9 Kasım 2011 10:41

Siyasi irade olursa 10 yılda çözeriz

Mehmet Akgül

6-8 Ekim 2011 tarihlerinde EUROSOLAR Türkiye Bölümü olarak gerçekleştirilen kongrede, Türkiye’nin yenilenebilir enerji konusunda sayısız kaynaklara sahip bir ülke olduğuna dikkat çekilmişti. Enerji alanında dışa bağımlılığın sebeplerini anlatan ve derhal yenilenebilir enerjiye geçmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Uyar, istenmesi halinde Türkiye’nin 2020 yılında yüzde 100 yenilenebilir enerji kullanmayı başarabileceğini ifade etti.

Yenilenebilir enerjiyi kullanmak için neler yapılmalı?
Evvela kaynağının olması lazım. İkincisi bu kaynağın insanların ihtiyaç duyduğu elektriğe ve proses ısısına dönüştürecek teknolojiye sahip olmak lazım. Üçüncüsü, ülkenin yöneticileri, bu işle görevli kamu görevlileri bu işe inanıyor mu? Sorundan yanalar mı yoksa çözümden yana mı? 1850’de yenilenebilir enerjiyi kullanabilecek teknoloji yoktu. Ama şimdi var, kamu iradesi yani teknoloji ve kaynak olsa bile ülkede konu ile ilgili insanların bunun çözüm olduğuna inanması lazım. Bunun çözüm olduğuna inanmayıp da kömür, doğal gaz, petrol ve nükleerden söz ediyorsa o zaman çözümden yana değil, sorundan yana davranıyor demektir.

Peki bu kaynaklar yeter mi bize?
Jeotermal enerji ile 5 milyon konut ısıtılabilir. Türkiye’nin her yerinde orman var, yeşillik var. Bunların kimyasal enerjisi de sınırsız. Hem güneş, hem kimyasal enerji hem de diğerleri kaynaklar açısından sıkıntımız yok. İkinci şart teknoloji dedik. 1850 İngiltere’de sanayileşme başlayınca birden çok sayıda enerjiye ihtiyaç duyuldu. Kaynak olmasına rağmen yenilenebilir enerji kaynağını insanların ihtiyaç duyduğu  elektriğe çevirecek teknoloji yoktu. Yani rüzgar tribünleri, güneş pilleri, verimli yakıcılar... hiçbiri yoktu. Biyokütle dediğimiz odun kurşunları vs. yakacak verimli sobalar yoktu. Jeotermal kayakları düzgün alıp yukarı çıkaracak makineler yoktu. Ama şimdi bunların hepsi var. Peki ne yaptı insanlık? Yerin altında bulunan, kömür, petrol, doğal gazı, çıkartıp kullanmaya başladılar. 1950’de başta Londra olmak üzere birçok büyük kentte kömür yakıldığı için binlerce kişi öldü. 1970’lere gelindiğinde petrol krizi oldu. Bu krizle beraber ilk doğal tepki enerjinin etkin kullanımı oldu. Yani enerji yok diyerek daha az enerji kullanma anlayışı doğdu ve enerji kullanımında zorunlu bir azalma oldu. 1970’ten bu günlere gelene kadar bir çok gelişme oldu. Mesela toplu ulaşım sistemleri ortaya çıktı, metrolar vs. gibi şeyler yaygın kullanılmaya başlandı. Örneğin 10 misli daha az enerji tüketen buz dolapları üretiliyor, 10 misli daha az enerji tüketen ampuller üretildi. Yani bu hatta çözüme doğru bir gidiş oldu. Bu arada bir sonraki teknolojiyi yaptıklarında bir önceki teknolojiyi devre dışı bıraktılar ve en önemlisi kredi verip başka ülkelere pazarladılar. Yani neoliberal dediğimiz saldırı buradan başlıyor. 1970’ten sonra olanlar bunlar. Çünkü eski teknoloji daha fazla enerji tüketiyor. Bu teknolojiyi, toplu halde daha ucuza pazarladılar. Yani kendi yükünü başka yere atıyor ve yeni bir teknoloji geliştiriyor. Hatta şimdi enerjinin etkin kullanımı yasası çıktı. Bu yasada çok net olarak diyor ki 100 kilometre kare altındaki binalarda 10 yıl sonra kullanılacaktır diyor.

