4 Haziran 2006 21:00
Dünya tehdit altinda
GÜNÜN YAZILARI
Dünya, binlerce yıldır hava, su ve toprak kirliliğinden canlı türlerinin yok olmasına pek çok çevre sorunuyla mücadele ediyor. Son yıllarda sermayenin kâr hırsı nedeniyle kirlenmenin boyutları daha da arttı. Sermaye kendi maliyetini azaltarak kârını artırmak için zehirli atıkları bile hiçbir arıtmaya tabi tutmadan çevreye bırakıyor. Çevre kirliliği başta insan olmak üzere canlılar üzerinde de olumsuz etkilere yol açıyor. Kanser gibi öldürücü hastalıklarda önemli artışlar yaşanırken, bazı bitki ve hayvanların nesilleri çevre sorunlarının etkisi altında yok oluyor.
Sulak alanlar kaybedildi Türkiye'de, son 40 yılda 3 Van Gölü büyüklüğüne sulak alan kaybedilirken, 561 canlı türü nesillerinin tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya. Doğa Derneği'nin öncülüğünde 8 üniversiteden bilim adamlarının katılımıyla yapılan araştırmada, yalnızca Türkiye'de bulunan 561 canlı türünün nesillerinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirlendi. 561 türün önemli bir kısmı Akdeniz Bölgesi'nde, özellikle Antalya'da yaşıyor. Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu da yok olan türlerin yoğunlaştığı bölgeler arasında. Göller Bölgesi ve Orta Anadolu'da ise 8 balık türü yok olma sınırında. Araştırmalara göre, Türkiye'de üreyen dört kuş türünden biri barajlar nedeniyle yok oluyor. Sulak alanlarda yaşayan kuşların durumu ise daha da kötü. Türkiye'de üreyen her dört su kuşu türünden üçü son 10 yılda barajlar nedeniyle ciddi oranda azaldı. Su kaynaklarındaki azalma da geleceği tehdit eden sorunlar arasında yerini alıyor. Türkiye ormanlarının korunmaya muhtaç sıcak noktaları olarak bilinen Küre Dağları, İstanbul Ormanları, İbradı-Akseki Ormanları, Karçal Dağları, Amanos (Nur) Dağları, Babadağ, Yenice Ormanları, Datça Yarımadası-Bozburun ve Fırtına Vadisi uluslararası doğa koruma arenasında yer alıyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Avrupa orman stratejisine göre, Rusya'dan sonra en fazla, korumada öncelikli bölge anlamına gelen sıcak noktaya, sahip ikinci ülke Türkiye. Nüfusun giderek arttığı Türkiye'de tarım toprakları ise giderek azalıyor ve başta sanayii kuruluşlarının atıkları olmak üzere çeşitli kimyasallarla kirleniyor. Verimli tarım toprakları her yıl, erozyon, tuzlulaşma ve alkalileşme gibi doğal etmenlerin yanında sanayi kuruluşları, kentsel yerleşim, turizm yapılaşmaları, kum ve tuğla ocakları işgali sonucu amaç dışı kullanımla hızla azalıyor.
