7 Mart 2006 23:00

Adama göre iş mi yaratılıyor?

AKP Hükümeti döneminde sık sık gündeme gelen, "adam kayırma", "kadrolaşma" uygulamaları yeni bir boyut kazandı. İşlerin yolunda gittiği, boş kadronun ve görevden alınan herhangi bir kimsenin olmadığı bir yere 'kamu yararı' gerekçesiyle görevlendirme yapıldı. Balçova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne 19 Şubat'ta gönderilen yazıda, "İlçeniz İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ndeki iş ve işlemlerin daha etkin ve verimli yürütülebilmesi bakımından kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek ilimiz Gaziemir İlçesi Emlak Bankası Atatürk İlköğretim Okulu Sınıf Öğretmeni ve Müdür Başyardımcısı Necdet Erkoca'nın 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu gereğince İlçeniz Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürlüğü görevini yürütmek üzere görevlendirilmesi Valilik Makamının ilgi (b) onayı ile uygun görülmüştür" deniliyor. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nü Hasan Ali Çiçek'in yaptığı Balçova'da iki tane şube müdürü kadrosu var. Halen bu görevi yürüten şube müdürlerinden birisi 28 yıllık idareci Ferda Sarıyer, diğeri de meslekte 32 yılı geride bırakan ve 10 yıldır da şube müdürlüğü yapan Orhan Emiral. Bu üç idareci tarafından işlerin yürütüldüğü Balçova'daki okullar ve bu okullarda okuyan öğrenciler mevcut eğitim-öğretim sistemi içerisinde oldukça başarılı görünüyor. ÖSS ve OKS sıralamasında 2005 yılı sonuçlarına göre Balçova, İzmir'in 28 ilçesinde ikinci sırada bulunuyor. Sosyal, kültürel ve sportif etkinliklerde de il ve Türkiye dereceleri mevcut. Dolayısı ile görevlendirme yazısındaki, "iş ve işlemlerin daha etkin ve verimli yürütülebilmesi ve kamu yararı" gerekçelerinin dayanağı bulunmuyor. Balçova İlçe Milli Eğitim'de yürütülen işlemlerle ilgili olarak herhangi bir uyarı, eleştiri, soruşturma yazısı da söz konusu değil. Ayrıca Valilik Makamı'nın onayı ile yapıldığı söylenen bu görevlendirme ile ilgili, normal koşullarda görevlendirme yazısı ile birlikte gelmesi gereken valilik oluru yazısı da ortada yok. Vali adına Müdür Yardımcısı Gürsel Öztürk'ün imzasının bulunduğu görevlendirme yazısında, görevlendirmenin 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun hangi maddesi gereğince yapıldığı da belirtilmemiş.

Müdürlüğü yasal değil Ayrıca görevlendirilen kişinin şube müdürlüğü yapabilmesi için görevde yükselme sınavına girmesi gerekiyor ve bu sınava lisans mezunları girebiliyor. Ayrıca en az iki yıl yöneticilik görevi yapmış olması gerekiyor. Söz konusu görevlendirmeye konu olan kişi ise bu özellikleri taşımıyor. "Kamu yararı" öne sürülerek başka bir ilçeden Balçova Milli Eğitim Şube Müdürü olarak görevlendirilen bir kişinin daha sonra atamasının yapılması durumunda bunun bir ilk olacağı ve devamının geleceği belirtiliyor. Dikkat çeken bir başka nokta da Balçova'da şube müdürü olarak görevlendirilmek istenen kişinin, İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nde şef olarak görev yapan bir memurun eşi olması. Bu da akıllara, bu uygulama, "Bir şeylerin karşılığı mı acaba?" sorusunu getiriyor.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Newyork'tan Bursa'ya -3-
   Ev içi baskı, şiddet, yoksulluk, istenmeyen evlilikler;
   İNTİHAR Derya Karaçoban Yılların görmüş geçirmişliğiyle yorumluyorlar kadın intiharlarını Batmanlı kadınlar: Ev içi zulüm, baskı, şiddet, yoksulluk ve istenmeyen evlilikler... Yaşadıkları sorunlardan çıkış yolunu kadın dayanışmasında ve eşitlik mücadelesinde görüyorlar. "Kızımı 13 yaşında evlendirdim. Paramız yoktu. Oğlumun evlenmesi için başlık parası yoktu. Ve berdel usulüyle verdik kızımı. Daha bir çocuktu. Evlendi, üç çocuğu oldu. Şimdi 22 yaşında. Bir ay önce intihar girişiminde bulundu. Eşi üzerine bir Rus kadını getirmişti kuma olarak. Bunu kaldıramadı kızım. Adama boşanacağını söyleyince de kızımı tehdit eti. Telefon görüşmesinden sonra intihar girişiminde bulundu. Böyle bir şeyi kaldıracak gücü yoktu yavrumun" diyor 55 yaşındaki Zeynep Turan.

