6 Şubat 2011 00:00
BASIN TURU
27 Ocakta El Cezire TV kanalı, Arap dünyası[nın] ateş almış, yanmakta olduğunu, bu arada Batılı müttefiklerin bütün bölgede hızla nüfuzlarını kaybetmekte olduğunu bildirdi.
Şok dalgasını harekete geçiren, Tunusta Batının desteklediği bir diktatörü alaşağı eden görkemli başkaldırı oldu. Bu başkaldırının etkisi Mısırda yankılandı ve göstericiler, bir diktatörün gaddar polisinin hakkından geldiler.
Gözlemciler bu olayları, 1989da Rusyanın egemenliğindeki alanların çöküşüyle karşılaştırıyorlar. Ama arada önemli farklar var.
Gayet can alıcı bir farklılık, Arap diktatörleri destekleyen büyük güçler arasında Mihail Gorbaçev gibi birisinin olmaması. Bunun yerine Washington ve müttefikleri yerleşik ilkeyi muhafaza ediyor: Demokrasi, ancak stratejik ve ekonomik hedeflere uygun olduğu ölçüde kabul edilebilir. Demokrasinin (bir noktaya kadar) düşman ülkelerin topraklarında var olması iyi olabilir. Ama gerektiği şekilde dizginlenip evcilleştirilmediği sürece, hayır, lütfen, biz kendi arka bahçemizde demokrasi istemiyoruz.
Fakat 1989la yapılan karşılaştırmanın geçerli bir tarafı var: Romanya. Doğu Avrupalı diktatörlerin en fenası olan Nikolay Çavuseşku, Washington tarafından destekleniyordu. Bu destek artık sürdürülemez hale gelene kadar Washington tarafından desteklenmeye devam edildi. Ardından Washington Çavuseşkunun devrilmesini alkışlarken, geçmiş de belleklerden silindi.
Standart kalıp böyledir: Ferdinand Marcos, Jean-Claude Duvalier, Chun Doo Hwan, Suharto ve daha nice işe yarar gangster. Hüsnü Mubarek de aynı yolun yolcusu olabilir; tabii onun iktidardan uzaklaşmasına, yeni rejimin onaylanan çizgiden fazla uzaklaşmamasını garanti etmek için gösterilecek rutin çabalar eşlik edecektir.
Halihazırda umutlar, daha yeni Mısır Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak atanan, Muberekin sadık adamı Ömer Süleymana bağlanmış görünüyor. Ayaklanan halk, uzun zaman istihbarat teşkilatlarının başında yer almış olan Süleymandan neredeyse diktatörün kendisi kadar nefret ediyor.
Batılı ulema arasında genel olarak tekrarlanan nakarata göre, radikal İslam korkusu, pragmatik gerekçelerle (kerhen de olsa) demokrasiye karşı çıkmayı gerektirir. Bu görüşün belirli bir kıymeti harbiyesi olsa da, formülasyon yanıltıcıdır. ABD ve Batılı ülkeler için genel tehdit her zaman bağımsızlık olmuştur. ABD ve müttefikleri, Arap dünyasında radikal İslamcıları düzenli olarak destekledi ve bazen de seküler milliyetçilik tehdidini engellemek için yaptı bunu.
İyi bildiğimiz bir örnek, radikal İslamcılığın (ve radikal İslamcı terörün) ideolojik merkezi olan Suudi Arabistandır. Uzun listede yer alan bir diğer isim ise, Pakistanın en zalim diktatörü ve Başkan Reaganın gözdesi olan Ziya Ül Haktır. Ziya Ül hak, Suudilerin finansmanıyla, ülkesinde radikal İslamcılaştırma programını hayata geçirmişti.
Eski bir Ürdünlü yetkili ve şimdi Carnegie Vakfı Ortadoğu Araştırma kuruluşunun yöneticisi olan Mervan Muasher, Arap dünyasının içinde ve dışında ileri sürülen geleneksel argüman, bir sorun olmadığı ve her şeyin kontrol altında olduğudur diyor ve söyle devam ediyor: Bu düşünce çizgisiyle hareket eden yerleşik güçler, reform çağrısında bulunan muhaliflerin ve ülke dışındaki kesimlerin mevcut koşulları abarttığını ileri sürer.
O halde halk dikkate alınmasa da olur. Söz konusu doktrin tarihte epeyce gerilere gider ve ABD toprakları dahil olmak üzere dünya çapında geçerlidir. Kargaşa durumunda bazı taktik değişiklikler gerekli olabilir, ama asıl dikkat devamlı surette kontrolü yeniden tesis etmek üzerine odaklanmıştır.
Tunustaki canlı demokrasi hareketi, yolsuzluklar yüzünden halkın ailesinden nefret ettiği bir diktatörün yönettiği, ifade veya örgütlenme özgürlüğünün pek olmadığı, ciddi insan hakları sorunları olan bir polis devletini hedef almıştı. Bu değerlendirme, WikiLeaks tarafından sızdırılan, ABDnin Tunus Büyükelçisi Robert Godecin Temmuz 2009da gönderdiği bir telgrafta yer alıyordu.
Dolayısıyla bazı gözlemcilere göre, WikiLeaks belgelerinin Amerikan halkında bir rahatlık duygusu yaratması gerekir, çünkü Amerikalı yetkililerin işlerinin başında uyumadıklarını göstermektedir. Aslına bakılırsa, sızdırılan telgraflar ABD politikasını o kadar destekleyici mahiyettedir ki neredeyse Obamanın kendisi bu belgeleri sızdırıyor diyeceğiz (Jacob Heilbrunn The National Interestte bunları yazıyor).
