13 Şubat 2011 00:00
KİRVEME MEKTUPLAR
Kirvem,
Senin de bildiğin gibi; bir zamanlar, yani ellili yılların başlarında milletçe Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır! sloganıyla yatıp, bununla uyandık.
Sonra?..
Sonra dosta düşmana karşı fazla ayıp olmasın, el alem bizleri fazlasıyla aç gözlü veya toprak delisi sanmasın diye bir adım gerileyerek bu kez de meydanlarda gırtlaklarımızı paralayıp var gücümüzle haykırdık:
Ya taksim ya ölüm!
Önceleri hançer misali sivri ucuyla bir bakıma sanki Anadolu Yarımadasını, İskenderun sahillerini gösterip dolayısıyla buralara ait olduğunu haykıran burnunuzun dibindeki bu yeşil adanın tümünü, hani nasıl derler yağma Hasanın böreği gibi anında kapıp topraklarımıza katmayı düşlerken, daha sonraları bunun o kadar da kolayca yenir yutulur bir lokma olmadığını az-çok çakozlayınca, ister istemez ufak bir tornistanla hiç olmazsa yarısına fit olup, böylece sanki kocaman bir kaşar peyniri tekerini keskin bir döner bıçağıyla tam ortasından bölercesine, bir tarafını ezeli ve de ebedi düşmanımız Yunanlılara ayırıp, geri kalanını da Misakımilli sınırlarına katmak isterken, aslında bu konuda hayli bonkör, lüzumundan fazla cömert davrandığımızı, çünkü o yıllarda nüfusu neredeyse beşte birimiz kadar olan Rumların ümüğünü sıkarak onlara adanın yarısını değil, tam aksine zırnık dahi koklatmayabilirdik ama, yiğitlik bizde kalsın babında bunu yapmadık, yapamadık, zira tüm dünyaya peşinen deklare ettiğimiz için elimizi kolumuzu bağlayan Yurtta Sulh Cihanda Sulh! felsefemiz bunu engelliyordu...
Nitekim bir taraftan Yurtta Barış Dünyada Barış hükmünce dünya efkarına seslenirken, beri yandan Kıbrıs konusunda taksimin dışında asla ve asla daha fazla bir taviz vermeyeceğimizi, veremeyeceğimizi, bunu da tek tük dostlarımızın yanı sıra, keza bilumum düşmanlarımıza bir anlamda kanıtlamak için, bir gecede özellikle İstanbulun altını üstüne getirip, böylece öz be öz vatandaşlarımız olan Rumların, Ermenilerin, Musevilerin, kısacası azınlıkların evlerini, dükkanlarını kırıp döküp yağmalayıp, Kıbrısa olan sevgimizi el aleme alnımızın akıyla elhamdülillah ispatladık!
Tarihe 6-7 Eylül 1955 Olayları diye not düşülen, yani 1980de Milli Güvenlik Sekreterliği görevini de üstlenen Orgeneral Sabri Yirmibeşoğunun 6-7 Eylül bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi, amacına da ulaştı diyerek gururla özetlediği, ancak aslında tipik bir vandalizmi sergileyen, İstanbulu utanca boyayan bu iki günün bilançosu sadece resmi kayıtlara göre ne miydi?
3 ölü, 30 yaralı, 73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 1 fabrika, 3 bin 584ü Rumlara ait olmak üzere, 5 bin 538 ev ve dükkan...
Daha sonra?..
Daha sonra 1942 yılında çıkarılan Varlık Vergisi nedeniyle üvey evlat muamelesine tabi tutulan azınlıkların o yıllarda başına gelenler sanki yetmezmiş gibi, ardı sıra patlak veren bu çağ dışı yaklaşım sonucunda gari bu diyarlarda yaşamak bizlere haram! düşüncesine ister istemez düçar olan azınlıklar, en kısa zamanda başka ülkelere göç etmenin yollarını arayıp, becerebildikleri ölçüde bavullarını hazırladılar...
Peki daha daha sonra?..
Sonra giderek yılan hikayesine dönüşen Kıbrıs meselesini hesapça kökünden halletmek için 1974te Kıbrısa yapılan Barış Harekatıyla soydaşlarımızın yaşamının garanti altına alınmasının ardından, her gün Karaköy, Kadıköy, Eminönü iskeleleri arasında mekik dokuyan vapurlara, bu harekat esnasında şehitolanlardan kimilerinin isimlerini verip onların anılarını yaşatırken, beri yandan uluslararası camiada sadece bizim tanıdığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, namı diğeriyle yavru vatanda yaşayan soydaşlarımızın daha müreffeh yaşamaları için anavatandan gönderilen papeller sayesinde semirip beslenmelerini temin ederken, nereden nereye nasıl bir tufaya geldiğimizi, bu kardeşlerimizin Başbakanımıza hani ayıptır söylemesi ellerindeki pankartlarla açıktan açığa hem de zerre kadar utanmadan has...tir!çekip, veya Ankara ne paranı, ne paketini, ne de memurunu istiyoruz! diyerek yol göstermelerini bu ülkenin bir vatandaşı olarak ben özüm kendi payıma asla içime sindiremediğim gibi, keza andavallı aklımca bu işe gerçekten de şaştım kaldım zo!...
Hatta Başbakanımızın maruz kaldığı bu edepsizce, hayasızca, söylemler karşısında hani neredeyse kör şeytana uyup, sonra da elime onlarınkinden çok daha kocaman bir pankart alıp, bir zamanlar Ya taksim ya ölüm! diyerek, altını üstüne getirdiğimiz Perada, Beyoğlunda, bu kez Beslemeler dışarı!!!, Bizleri sırtımızdan bıçaklayan nankörler, ananızı da alıp defolup gidin!.. Diyerek avazım çıktığı kadar bağırırsam, acaba durduk yere trafiği engelledim, kamu düzenini bozdum diye polis abilerim tarafından coplanıp, tekme tokat eşliğinde tartaklanıp, dahası da Bu ülkede bu işler, bu tür hassasiyetler ne zamandan beri sana, senin gibi keferelere kaldı be hey dıngıl, be hey Allahın otuz altıncı şeddeli eşeği! diye acaba horlanır mıyım endişesiyle, son anda bu sevdadan vazgeçtim Kirvem!..
MIGIRDİÇ MARGOSYAN
Evrensel'i Takip Et