MADALYONUN İKİ YÜZÜ Batman'ın İpragaz Mahallesi'nde oturan Turan da kızı gibi, daha 13'ündeyken ve berdel usulü evlenmiş. Kendisinden 20 yaş büyük birine kuma gitmiş, ancak bunu gelin gittikten 6 ay sonra öğrenmiş. Bir ömür "ısınamadığı" eşini 13 yıl önce yitirmiş. Hayatını çevresindekilerin yardımıyla sürdüren Turan, bir kadın olarak arkasına baktığı zaman, ezilmenin bıraktıklarından başka bir şey göremiyor. Turan ile aynı mahallede oturduğu Rojda Kaya bir madalyonun iki yüzü gibiler. Biri yıllarca kadın olarak başına gelenlere susmuş, daha doğrusu susmak zorunda kalmış. Diğeri mücadele ederek baskılara karşı durmuş.

ÇIKIŞ YOLU BULAMIYORLAR Rojda Kaya sözü alarak, çevresinde tanık olduğu olayları anlatıyor. Ünivesiteli bir genç kızın yaşlı dede ve ninesinin giyiminden, okumasına kadar yaptıkları baskılara dayanmayarak yedinci kattan atlayışını... Hizbullahçılar tarafından kaçırılan amca kızını... Bakkal dükkanında tüpçüyle işi gereği konuştu diye dayısı tarafından öldüresiye dövülen kızın öyküsü bir bir dökülüyor dudaklarından. "Bu kızlar intihar etmesin de ne yapsın? Başka çıkış yolları mı vardı?" diye soruyor.

DAYANIŞMA GEREKLİ "Kız okula gidiyor, sonra abisi diyor sen okula gitmeyeceksin. Büyüdün, okulu bırakacaksın. Kıza eğer amcaoğlu, akrabası talipliyse mümkünü yok başkasına vermezler. Kızların erkeklerle gezmesi normal aslında. Ama ben kızımın gezmesine izin vermem. Kızımın hakkı ama ben istemem. Kızım erkeklerle gezerse benim zoruma gider. İzin versem de çevre tepki gösterir. Kızımın namusu olmaktan çıkar her şey. Ailenin namusu söz konusu olur. O utançla insan içine çıkılabilir mi? Benim kız biriyle gezse öldürürüm. Kızımı boğarım izin vermem" dese de, tüm bu baskılara karşı tek çıkış yolunun mücadele etmek oluğunun farkında. "Birlik olmalı. Bu zulme karşı kadınlar dayanışma içinde olmalı" diyor, "El ele vermeli, bilinçlenmeliyiz. Bunu yapmadığımız sürece biz kuma da oluruz, okumayız da, dayak da yeriz, tüm zulümleri görürüz." Zeynep Turan ise ellerini iki yana açarak, "Gençler daha iyi bilir" demekle yetiniyor.


