10 Mart 2011 11:50

İçimizden Biri: 37 + 11

Sizler bu metni ilk gördüğünüzde “Bu ne biçim başlık” diye düşünmüş olabilirsiniz. Kısaca söylemek gerekirse “37+11” benim yaşamımın matematik formülü. Artvin’in Şavşat ilçesinde yaşıyorduk. 37 yaşındaydım. Biri 14 diğeri 2.5 yaşında iki erkek çocuk annesiydim.1999 yıl

İçimizden Biri: 37 + 11
Paylaş
Nurcan Dursun


1999 yılında yani ben 37 yaşımdayken eşimi ani bir ölümle kaybettim. O günler acı doluydu ve çok zor geçiyordu. Çocuklarımın bu durumu kabullenmesi ve üzülmemeleri için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Çünkü onlar benim her şeyimdi. Tüm bunları başarabilmek için güçlü olmam gerektiğini biliyordum. Ama uzun bir süre bunu beceremedim.

Büyük oğlum Onur 8. sınıfta Artvin Anadolu Lisesini kazandı. Yatılı okumaya başladı. Sadece hafta sonları eve geliyordu. Küçük oğlum Olgun bu durumu anlayamadığından ve abisini biraz da kıskandığından olsa gerek, Onur her geldiğinde surat asar “Annecim bu evine gitsin artık” derdi. Onun bana sarılmasını hazmediyordu. Ben ikisini de yanıma alarak yatıyordum. Onların birbiriyle kaynaşmasını, birbirlerini sevmelerini sağlamaya çalışıyordum.  Zaman geçtikçe sıkıntılar arttı ve benim matematik formülümdeki “+11” böylesi koşullarda başladı.

“+ 11” de sağlık sorunlarım baş gösterdi. Okullar tatil olunca, çocuklarımı aynı evde büyütebilmek ve sağlık sorunlarımı daha rahat halledebilmek için Ankara’ya taşınmaya karar verdim. Bunu başardım da. Ama korkmadım dersem yalan olur. Sınırlı olanaklarla yeni bir hayat kurmak çok da kolay değildi. Aile, akraba, arkadaş desteğiyle bir düzen kurduk Ankara’da.

“+11” de bir şeyler yoluna girmeye başladı. Çocuklar okula gidiyor, bende çalışmak için girişimlerde bulunayım diye düşünüyordum. Okulların açıldığı ilk gündü. Doktor randevum vardı. Onu da halleder halletmez iş arayacaktım. Hastanede ben bunları kafamda kurarken raporumun üzerinde kocaman “MEME CA” harflerini gördüm. Harfler kafamın içinde döndü dolaştı, büyüdü, büyüdü…

Ama niye ben? Hak etmedim dedim. Oysa kim hak eder ki! Eve dönüşüm küçük oğlumun okul dönüşüne denk geldi. Bu şok anını yaşasın istemedim komşuya gönderdim. Evde bağıra, çağıra ağladım önce. İçimi boşalttım. Sonra çocuklarım eve geldi. Durumu kabullenmek için fazla lükse sahip olmadığımı, yaşamımızın alt üst olmaması için kararlar almam gerektiğini anladım. Anlamak ne kelime, bu zorunluydu.

Bir hafta içerisinde operasyon yapıldı. Tek göğsüm alındı. Operasyon başarılı geçti ve kemoterapi başladı. Hem çocuklarım hem benim için zor bir dönemdi. Onları rahatlatmak ayrı bir çaba gerektiriyordu. Ben giyinirken küçük oğlum odaya ansızın girdi ve benim tek mememin olmadığını görünce dondu kaldı. Hiçbir şey yokmuş gibi davrandım. Giyindim. O da bir şey sormadı. Şoku atlatamamıştı ki sorabilsin. Babası öldüğünden beri birlikte uyuyorduk. Mememi tutarak uyurdu küçüklüğünden beri. Gece yatağa girince, “Olgun sana bir şey söyleyeceğim sakın abine söyleme ama” dedim. Meraklandı. “Doktorlar mememin birini kesilmesi gerektiğini söylediler. Ben de onlara birinden Onur diğerinden Olgun süt emdi, Olgun’unkini kesmeyin sakın. Abisininkini kesin dedim” diye söyleyince çok sevindi.

