14 Mart 2006 23:00

magazinleştiremediklerimizden misiniz - 1 -



maraba televole "Kim şık kim rüküş? Kim kiminle nerede ne yapıyor? Hamile mi? Birlikte mi? Ayrıldı mı? Kilo mu aldı? Kilo mu verdi? Aldattı mı? Soyundu mu?..." Akşam programlarında, sabah programlarında, hafta içlerinde, hafta sonlarında, haber bültenlerinde, dergi kapaklarında, gazete manşetlerinde, magazin haberlerinin ağırlığı giderek artıyor. Bu konuda yapılan araştırmalardan da benzer sonuçlar çıkıyor ama televizyon seyircisi için araştırmaya zaten gerek yok, bu durum ortada. Magazin deyince hâlâ akla gelen ilk isim Televole. Aslında artık Televole diye bir program yok, ama Televole bir tarzın, bir anlayışın adı haline geldiği için, kolay kolay hafızalardan silinmez. Tabii, ne yerli-yabancı ünlülerin "Maraba Televole" dediği başlangıç jeneriği, ne de vaktiyle MİT Müsteşarı'nın yaptığı "Televole izleyen komünist olur" yorumu... Televole aslında, "soft" spor haberlerini veren, giderek spor magazinini veren bir program olarak başlamıştı. Başında Şansal Büyüka bulunuyordu, ekibinde Can Tanrıyar adında bir Fenerbahçe muhabiri vardı. Zamanla program öyle tuttu ki, Büyüka Erman Toroğlu'nun yanına spor programlarına dönerken Can Tanrıyar işini büyüttü, programın alanını genişletti. Ve "Aliye"yi jipin içinde bir adamla gören "vatandaşların" telefonla aradıkları bir kurum haline getirdi... Magazini tartışmaya açarken görüşüne başvurduğumuz Can Tanrıyar, bu magazin istilasının sorumlusunun magazinciler olmadığını anlattı aslında. Çünkü daha önce de karşılaştıkları eleştirilerde, haber bültenlerinin yapması gereken işin kendilerinden beklendiğinden rahatsız. "Vur patlasın çal oynasın" eğlenenleri, sürekli sevgili değiştirenleri ekrana getirmenin yanlış olduğunu itiraf etmesi de dikkat çekici. Bu yazı dizimizde de konu üzerine araştırma yapanlar, magazin programlarına haber olanlar ve elbette programları izleyenler de görüşleriyle yer alıyor. Hem magazinin hayatımızda nasıl bir yer tuttuğunu anlatıyor, hem de "Bizim hayatımız neden yok?" diye soruyorlar... Magazin denilen yayın türünü nasıl tanımlamak gerekir? Magazini, "hayatın içinden renkler" olarak tanımlayabiliriz. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle ünlülerin merak edilen hayatlarından kesitler olarak görüyorum. Ancak biz kendi programlarımızda sadece bu ölçütle kalmıyoruz, hayatın içinden çeşitli olayları da ekrana taşıyoruz. Burada şahsen benim en çok dikkatimi çeken "suni" bir magazin tartışmasının sürekli olarak yıllardır yapılmaya çalışılmasıdır. Magazin hep vardı, hep de olacaktır. Magazinin çoğalmış gibi görünmesinin nedeni medya mecralarının çoğalmasıdır. Ancak aynı şekilde, medyada sağlık köşelerinden, dizilere kadar "çoğalma" olayı her konuda geçerlidir.