Diyarbakır'daki Akyıl Tekstil Fabrikası işçileri, geçtiğimiz yıl ekim ayında ödenmeyen altı aylık ücretleri, mesai ücretlerinin ödenmemesi, sigortalarının düzenli yatırılması ve insanca çalışma koşulları talepleriyle greve gitti. Tıpkı 1857 8 Mart'ında, benzer taleplerle greve giden New Yorklu dokuma işçisi kadınlar gibi. Yıllardır bölgenin en büyük fabrikası konumundaki Akyıl'da çalışmak işçiler için bir nimetti. Çünkü işçilerin Akyıl'dan başka sürekli çalışacağı işletme sayısı parmakla sayılacak kadar az. İşçiler yıllardır patronların yüzlerine vurduğu "Akyıl'da çalışmak nimet" sözünün etkisi altında, işten atılma korkusuyla, her söylenene, verilmeyen ücretlerine, olur olmaz mesaiye kalmalara ve sigortalarının yatırılmamasına sesiz kaldılar. Sendika mı? Bir yıl önce çoğunluğu sağlayarak sendika yetkisi aldılar. Ancak bu kez de patronlar itiraz etti. İşveren avukatı yasalardaki boşluklardan faydalanarak, davayı 1 yıl uzattı ve itiraz edilen davadan ret sonucu çıktı. Yaklaşık 600 işçinin çalıştığı Akyıl Tekstil Fabrikası'nda, işçiler geçtiğimiz ekim ayında bölgede bir ilki gerçekleştirerek, fabrikaya sendika girmeden patronlarla taleplerini dile getirdikleri bir sözleşme imzaladılar. Akyıl'daki bu kazanım, Diyarbakır'daki diğer fabrikalarda da önemli bir etki bıraktı. Mücadelenin önemi bir kez daha dile geldi Akyıl greviyle.

'FARKIMIZ YOK' Amine Aydın, Akyıl'da 5 yılını geride bırakmış bir işçi. Öncesinde özel sektörde birçok yerde çalışmış, diğer taraftan da okumaya çabalamış. Amine için eylül ayında başladıkları grev bir dönüm noktası olmuş. "Dilim papuç kadar oldu" diyerek ağız dolusu gülüyor, grevin kendisinde yarattığı değişimi anlatırken. Akyıl'daki çalışma koşullarının 8 Mart 1857 yılında New Yorklu dokuma işçisi kadınları greve götüren koşullardan çok farklı olmadığını söylüyor Akyıl işçisi Amine Aydın. "Ne farkı var? Bizim de çalışma saatlerimiz belli değil. Sigortalarımız tam yatırılmıyor. İçerde maaşlarımız var. Rutubet, gürültü nemli bir ortamda olmadık hakaretler yiyoruz!"

16 SAAT ÇALIŞIYORLAR Hiçbir şeyden korkusu yok. Yaşadığı haksızlıklar karşısında sesini olabildiğince gür çıkarıyor. Bu, verdikleri emeğin görmezden gelinmesinin, el konulan emeğinin, yıllardır yaşadığı ezilmişliğin hıncı aynı zamanda. Üç vardiya çalıştıkları işyerinde Amine, bu hafta gece vardiyasında. Görüştüğümüzde 16 saatlik mesaiden yeni çıkmıştı. O gün de Akyıl'da çalışan kız kardeşi Nursel mesaiye kalmış. Amine ile ayak gücüyle çalıştırdığı dikiş makinesinin başında dikiş dikerken konuşuyoruz. Çoğu zaman pazar günleri mesaiye kaldıklarını anlatan Amine, kendilerine ve arkadaşlarına zaman ayıramadığını anlatıyor.

YAŞAM MÜCADELEDİR Emeğiyle kazandığı parayla güçlü hissediyor kendisini Amine. "Ayak bağı olmuyorsun. Bir nevi özgür oluyorsun. Sosyal güvencen oluyor. Hakkını aramayı öğreniyorsun. Eziliyoruz, ama kadın olarak söyleyecek sözümüz de oluyor" diyor. Yaşamın her adımının bir mücadele olduğunu deneyimleriyle öğrenmiş Amine. Yıllarca çalıştığı işyerlerinde gördüğü hakaretler karşısında boynunu bükmek geçmişinde kalmış. Artık kendisine daha çok güveniyor, diğer kadın işçi arkadaşları gibi...