Sebep?
Çünkü doğal gaz kullanırsak parasını veriyoruz. Kullanamazsak cezasını daha fazla vereceğiz diye. Yani aman kullansınlar, israf etsinler ki, doğal gaz antlaşmaları daha iyi gözüksün diye. Teknolojiyi geliştirenler, en iyi teknolojiyi kullananlar, enerjiden daha ucuz yararlanıyorlar, bizim gibi ülkelerde ise daha pahalı, daha fazla enerji tüketen ampuller kullanılıyor. Bir ampul tesisi kurduğun zaman 7 milyon liraya mal oluyor. Bunları ücretsiz dağıtsan herkese  4.5 milyarlık bir kömür santralini yapmaktan kurtuluyorsun. Herkese bir araba vermek, şoförlük yapmak, petrol kullanmak yerine, herkese bir metro bileti versen, çok daha ucuza ulaşımı hallediyorsun gibi. Mesela bizde elektrik motorları var yüzde 80 daha fazla elektrik tüketiyor. Mesela Avrupa’da kullanılan daha gelişmişleri var yüzde 80 daha az elektrik tüketiyor.
1950 ile 1970 arası nükleer silah üretimi için kurulan nükleer santraller, ülkeler karşılıklı birbirleri için atom bombası yapmak için kuruldular. Bu arada da silah malzemesi üreten santralin, üretimi yapması için  santralde oluşan ısının  dışarı atılması lazım. Fukişima’da Çernobil’de olduğu gibi alınamayan ısı, reaktörün erimesiyle eriyip gidiyor. Bu yüzden o ısının atılması lazım. Mesela Ruslar akıllı davranıp bu ısıyı merkezi ısıtmada kullanırken Fransa ve Amerika ise elektrik üretiminde kullandı. Ancak bu santraller bu atık ısı için değil, silah malzemesi üretmek için kurulmuştu, reaksiyonun sürmesi için de atık ısının atılması gerekiyordu. 1970 ve 72 yılında nükleer endüstri bu atık ısıyla bütün dünyanın enerjisini sağlayabiliriz, bunun için 5 bin tane nükleer santral kuralım diye herkesi ikna ettiler bu santralleri kurmaya başladılar. Ne zamana kadar 1978’e kadar. 1978’de Amerika bütün santralleri tamamen iptal etti ve yenilerini kurmayarak daha önce kurduğu 100 tane santrali de iptal etti. Daha sonra Almanya ve Fransa da yaptı. İşte o zamandan sonra bu nükleer santrallerin Türkiye’de kurulması gündeme geldi. Yani kendi ülkelerinde kurmayıp başka ülkelerde kurup gene o platinium üretimini sürdürmek istediler.

Neden peki?
4 nedeni var. Birinci neden pahalı olmaları. İkinci neden kamunun nükleer denetleme yapmasının çok pahalı olması. Çünkü santralin bir defa kapatılması durumunda şirketler çok zarar ediyor. Kapatılması ve açılması aylar alıyor. Bu yüzden nükleer santrallerde bir kaza olduğunda haber vermiyorlar. Buna rağmen nükleer denetleme komisyonunun bunu izlemesi lazım. Üçüncü neden atıkların depolanması mümkün değil. Dördüncüsü yurttaşlar çevrelerinde kendilerinin korunmaları gereken bir makineyi istemiyorlar.
1978 yılına gelindiğinde nükleer olayı da bitti. Bu yüzden başta Amerika olmak üzere sanayileşmiş ülkeler 1980 den itibaren rüzgar santralarını kurmaya başladılar. Şimdi 2012 yılına girmek üzereyiz ama hâlâ rüzgardan elektrik üretilip üretilmeyeceğini konuşuyoruz.

Ülkemizde bunlardan ne kadar var?
Bozcaada ve Çeşme’de bulunan rüzgar türbinleri ve 1996 yılının teknolojisiyle üretilmiş rüzgar türbinleri var. Şu anda Çatalca’da Danimarka Firmasına ait rüzgar tribünleri var ve bunlar 3000 kWh kapasitesindedir. 5 bin kWh, 7 bin kWh ve şu an deniz üsleri için geliştirilen 10 bin kWh’lik türbinler var. 100 bin nüfusluk bir kente 3 tane rüzgar tribünü yetiyor. Bunu yapacak teknoloji de var. Bir de güneş pili denilen, çatılara konulan teknoloji var. Bunlar bütün binanın elektriğini üretebiliyor.  Bunların dışında biyokütle için verimli yakan sobalar var. Aynı şekilde yer altındaki ısıyı alacak ısı değiştiricileri var, teknolojisi de var. Bunları uygulamak için geriye sadece siyasi iradenin çözümden yana bir karar vermesi kalıyor.

