecekleri alanları da hazırlamak ve sunmak önemlidir. Kütüphanenin olmaması veya yeterli kaynağın bulunmaması, araştırma laboratuarlarının eksikliği, dersliklerdeki teknik ekipman sıkıntısı birçok üniversite için hala çözülememiştir. Birçok üniversite de sendikalı olduğu için veya mevcut yönetimle anlaşamadığı için sorun yaşayan, baskılanan öğretim üyeleri bulunmaktadır. Birçok araştırma görevlisi iş güvencesinden yoksun ve geleceğe dair belirsizlik içinde çalışmaktadır. Muhalif hocaların dersleri azaltılmaktadır. Araştırma faaliyetlerini belirleme de yönetimin yönlendirmesi ve çoğu zaman belirleyiciliği bilimsel özgürlüğe zarar vermektedir. Yeterli kaynak bulmakta zorlanan akademisyenler, şirketlerin mali desteğine mahkum edilmektedir. Üniversite bünyesinde faaliyet yürüten birçok araştırma merkezi, sanayi ve ticaret odalarının maddi desteğiyle çalışma yürütmektedir. Bu tablo karşısında bilimsel bir özgürlüğün olduğunu savunmak temelsiz bir sav olacaktır.
Yüksek öğretimin önündeki bir diğer engel de mali anlamda hükümete olan bağımlılıktır. Artık herkes tarafından bilinmektedir ki mevcut hükümetin politikaları ile tersleşmeyen, hiçbir demokratik gösteriye izin vermeyen, gerekirse “bu üniversite benim” diyerek öğrencilerin AKP’li bir bakanı protestosunu engelleyen üniversite yönetimleri mali anlamda rahatlamaktadırlar. Üniversitelere ayrılan bütçeden daha fazla pay almak için böylesine kirli bir yarış varken diğer yandan da birçok devlet üniversitesinin bütçesinden fazla olacak şekilde vakıf üniversitelerine pay ayrılmaktadır.
Bu senenin başından bu yana birçok şehirde öğrenciler ulaşım sorununa, yemekhane ve yurt sorununa, teknik ekipman sıkıntısına karşı gösteriler düzenlemiştir. Her şehirde üniversite açmakla övünenler, birçok taşra kentinde barınma sorunu olduğu için ailesinin yanına geri dönmek zorunda kalan öğrencileri görmemektedir. AKP, TOKİ vasıtasıyla birçok şehirde lüks konutlar inşa etmekte ve bunların açılışlarını parti mitinglerine çevirmekteyken YURT-KUR’a gerekli pay ayrılmamakta ve öğrenciler cemaat yurtlarına mahkum edilmektedir. İstanbul’un bir “üniversiteler şehri” olması da durumu kurtaramamaktadır. Bir çok devlet yurdu yeterli donanımda uzak bir vaziyette hizmet vermekte veya bu yurtların bir kısmı ülkücü-cemaatçi kesim tarafından baskılanmaktadır.
Liberal çevreler tarafından yoğun propagandası yapılan, hükümet eliyle de üniversitelerin “teşvik edildiği” çözüm ise; “üniversite-sermaye işbirliği”nin geliştirilmesidir. Bologna Süreci ile yerel sermaye örgütlerinin üniversitenin tüm sürecinde (araştırılacak konunun saptanması, buna kaynak aktarılması, yayınlanması ve paylaşılması süreci) daha fazla söz sahibi olması istenmektedir. Kurulan ve kurulacak tekno-kentlerle üniversite öğrencilerinin yaratıcılığının, becerisinin işletmelerin ihtiyaç ve yönlendirmeleri doğrultusunda geliştirilmesi istenmektedir. Kulüp ve topluluklara daha az bütçe vererek veya hiç vermeyerek onları firmaların sponsorluğuna mahkum etmek istenmektedir.