Mevsimlik göçe doğan çocuklar Elif Görgü Mevsimlik işçilik yapmak için 1989 yılında Mardin'den ayrıldı, Mumin Tekin ve ailesi. Ancak çıktıkları göç yolu bir türlü sılaya dönmedi. Ekmek kaçtı onlar kovaladı. Doğdukları toprak ekmek verirken doğmuşlardı Bahriye, Hürriyet, Gülistan ve Şükran... Sonra toprağı inkarın, faili meçhullerin, ayrımcılığın ve baskının ateşi sardı. Ekmek yandı önce. Sonra alıp başını Adapazarı'na gitti. Yangınların külleri arasından çıkan Tekin Ailesi de peşinden... Mümin'in Kürtçe çıktığı göçünde Türkçe ilk öğrendiği kelimeler bile "ekmek ve su" oldu. Karasu'da fındık fideleri arasına saklandı kara ekmek; Mümin ve kızları kınalı elleri ile bulup çıkardılar yeşil fındığın içinden... Fındık bittince ekmeğin zorunlu göçü İzmir'e oldu. Işıkkent'te, Ödemiş'te, Bergama'da fidan oldu ekmek; "İzmir'de ormanda çalıştık. Fidan dikimi, çapa, bakım hepsini yaptık." Dikildiği yerde büyürken ekmek, fidanlar ağaç oldukça küçüldü. Orman karın doyurmaz oldu. Ekmek yeni fidanların peşinden Balıkesir'e göç etti; "Beş sene Balıkesir'de kaldık. Yine ormanlarda sezon sezon işçilik yaptık." İşçiliğin arasında Selahattin de Balıkesir'de doğdu. Ama orada büyüyemedi. Manisa'da pamuk toplarken Mümin, eşi ve çocuklarının ellerini çizdi geçti ekmek. Ekmeğin de yükü ağır aslında. Doyurması gerekenlerin sayısı arttı çünkü. Küçük Azize'nin nüfus kağıdına ekmek yazdırdı doğum yerini "Manisa" diye. Beyaz pamuğa kara sevdası kısa sürdü ekmeğin. Mardin'de başlayan göç, İstanbul Beykoz'da sona erdi. Ekmek İstanbul'da bir oğul daha verdi Mümin'e. Ancak bugün 8 yaşındaki Serdar'ın doğum yeri olan İstanbul'da, ekmek, çamurlu yolların sonunda bir barakaya mahkum etti, 7 çocukla Tekin ailesini. İki kızı evlendi. Mümin'in küçük kızları ise kendi ekmekleri peşindeler şimdi; "Maddi durum kötüleşti kızları liseden çıkartmak zorunda kaldım. Şimdi konfeksiyonda çalışıyorlar. Valla iki ayda bir para veriyorlar. Ne yapalım ekmek... Bundan sonra da küçük oğlan okula, kızlar işe..." 17 yıllık mevsimlik emeğin sonunda, her bir çocuğunu ayrı bir göç yolunda dünyaya getirmek dışında Mümin'in hayatını hiç değişmedi. Emeğinin karşılığını hiç alamadı; "Bak buraya kadar çamurdayız. Kızlar gece gündüz ağlıyorlar niye bizi çıkardın diye ama gücüm bu kadar." Kendi doğum yeri Mardin'e ise ancak bir kaç kere gidebildi Mümin. O da canezeye... Geri döneceğini bile bile gitti hep. Sadece o değil, on kardeşinin onu da göç etti Mardin'den. Geride kalan anneleri oldu. Ne yangınlar, ne ekmek derdi koparamadı onu toprağından. Torunlarının her biri ayrı memleketlerde doğan anneanne, "Ben kendi evimde ölürüm" diyerek direndi ailesini dağıtan göçe... Yarın: Bağımsız kadın örgütlenmesi