Yetkililer tüm söylediklerinizin farkında olmasına rağmen neden yüzde 100 yenilenebilir enerjinin kullanımı lehine tutum sergilemiyor? Örneğin ısrarla HES’ler kuruluyor. Bunun sonucunda hem doğa tahribatı yaşanıyor hem de toplumsal sorunlar baş gösteriyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birincisi , iktidar yapmak istediğini yapmaya çalışıyor. Seçim sistemi, siyasi partiler kanunu, anayasa buna imkan veriyor. Bunun için anayasanın, siyasi partiler kanununun ve seçim yasasının değiştirilerek demokratik bir hale getirilmesi lazım.  Birinci çözüm burada. Yani üç tane siyasi parti başkanı her şeye karar verince, konumlarını korumak için çözümden değil, sorundan yana bir tutum alıyorlar. Yasalar düzgün olsa da, parlamentoda bu konular konuşulabilse de, yurttaşın temsilcileri parlamentoda yer alsa da anayasa buna elverse de,  gene yapılması gereken başka şeyler var.

Nedir bunlar mesela?
Ülkenin uzun vadeli ekonomi planlanması, enerji ihtiyaçlarının belirlenmesi, Birleşmiş Milletlerin ve Avrupa Birliğinin kriterleri doğrultusunda çevre konusunu dikkate alan uzun vadeli karar destek modellerinin oluşturması gibi şeyleri yapmamız lazım. Başkalarının bize telkinler ettiği çözümlere bakıyoruz. Mevcut en yeni teknolojileri kullanmıyoruz. A+ buzdolaplarını üretip satıyoruz ama Türkiye’de zorunlu hale getirmiyoruz. Nedeni ise yenilenebilir enerjini depolanması. Yani yenilenebilir enerjiyi petrolden, kömürden, doğal gazdan bağımsız hale getirebilmek için kendi güneşinin enerjisini depolayıp, olmadığı zaman bu enerjiyi kullanacak teknoloji lazım.

Dış maliyetlerin içselleştirilmesi derken neyi kastediyorsunuz?
Yapılması gerekenler konusunda herkes çözümden yana olsa da, bir termik santralin, bir hidrolik santralin veya bir nükleer santralin yatırım maliyeti, işletim maliyetinin yanı sıra bir de toplumsal maliyetleri var.  Yani kanser olan insanların sayısı, hastanelerin maliyeti, tarım alanlarının yok edilmesi gibi. Bunların maliyetlerini hesaplamadığımız için termik santral ucuzmuş gibi geliyor. Sıfır enerjili binalar mümkün. Artık bir bina dışarıdan hiç enerji almadan sadece çatısındaki güneş pilleriyle ısınıp elektriğini sağlayabiliyor. Biz akademik olarak bunları konuşturmaya çalışıyoruz. Eğitim; yani öğretim üyelerinin eğitimi, teknisyenlerin eğitimi, iş adamlarının eğitimi, kamu personelinin eğitimi... Yüzde 100 yenilenebilir enerjiyi duyunca şeytan çarpmışa dönüyor. Rüzgardan elektrik üretilir mi deniliyor. Çünkü kafalarında hep fosil, kömür, nükleer ve petrol var. Deprem olacak bir yere kötü bir bina yaparsanız bina yıkılır. Tsunami olacak bir plaja uzanırsan ölüyorsun. Dedik ya demokrat olmak için doğanın kısıtlarını bilmek lazım. Normalde büyük santrallerin olduğu elektrik şebekelerinde, santralleri kuruyorsun, merkeze elektriği veriyorsun. Bu fosil şebeke, konvansiyonel şebeke. Yenilenebilir enerji güneş çağının şebekesinde, her yerde üretip her yerde dağıtıyorsun. Örneğin bir noktada rüzgar ne zaman esiyor, güneş ne zaman çıkıyor, oradan ne kadar elektrik üretilip şebekeye iletilecek? Tüm bunları planlayan akıllı şebekeler gerekiyor. Bu yüzden çözümden yana olan, Enerji Bakanlığının, ilgili kurumların akıllı şebeke  haline getirilmesi lazım ki her yerde alınabilsin. Yani İktidarın çözümden yana olması lazım  