Financial Timesda atılan bir manşette, Amerika Assangeye madalya vermeli deniyordu. Kıdemli dış politika analisti Gideon Rachman ise şöyle diyor: Amerikan dış politikasının ilkeli, akıllı ve pragmatik olduğu görülüyor; Birleşik Devletler herhangi bir konuda kamuoyuna dönük olarak hangi tutumu alıyorsa, gizli raporlarda da aynı tutumu benimsiyor.
Bu görüşe göre, WikiLeaks, Washingtonın düzenli olarak ilan ettiği soylu amaçları sorgulayan komplo teorisyenlerinin itibarını sarsmaktadır.
Godecin gönderdiği telgraf en azından meselenin daha ilerisine bakmazsak bu yargıları destekliyor. Fakat eğer daha ilerisine bakarsak, dış politika analisti Stephen Zunesün Foreign Policy in Focusta bildirdiği gibi, elinde Godecin gönderdiği bilgiler olan Washington, Tunusa 12 milyon dolar askeri yardım sağlamıştır. Nitekim, Tunusun ABDden askeri yardım alan yalnızca beş ülkeden birisi olduğu görülmektedir. İlk dördü ise şunlardır: İsrail (rutin olarak); Mısır ve Ürdündeki iki Ortadoğu diktatörlüğü; ve Batı yarıkürede uzun süre en kötü insan hakları rekorunu elinde tutan ve en fazla Amerikan askeri yardımı alan Kolombiya.
Heilbrunnün en önemli kanıtı, sızdırılan telgraflarda ortaya çıkan, Arap ülkelerinin İranı hedef alan Amerikan politikalarını desteklemesidir. Genel olarak medyanın yaptığı gibi, Rachman da bu örneğe sarılıyor ve söz konusu gerçeklerin açığa çıkmasını cesaret verici bulup alkışlıyor. Bu tepkiler, eğitimli kültür dünyasında demokrasi için duyulan küçümseme duygusunun ne kadar derin olduğunu örnekliyor.
Bütün bunlar arasında bahsi geçmeyen şey aslında kolayca keşfedilebilecek olan halkın ne düşündüğüdür. Ağustos 2010da Brookings Institution tarafından açıklanan kamuoyu yoklamalarına göre, bazı Araplar, İranın bir tehdit olduğu konusunda Washington ve Batılı yorumcularla aynı fikirdeler. Bunların oranı, yüzde 10dur. Buna karşın, asıl tehdit olarak ABD ve İsraili görmektedirler (sırasıyla yüzde 77; yüzde 88).
Araplar, Washingtonın politikalarına o kadar düşmanca bakıyorlar ki, (yüzde 57lik) bir çoğunluk, İranın nükleer silahlara sahip olması halinde bölgesel güvenliğin artacağını düşünüyorlar. Fakat hâlâ (Mervan Muasherin hüküm süren fantaziye ilişkin tanımlamasında olduğu gibi), bir sorun yok[tur] ve her şey kontrol altındadır. Diktatörler bizi destekliyor. Tebaları ise, zincirlerini kırmadıkça, görmezden gelinebilirler; eğer zincirlerini kırarlarsa, uygulanan politika buna göre yeniden uyarlanır.
Sızdırılan diğer belgeler de Washingtonın soyluluğuna dair coşkulu yargıları destekler görünüyor. Temmuz 2009da ABD Honduras Büyükelçisi Hugo Llorens bir telgrafta Washingtona, Başkan Manuel Mel Zelayanın 28 Haziranda zor kullanılarak görevden uzaklaştırılmasını çevreleyen yasal ve anayasal meselelere dair Büyükelçiğilin bir araştırması hakkında bilgi veriyor.
Büyükelçilik, araştırmanın sonucunda şu neticeye varıyor: Askeriye, Yüksek Mahkeme ve Ulusal Kongrenin, 28 Haziranda, Yürütmeye karşı yasadışı ve anayasaya aykırı bir darbe anlamına gelen olayda işbirliği yaptığına hiç şüphe yok. Ne kadar hayranlık uyandırıcı! Şu istisnayla ki Başkan Obama neredeyse bütün Latin Amerika ve Avrupa ülkelerinden ayrı davranarak darbe rejimini desteklemiş ve daha sonra meydana gelen zalimlikleri görmezden gelmişti.
Belki de WikiLeaksin ortaya çıkardığı en dikkat çekici belgeler Pakistanla ilgili olanlardı. Bu belgeler, Truthdigte çalışan dış politika analisti Fred Branfman tarafından analiz edildi.
Washingtona gönderilen telgraflar, ABD Büyükelçiliğinin, Amerikanın Afganistan ve Pakistanda yürüttüğü savaşın yükselen Amerikan karşıtlığını daha da güçlendirmekle kalmadığı, Pakistan devletinin istikrarını bozma riskini de içerdiğinin gayet iyi farkında olduğunu gösteriyor. Hatta Amerika tarafından bu ülkelerde sürdürülen savaşın, korkunç bir kâbus tehdidi ortaya çıkardığının da gayet bilincinde olduğu gösteriyor: Nükleer silahlar İslamcı teröristlerin eline geçebilir.
Evet, sızdırılan belgelerin bir rahatlık duygusu yaratması gerekir, Amerikalı yetkililer işlerinin başında uyumuyor ve bu yorumlar yapılırken, Washington cesurca felâkete doğru ilerliyor.
05 Şubat 2011
http://zcommunications.org
Çeviren: Taylan Doğan / daplatform.com
NOAM CHOMSKY
Evrensel'i Takip Et