Üniversiteler idari anlamda da iktidarla tam bir uyum içindedir. Siyasi iktidarın YÖK’ü kendisine ait basit bir uzantısı haline getirmesi, iktidara gelmeden önce bu kuruma dair söylediklerini unutması ve kadrolaşmayı tamamlaması, başta rektörlük seçimleriyle üniversite yönetimlerine müdahalesi, kendisiyle aynı düşünmeyenleri üniversite yönetimlerinden uzaklaştırması gibi birçok gelişme sonucu bugün üniversite yönetimleri “AKP’ye iliştirilmiştir”. Rektörlerin bu şekilde belirlenmesi, üniversite senatolarını da etkilemektedir. Üniversite senatosu sermaye çevrelerine açılırken, üniversite bileşenlerine kapatılmaktadır. İlgili dönemle alakalı eğitim- öğretim, bilimsel araştırma ve yayın faaliyetlerinin esası hakkında karar alma yetkisi olan bu kurum, üniversitenin gerçek sahiplerinin kararları ve temsili ile değil de iktidarın atadığı ve onun oluşturduğu bir ekip tarafından yönlendirilmektedir. Bu durum bile üniversiteleri göbekten iktidarlara bağlamaktadır. Yeni YÖK yasa tasarısının konuşulduğu bugünlerde herkes fikrini beyan ederken, en fazla sesi çıkması gereken kesim üniversite gençliğidir. Bu sebeple en yakıcı haliyle yaşadığımız bu soruna karşı somut öneriler sunmak anlamlı olacaktır.
Bilimsel özerkliğin sağlanması için üniversitenin bilgi üretiminin önündeki engellerin kaldırılması, devlet tarafından maddi olanakların sunulması, araştırma merkezlerinin kurulması ve desteklenmesi, akademik özgürlüğün garanti altına alınması, kadrolaşma baskısının olmaması ve akademisyenlerin iş güvencesinin sağlanması elzemdir. Bologna Sürecinden vazgeçilerek, üniversiteler üzerinde kurulan sermaye baskısını geri püskürtmek önemlidir. Anadilde eğitimin önündeki engellerin kaldırılarak, üniversitede kürsülerinin kurulması, derslerinin verilmesi yönündeki bilimsel çalışmaların önü açılmalıdır, desteklenmelidir.
Mali anlamda bağımlılığı kaldırmak için, devlet tarafından üniversitenin ihtiyacı kadar bütçenin verilmesi sağlanmalıdır. Ancak bu bütçenin nasıl kullanılacağı yine üniversite yönetimlerine bırakılmalıdır. Yeterli bir payın ayrılmasının yanında devletin diğer kurumları ve yerel yönetimleri vasıtasıyla ücretsiz ulaşım, tam donanımlı devlet yurtlarının yapılması gibi sorunlarda da hızlı çözümler üretilmelidir. Vakıf üniversitelerine devlet bütçesinden pay ayrılmasına son verilmeli, süreç içerisinde tüm vakıf üniversitelerinin kamulaştırılması sağlanmalıdır.
İdari özerkliğin sağlanması, üniversitelerdeki öğrencilerin kitle örgütlerinin yeniden işler hale getirilmesiyle mümkün olacaktır. Öğrenci Temsilcisi olma önündeki engellerin kaldırılması, seçimlerin demokratik bir süreçle yapılması, kol/kulüp ve toplulukların faaliyetlerinin önündeki bürokratik engellerin kaldırılması hızlı bir şekilde gerçekleştirilmelidir. Her fakülte, enstitü veya yüksek okuldan birer öğrenci temsilcisinin, akademisyenin ve üniversite çalışanının söz ve oy hakkının olacağı bir senato vasıtasıyla üniversite yönetimlerinin düzenlenmesi gerekmektedir.
Elbette bu sıralanan acil çözüm önerileri, bugünkü mücadeleden bağımsız değildir. YÖK’ün kaldırılması ve yerine yeni bir kurumun oluşturulmaması, anayasa içinde gençliğin eğitim hakkının şartız olarak garanti altına alınması, üniversiteler üzerinde oynanan her türlü oyuna ve kurulmak istenen baskıya karşı atacağımız her adım bizi daha iyi bir noktaya taşıyacaktır.
(Bu yazı 7 Ocak 2011’de İstanbul’da gerçekleştirilen Üniversite Konferansı’na tebliğ olarak sunulmuştur.)
İlyas Coşkun

Evrensel'i Takip Et