Magazin haberi yaparken ölçütleriniz nelerdir? Ben, şahsen 12-13 yıldır aralıksız bir şekilde her hafta magazin programı yapabilmemizi, "işi" doğru kıstaslara oturtmamıza bağlıyorum. Kendimize göre kurallarımız var. Yayınlarımızı "Bizi tüm aile izliyor" düşüncesiyle yapıyoruz. Ancak her ne olursa olsun, çocukların izleyeceği erken saatlerde ekrana gelmekten kaçınıyoruz. Kendi kurallarımız olarak... Üstsüz hanımları hiçbir zaman ekrana getirmeyiz. En küçük bir küfürü bile yayınlamayız. Aşırıya kaçmış eğlence şekillerini ve şovları, mesala bir barda bir sanatçıya 15 şişe şampanya patlatmak veya bir diskoda köpük banyosu yapan kadınlar gibi olayları ekrana getirmeyiz. Sürekli sevgili değiştiren ünlü kadınlardan programı mümkün olduğunca uzak tutarız. Genç kızlara kötü örnek olmaması için... Aynı konuyu erkekler için de uygularız. Polemiklerdeki üsluba dikkat ederiz. Örneğin Hülya Avşar, "Nihat Doğan nasıl Seda Sayan'a yetiyor?" diye konuştuğunda Seda Sayan'ın "Ona göndereyim de nasıl yettiğini görsün" yanıtını verdiği diyalog bizim programlarımızda yer alamaz. İşte böyle sayısız örnekler var. Ancak magazinle ilgili hep genelleme yapılarak eleştiride bulunulduğu için, hiç yayınlamadığımız konularla ilgili suçlanmanın da ızdırabını yaşadığımızı itiraf etmeliyim.

Magazin basınını nasıl değerlendiriyorsunuz? Magazini genel anlamda tartışmak imkansız bir fiil olur. Çünkü her kanalın, her gazetenin kendi yapısına, kendi vicdanına ve kendi hayat görüşüne göre yayın yaptığını unutmamak ve herkesi aynı kefeye koymamak gerek... Bu nedenle "magazin basını" gibi bir genellemeyi son derece yanlış buluyorum. Magazinciler eleştirilecekse, gazete gazete, televizyon-televizyon olarak ayrı ayrı eleştirilebilir. Haberde magazin olmalı ama bence bunun ölçüsü kaçtı. Ayrıca haber bültenlerinin "Biz haberciyiz, haber olan her şeyi yayınlarız" zihniyetiyle, bizim titizlikle dikkat etmeye çalıştığımız hiçbir konuya göz ucuyla bile bakmadıklarını düşünüyorum. Ve sonuçta ihale magazincilere kalırken, asıl tartışılması gereken "haberler" maalesef gündeme bile gelmemektedir.

Magazin payının basında ve televizyonda giderek arttığı yorumları yapılıyor... Burada hesap çok net... Bizim çalıştığımız Show TV kanalı günde 24, haftada 168 saat sürekli yayın yapıyor. Bu 168 saat içindeki magazinin toplam süresi ise 4-5 saat... Yani yüzde 2 oranında... Bu pay, bu rakam, hiçbir şekilde fazla değil. Ancak televizyonların genelinde, özellikle haber bültenleri, yayının büyük kısmını magazine ayırdığı için fazlaymış gibi görünüyor.

Sürekli Reina'da, barlarda eğlenen ünlü insanları ekrana getiriyorsunuz, ama halkın yaşamından söz etmiyorsunuz. Neden? Çok konuşulan bir konu... Reina'yı vesaireyi ekrana getiriyorsunuz diyorlar. "Tüm Türkiye sanki böyle yaşıyor" diye söylemler oluyor. Buna da hiç katılmıyorum. Tabii ki tüm Türkiye böyle yaşamıyor. Ama Türkiye'de böyle bir eğlence kültürü varsa, bunu toplumdan "saklamanın", "gizlemenin" bir anlamı olmadığına inanıyorum. Bunun gizlenmesini, toplumun bundan haberi olmamasını isteyenlerin başka amaçlar güttüğüne inanıyorum. Ancak Türkiye'deki fakirliği ve halkın yaşam güçlüğünü ekrana getirecek programlar olmasının da gerekli olduğuna inanıyorum. Bunu birtakım gazeteciler yapmıyor diye bu konuda magazincilerden beklentiye girilmesini de anlamsız buluyorum. Bu bir spor yazarından, ekonomi haberi yapmasını istemek gibi bir şey... Bu konunun da haber bültenlerinin sorumluluk alanı içinde olması gerektiğini düşünüyorum. YARIN: Pelin Batu, Ragıp Duran