'Önce sanayi sonra çevre' yasası
Elif Görgü Türkiye 2006 Dünya Çevre Günü'nü yeni bir Çevre Yasası ile karşılıyor. İstanbul'da zehirli varillerin ortaya çıkmasıyla alelacele TBMM'den geçirilen ve yüksek cezalarla gündeme oturan yasayı Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Beyza Üstün gazetemize değerlendirdi. Üstün, yasanın daha ilk maddesinde "sürdürülebilir kalkınma ilkesine göre" hükmü ile çevreyi ikinci plana düşürdüğüne değindi. Varillerin ortaya çıkmasıyla uzun zamandır bekletilen Çevre Yasası'nda değişiklik tasarısı bir anda yürürlüğe sokuldu. Ancak tartışmalar sona ermedi. Siz yasayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sadece yasa değil, AB giriş sürecinde yönetmeliklerle ilgili çalışmalar var. Hepsini harıl harıl çıkartıyoruz. Çok acele ve düşünülmeden, demokratik kitle örgütlerinin katılımı alınmadan yapılan değişiklikler, ülkenin dokusuna uygun olmaz ve onu hayata da geçiremezsiniz. Kanunlarımız, yönetmeliklerimiz bundan önce çevreyi korumaya engel miydi? Hayır. O zaman yapmıyorduk da şimdi yeni bir yasayla mı her şeyi düzenleyeceğiz? Temel eksiğimiz ilgili kurumlardaki ve denetimdeki bilinç düzeylerimiz. Denetim deyince anlık denetimleri ve ceza yazmayı anlıyoruz. Eleman sayımız yeterli değil, elemanlarımızın bilgi donanımları yeterli değil. Bu durumda yeni yasa çıkarsanız bile bunları uygulamadıktan sonra, evrak üzerinde sahip olmanızın bir anlamı yok. Genel olarak uygulamada böyle bir sorun var, peki yasa maddelerini tek tek değerlendirdiğimizde neler söyleyebilirsiniz? Eğer "sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda" diye bir hüküm Çevre Yasası'nın birinci maddesinden çıkartılmıyorsa zaten yasanın ruhu ortaya çıkıyor. Çünkü önce kalkınma dediğiniz zaman çevreyi arka plana atmış oluyorsunuz. Halbuki gerekli çevre önlemlerinin alınması kalkınmayı hiçbir şekilde engellemez. Türkiye'de çevresel önlemler son nokta kontrolleri, yani arıtma tesisleridir. Bunun maliyeti; işletmesi de yatırımı da çok düşüktür. Ama yasanıza bu maddeyi koyduğunuz an bu kadar maliyetini bile karşılamama davranışı ile karşılaşırsınız. Ayrıca maddi cezalar artırıldı diyoruz. Ancak maddi cezalar hep vardı. Bu yeni değil ki! Yasada usulen bir rakam yazılır ve her yıl sonunda bir sonraki yıl için kanun hükmünde kararname olarak yayınlanır zaten. Yönetmeliklerde de uygulayacak olan kurumlar önemlidir. Öylesine komik denetimler yapılıyorki sanayide. Denetimcinin bildiği tek bir parametre var ve sadece onu uyguluyor. Bu politika gereği bilerek de yapılıyor çoğu zaman. Bu yüzden denetimcinin bilgi birikimi ve tabii ki "amacı" çok önemli. Bunları düzeltmedikten sonra biz istediğimiz kadar yasalar, yönetmelikler çıkartabiliriz. Sanayi söz konusu olduğu zaman çevre ikinci planda kalıyor... Sürdürülebilir kalkınmada "ekonomiye zarar vermeyecek" şekilde çevre için önlem almayı getiriyor. Şunu söylemek gerekir ki sadece hükümetler sorunları yaratmıyor. Sanayiciler de kanundaki boşluklardan bilerek rahatlıkla yararlanıyor. Boşluğun en büyük olduğu yerlere meselâ imar planının olmadığı yerlere yöneliyor. Yükümlülükleri yerine getirmiyor ve bunu bilinçli olarak yapıyor. Çeşitli bakanlıklardan oluşan Yüksek Çevre Kurul tanımlanmış. Ancak bu kurulun da görevleri tanımlayan maddenin fıkrasında yine "sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda hukuki ve idari tedbirleri belirlemek" hükmü mevcut. Ayrıca yasanın 10. maddesinde "Petrol, jeotermal ve maden arama faaliyetleri çevre etki değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışına çıkartılıyor. Maden arama neden ÇED dışına çıkartıyor? Burada şunu görüyorum: Madde 10 Bergama'da siyanürle altın aranması gibi olayların önünü açmaktadır. Özellikle kapsam dışına çıkartılmasında ince bir ayrıntı var. Ülkenin bakanı bu şirkete giderek 'sorun yoktur' açıklaması yapabiliyor... Bunun iki nedeni var. Birincisi ciddi bilgisizlik. İkincisi bilerek yargıyı, hukuku hiçe sayma ve kendi politikasını öne çıkarma. Bergama'daki yargı kararı hiç uygulanmadı. Ne önceki hükümetler tarafından ne bugünkü hükümet tarafından... Türkiye'de bugün yöneticiler, başka ülkelerin taleplerini karşılamak için istedikleri her şeyi veriyorlar. Gelecekte hepimiz bu kararların sonuçları içinde gömülüp kalacağız. Çalakalem yapılan bir yığın yönetmelik ve yasa geleceğimizi tehdit ediyor. Ülkeyi yönetenler bir an evvel kendilerine gelirler diye umuyorum. Çünkü ar damarı çatlamakla kalmıyor. Bir süre sonra "patlıyor" ve tahribatlar geri alınamıyor.
Nükleer atık sızıntıları kaçınılmaz Türkiye 2006 Dünya Çevre Günü'nü hangi çevre sorunları ile karşılıyor? Günlük olarak ortaya çıkan olaylara günlük tepkiler veriyoruz. Bugün dinlediğim bir haberden başlamak istiyorum. Fransa'nın o ünlü şaraplarında radyoaktivite endişesi duyuluyor. Nedeni nükleer atıkların gömüldüğü yerde sızıntı tespit edilmiş; yeraltı sularına da radyoaktivitenin sızmış olması. Bir nükleer santralda kazadan bahsetmiyoruz. Teknolojik olarak gelişmiş bir ülkede; çok kontrollü, bilinçli bir teknik sürecin sonunda meydana gelen nükleer atıklardan ve onların bilinerek gömüldüğü bir yerden bahsediyoruz. Yani 'nükleer atıklar sızamaz' diye bir şey söz konusu değil. Türkiye'ye gelince. Tuzla'daki atıkları gördünüz. Bırakın nükleer atığı, tehlikeli atıkları nasıl hasbelkader, bilinçsizce gömdüğümüz ortaya çıktı. Türkiye'de mevcut sanayilerden hangilerinin tehlikeli atık ürettiğini yetkili herkes biliyordu. Bugün bakanlık düzeyinde görev yapanların konularına hakimiyetleri apayrı bir tartışma konusu ayrıca. Ama bakanlık bir kurum. Çevre Bakanlığı'nın elinde çevresel etkileri olan sanayilerin envanteri olmalı. Yine de İZAYDAŞ'a gönderilen atık miktarı bellidir. Geriye kalanlar ne oluyor? Gömülüyor. Sadece toprağa da değil; yeraltı suyuna da enjekte ediliyor. Nükleere dönersek,Türkiye bu yükü kaldırabilecek teknolojik yetkinliğe sahip değildir.
Tuz Gölü yarı yarıya küçüldü Doğal Hayatı Korumu Vakfı (WWF-Türkiye) Tuz Gölü Proje Sorumlusu Çağrı Deniz Eryılmaz, Tuz Gölü'nün bilinçsiz ve vahşi sulama yöntemleri nedeniyle son 40 yılda yaklaşık yüzde 50 oranında küçüldüğünü söyledi. Eryılmaz, Konya Kapalı Havzası'nın dünyanın sayılı biyolojik çeşitliliğe sahip yerlerinden biri olduğunu söyledi. Havzanın, dünyada nesli tehlike altında bulunan 8 kuş türünün üreme bölgesi olduğunu hatırlatan Eryılmaz, bu eşsiz bölgenin doğal hayatının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olunduğunu vurguladı. Kontrolsüz su kullanımı ve yeni tarım alanlarının açılması nedeniyle havzadaki sulak alanlar üzerinde ciddi bir baskı oluştuğunu vurgulayan Eryılmaz, şunları kaydetti: "Tuz Gölü bilinçsiz ve vahşi sulama yöntemleri nedeniyle son 40 yılda yaklaşık yüzde 50 oranında küçüldü." Türkiye'deki bütün sulak alanların, evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklar nedeniyle kirlendiğini de kaydeden Eryılmaz, Tuz Gölü'ne her yıl binlerce ton atık gittiğini, bu atıklar yüzünden gölün ciddi boyutlarda kirlendiğini belirtti.
Sulak alanlar kaybedildi Türkiye'de, son 40 yılda 3 Van Gölü büyüklüğüne sulak alan kaybedilirken, 561 canlı türü nesillerinin tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya. Doğa Derneği'nin öncülüğünde 8 üniversiteden bilim adamlarının katılımıyla yapılan araştırmada, yalnızca Türkiye'de bulunan 561 canlı türünün nesillerinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirlendi. 561 türün önemli bir kısmı Akdeniz Bölgesi'nde, özellikle Antalya'da yaşıyor. Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu da yok olan türlerin yoğunlaştığı bölgeler arasında. Göller Bölgesi ve Orta Anadolu'da ise 8 balık türü yok olma sınırında. Araştırmalara göre, Türkiye'de üreyen dört kuş türünden biri barajlar nedeniyle yok oluyor. Sulak alanlarda yaşayan kuşların durumu ise daha da kötü. Türkiye'de üreyen her dört su kuşu türünden üçü son 10 yılda barajlar nedeniyle ciddi oranda azaldı. Su kaynaklarındaki azalma da geleceği tehdit eden sorunlar arasında yerini alıyor. Türkiye ormanlarının korunmaya muhtaç sıcak noktaları olarak bilinen Küre Dağları, İstanbul Ormanları, İbradı-Akseki Ormanları, Karçal Dağları, Amanos (Nur) Dağları, Babadağ, Yenice Ormanları, Datça Yarımadası-Bozburun ve Fırtına Vadisi uluslararası doğa koruma arenasında yer alıyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Avrupa orman stratejisine göre, Rusya'dan sonra en fazla, korumada öncelikli bölge anlamına gelen sıcak noktaya, sahip ikinci ülke Türkiye. Nüfusun giderek arttığı Türkiye'de tarım toprakları ise giderek azalıyor ve başta sanayii kuruluşlarının atıkları olmak üzere çeşitli kimyasallarla kirleniyor. Verimli tarım toprakları her yıl, erozyon, tuzlulaşma ve alkalileşme gibi doğal etmenlerin yanında sanayi kuruluşları, kentsel yerleşim, turizm yapılaşmaları, kum ve tuğla ocakları işgali sonucu amaç dışı kullanımla hızla azalıyor.
'Önce sanayi sonra çevre' yasası
Elif Görgü Türkiye 2006 Dünya Çevre Günü'nü yeni bir Çevre Yasası ile karşılıyor. İstanbul'da zehirli varillerin ortaya çıkmasıyla alelacele TBMM'den geçirilen ve yüksek cezalarla gündeme oturan yasayı Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Beyza Üstün gazetemize değerlendirdi. Üstün, yasanın daha ilk maddesinde "sürdürülebilir kalkınma ilkesine göre" hükmü ile çevreyi ikinci plana düşürdüğüne değindi. Varillerin ortaya çıkmasıyla uzun zamandır bekletilen Çevre Yasası'nda değişiklik tasarısı bir anda yürürlüğe sokuldu. Ancak tartışmalar sona ermedi. Siz yasayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sadece yasa değil, AB giriş sürecinde yönetmeliklerle ilgili çalışmalar var. Hepsini harıl harıl çıkartıyoruz. Çok acele ve düşünülmeden, demokratik kitle örgütlerinin katılımı alınmadan yapılan değişiklikler, ülkenin dokusuna uygun olmaz ve onu hayata da geçiremezsiniz. Kanunlarımız, yönetmeliklerimiz bundan önce çevreyi korumaya engel miydi? Hayır. O zaman yapmıyorduk da şimdi yeni bir yasayla mı her şeyi düzenleyeceğiz? Temel eksiğimiz ilgili kurumlardaki ve denetimdeki bilinç düzeylerimiz. Denetim deyince anlık denetimleri ve ceza yazmayı anlıyoruz. Eleman sayımız yeterli değil, elemanlarımızın bilgi donanımları yeterli değil. Bu durumda yeni yasa çıkarsanız bile bunları uygulamadıktan sonra, evrak üzerinde sahip olmanızın bir anlamı yok. Genel olarak uygulamada böyle bir sorun var, peki yasa maddelerini tek tek değerlendirdiğimizde neler söyleyebilirsiniz? Eğer "sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda" diye bir hüküm Çevre Yasası'nın birinci maddesinden çıkartılmıyorsa zaten yasanın ruhu ortaya çıkıyor. Çünkü önce kalkınma dediğiniz zaman çevreyi arka plana atmış oluyorsunuz. Halbuki gerekli çevre önlemlerinin alınması kalkınmayı hiçbir şekilde engellemez. Türkiye'de çevresel önlemler son nokta kontrolleri, yani arıtma tesisleridir. Bunun maliyeti; işletmesi de yatırımı da çok düşüktür. Ama yasanıza bu maddeyi koyduğunuz an bu kadar maliyetini bile karşılamama davranışı ile karşılaşırsınız. Ayrıca maddi cezalar artırıldı diyoruz. Ancak maddi cezalar hep vardı. Bu yeni değil ki! Yasada usulen bir rakam yazılır ve her yıl sonunda bir sonraki yıl için kanun hükmünde kararname olarak yayınlanır zaten. Yönetmeliklerde de uygulayacak olan kurumlar önemlidir. Öylesine komik denetimler yapılıyorki sanayide. Denetimcinin bildiği tek bir parametre var ve sadece onu uyguluyor. Bu politika gereği bilerek de yapılıyor çoğu zaman. Bu yüzden denetimcinin bilgi birikimi ve tabii ki "amacı" çok önemli. Bunları düzeltmedikten sonra biz istediğimiz kadar yasalar, yönetmelikler çıkartabiliriz. Sanayi söz konusu olduğu zaman çevre ikinci planda kalıyor... Sürdürülebilir kalkınmada "ekonomiye zarar vermeyecek" şekilde çevre için önlem almayı getiriyor. Şunu söylemek gerekir ki sadece hükümetler sorunları yaratmıyor. Sanayiciler de kanundaki boşluklardan bilerek rahatlıkla yararlanıyor. Boşluğun en büyük olduğu yerlere meselâ imar planının olmadığı yerlere yöneliyor. Yükümlülükleri yerine getirmiyor ve bunu bilinçli olarak yapıyor. Çeşitli bakanlıklardan oluşan Yüksek Çevre Kurul tanımlanmış. Ancak bu kurulun da görevleri tanımlayan maddenin fıkrasında yine "sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda hukuki ve idari tedbirleri belirlemek" hükmü mevcut. Ayrıca yasanın 10. maddesinde "Petrol, jeotermal ve maden arama faaliyetleri çevre etki değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışına çıkartılıyor. Maden arama neden ÇED dışına çıkartıyor? Burada şunu görüyorum: Madde 10 Bergama'da siyanürle altın aranması gibi olayların önünü açmaktadır. Özellikle kapsam dışına çıkartılmasında ince bir ayrıntı var. Ülkenin bakanı bu şirkete giderek 'sorun yoktur' açıklaması yapabiliyor... Bunun iki nedeni var. Birincisi ciddi bilgisizlik. İkincisi bilerek yargıyı, hukuku hiçe sayma ve kendi politikasını öne çıkarma. Bergama'daki yargı kararı hiç uygulanmadı. Ne önceki hükümetler tarafından ne bugünkü hükümet tarafından... Türkiye'de bugün yöneticiler, başka ülkelerin taleplerini karşılamak için istedikleri her şeyi veriyorlar. Gelecekte hepimiz bu kararların sonuçları içinde gömülüp kalacağız. Çalakalem yapılan bir yığın yönetmelik ve yasa geleceğimizi tehdit ediyor. Ülkeyi yönetenler bir an evvel kendilerine gelirler diye umuyorum. Çünkü ar damarı çatlamakla kalmıyor. Bir süre sonra "patlıyor" ve tahribatlar geri alınamıyor.
Nükleer atık sızıntıları kaçınılmaz Türkiye 2006 Dünya Çevre Günü'nü hangi çevre sorunları ile karşılıyor? Günlük olarak ortaya çıkan olaylara günlük tepkiler veriyoruz. Bugün dinlediğim bir haberden başlamak istiyorum. Fransa'nın o ünlü şaraplarında radyoaktivite endişesi duyuluyor. Nedeni nükleer atıkların gömüldüğü yerde sızıntı tespit edilmiş; yeraltı sularına da radyoaktivitenin sızmış olması. Bir nükleer santralda kazadan bahsetmiyoruz. Teknolojik olarak gelişmiş bir ülkede; çok kontrollü, bilinçli bir teknik sürecin sonunda meydana gelen nükleer atıklardan ve onların bilinerek gömüldüğü bir yerden bahsediyoruz. Yani 'nükleer atıklar sızamaz' diye bir şey söz konusu değil. Türkiye'ye gelince. Tuzla'daki atıkları gördünüz. Bırakın nükleer atığı, tehlikeli atıkları nasıl hasbelkader, bilinçsizce gömdüğümüz ortaya çıktı. Türkiye'de mevcut sanayilerden hangilerinin tehlikeli atık ürettiğini yetkili herkes biliyordu. Bugün bakanlık düzeyinde görev yapanların konularına hakimiyetleri apayrı bir tartışma konusu ayrıca. Ama bakanlık bir kurum. Çevre Bakanlığı'nın elinde çevresel etkileri olan sanayilerin envanteri olmalı. Yine de İZAYDAŞ'a gönderilen atık miktarı bellidir. Geriye kalanlar ne oluyor? Gömülüyor. Sadece toprağa da değil; yeraltı suyuna da enjekte ediliyor. Nükleere dönersek,Türkiye bu yükü kaldırabilecek teknolojik yetkinliğe sahip değildir.
Tuz Gölü yarı yarıya küçüldü Doğal Hayatı Korumu Vakfı (WWF-Türkiye) Tuz Gölü Proje Sorumlusu Çağrı Deniz Eryılmaz, Tuz Gölü'nün bilinçsiz ve vahşi sulama yöntemleri nedeniyle son 40 yılda yaklaşık yüzde 50 oranında küçüldüğünü söyledi. Eryılmaz, Konya Kapalı Havzası'nın dünyanın sayılı biyolojik çeşitliliğe sahip yerlerinden biri olduğunu söyledi. Havzanın, dünyada nesli tehlike altında bulunan 8 kuş türünün üreme bölgesi olduğunu hatırlatan Eryılmaz, bu eşsiz bölgenin doğal hayatının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olunduğunu vurguladı. Kontrolsüz su kullanımı ve yeni tarım alanlarının açılması nedeniyle havzadaki sulak alanlar üzerinde ciddi bir baskı oluştuğunu vurgulayan Eryılmaz, şunları kaydetti: "Tuz Gölü bilinçsiz ve vahşi sulama yöntemleri nedeniyle son 40 yılda yaklaşık yüzde 50 oranında küçüldü." Türkiye'deki bütün sulak alanların, evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklar nedeniyle kirlendiğini de kaydeden Eryılmaz, Tuz Gölü'ne her yıl binlerce ton atık gittiğini, bu atıklar yüzünden gölün ciddi boyutlarda kirlendiğini belirtti.
Evrensel'i Takip Et