Türkiye yenilenebilir enerji konusunda bugünden itibaren nasıl bir yol izlemeli?
Hemen bütün rüzgar ve güneş enerjisini değerlendirecek, hiçbir kısıtlama koymadan, teknik önlemlerini de alarak 2020 yılında yüzde 100 yenilenebilir enerji kullanmayı hedeflemeli. Öncelikle çok enerji tüketen buzdolapları, televizyonlar, vb. gibi satışlarını durdurmalı. Herkese tasarruf ampulü zorunlu getirmeli, Türkiye’de yerli olarak rüzgar tribünlerinin, güneş pillerinin üretimi için gerekli teşvikleri yapmalı. Eğer böyle olursa ve 2020 yılına kadar
1 numaralı ülke  haline geliriz. Yenilenebilir enerji barış demek, demokrasi demek, özgürlük demek aynı zamanda. (İstanbul/EVRENSEL)


12 YILDA BİR ŞEY DEĞİŞMEDİ

Yüzde 100 yenilenebilir enerji ile ilgili daha önce yetkililere sunduğunuz çalışmalarınız oldu mu?
Daha önce Bülent Ecevit’in Başbakan olduğu koalisyon hükümeti döneminde bir çalışmamız oldu. Ecevit bakanlar kurulunun nükleer enerji ile ilgili toplantısına bizi çağırdı. Ecevit anlattıklarımıza ikna oldu ve bu konuda olumlu davranarak çözüm için çaba gösterdi. Ama çözümden yana olmayanlar çözümü gösterenlerin bilgilerini görmezden geliyorlar. Termik santral, nükleer santral, doğalgaz santralı yapmak için şartlanmış bir enerji bürokrasisi varken, rüzgar ve güneş enerjisinden bahsedenlere zaten danışmazlar. Yenilenebilir enerji konusunda kendileri ikna oldu. Önerim kabul edilmiş, bakanlar kurulunda karar haline getirilmiş ve TÜBİTAK  bilim kuruluna götürülmüştü. 1999 depremi olmuştu. Ancak o günden bugüne öyle bir planlama yapılmadı. TÜBİTAK başkanı bu planlamayı yapmadı çünkü kendisi de nükleer santrallerin iyi olduğuna inanıyordu. 2012’ye giriyoruz. 12 yıldır yapılmadı ve biz yine aynı sorunu tartışıyoruz.


YENİ ANAYASA İSTEYENLER NET DEĞİLLER

Yenilenebilir enerji konusunda Türkiye’nin sayılı uzmanlarındansınız. Yasalardan bahsetmişken hemen soralım. Bildiğiniz gibi yeni anayasa tartışmaları devam ediyor. Bu açıdan yenilenebiliri enerji, çevre, konuları anayasada nasıl yer bulabilir? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yeni anayasa isteyenlerin hepsi ne yazık ki enerji çevre konusunda net değiller. Termik santraller isteyenler var, hidrolik santraller isteyenler var, nükleer santraller isteyenler var. Hem nükleer hem termik santral isteyip hem de iyi bir anayasa yapmak mümkün değil. Temiz enerjiden yana olan, gerçekten yaşam çevresinin korunmasından yana olan ve anayasayla ilişkili çalışanlar varsa dönüp bize sorması lazım. Onlar her şeyi bildikleri için sormuyorlar. Bu konuda 6-8 Ekim 2011 tarihlerine kongre yaptık, bir sonrakini de yapacağız. Bütün kamuoyu çözümün nerede olduğunu biliyor.


SINIRSIZ KAYNAK GÜNEŞ

Yüzde 100 yenilenebilir enerji nedir?
Dünya, milyarlarca kişinin yaşadığı bir hapishane. Dünyaya gelen tek enerji kaynağı güneşin ısısı ve ışığı. Asıl kaynak güneş, birinci yenilenebilir enerji bu. İkinci yenilenebilir enerji ise biyokütle enerjisi. Bitkilerin taşıdığı enerji yenilenebilir enerji. Üçüncü olarak güneşin okyanusları ve dereleri ısıtması sonucu buharlaşma meydana geliyor. Buharlaşan sular bulutlarla daha yükseklere taşındığında suyun potansiyel enerjisini oluşturuyorlar. O da yenilenebilir enerji. Bir de jeotermal enerji var. Dünyanın merkezine 6 bin derece sıcaklıkta erimiş kayalar var. Bu kayaların üzerinde kuru kayalar var ve biz de bu kayaların üzerinde yaşıyoruz. Örneğin Aydın Germencik’te 1 kilometre inildiğinde 250 derece sıcaklıkta kaynak var, buhar var ve buhardan elektrik üretiyorlar. O da var olan ve çıkarabildiğin sürece yeryüzünde konutları ısıtabileceğin, elektrik üretebileceğin sonsuz, sınırsız bir kaynak.

Evrensel'i Takip Et