Zaten kıskandığı abisinden küçük bir intikam almış oldu. İyice yanıma sokuldu, asla abisinin sahip olamayacağı, kendisinin olan tek mememi tutarak uykuya daldı. Eşi olma güvencesini kaybetmiş olan, kendi sorunlarını çözmeyi yavaş yavaş öğrenmekte olan ben, bir sorunu daha çözmüş olmanın huzuru ve gururuyla uykuya daldım.

Yaşamımızda küçük küçük değişikler yaparken kendimin de değiştiğini gördüm. Yaşamın karşında dimdik ayakta kalma becerisi edindiğimi gördüm. Eskiden kadın işi erkek işi diye ayrılırdı işler. Ev işlerini kadın yapar. Çocukların bakımını kadın üstlenir. Hastalanıldığında çocukları doktora götürmek, okulları hakkında karar vermek, paranın nelere, nasıl harcanacağını tespit etmek, başka bir ile taşınırken ev bulmak ev sahibiyle anlaşma yapmak erkek işiydi. Artık eskiden böyle olduğunu düşünmüş olmam komik geliyor.

“+11” ilerlemeye devam etti. Bir akciğer metastazı geldi kapıyı çaldı. Hooop.

Öyle kolay mı sandın artık kapıyı çalıp içeri girmeyi eyyy akciğer metastazı? Karşında eski Nurcan mı var zannettin sen? Kılıçlar çekildi karşılıklı. Önce sağ akciğer açılıp tümörler bir bir ayıklandı. On beş gün sonra diğeri açıldı ve aynı işlem uygulandı. Yine kemoterapi başlandı. Akciğerler iki yıl sonra üçüncü kez bir daha açıldı. Ama artık deneyimliyim ben!.. Kül yutmam kolay kolay!..

Kendisi de kanser hastası olan gazeteci bir arkadaşım, ayçiçekleri tarlası görüntüsünün üzerinde yazılı bir şiir getirdi. Duvara astık birlikte. Ve bana günde “bir çarpı bir” Nâzım Hikmet’in bu dizelerini okuma görevini verdi. “...Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
 

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, 
yani, beyaz masadan, 
              bir daha kalkmamak ihtimali de var. 
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini...” 
Sağlık emekçilerinin, hastaların, arkadaşların, ailenin, akrabaların desteğini arkana almak, onların nefesini hissetmek, kanser hastaları için olmazsa olmazlardan biri. “+11”de bana yol arkadaşı olan herkese teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.


Bu ukala tümörler benim yaşamanın her dakikasının ne kadar önemli olduğunu artık bildiğimi unutmuş olacaklar ki beynimin bir köşesine yerleşmeye kalkıştılar. Oysa ben o kanser tümörlerinden öğrendim, yaşamın ne kadar değerli olduğunu. Beni yok etmeye çalışırken yanlışlıkla onlar öğrettiler bana. Karla birlikte gelin gibi süslenen doğanın güzelliğini kimse benim kadar bilemez artık. Denizin kokusunu, çayın tadını, dost bir elin sıcaklığını, çocukların gözündeki kıvılcımı benim kadar kimse bilemez. Kuşun kanadına takılıp göklerde süzülmeyi kimse benim gibi beceremez. Şavşat’ın mavi ladin ormanlarının güzelliğini de bilirim. Kara Göl’ün en derinlerini de bilirim ben artık.

Bundan sonrasında ne var diye merak edenlere kısaca özetleyeyim. Kemoterapi seansından sonra, sırada radyoterapi var. O bittiğinde Gürcistan gezisi var. O da bittiğinde Şavşat’ı bir belgeselde anlatmak var. O da bittiğinde torunlarıma bütün bunları anlatabilmek için yaşama tutunmak, direnmek var. O da bittiğinde de +12, +13, +14, +15…

ÖNCEKİ HABER

Gebze’de ‘torba soruşturması’

SONRAKİ HABER

Konak’ta taşeronlaşmaya karşı işçiler direnişte!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa