12 Şubat 2006 23:00

Efeler gibi dimdik…

İzmir'e 20 kilometre uzaklıkta bulunan Efemçukuru köylüleri topraklarında işletilmek istenen altın madenine karşı seslerini daha gür çıkarmaya başladı. İzmir Bergama, Eşme, Sivrihisar, Havran Küçükdere üyeleri ve kendileri gibi Uşak'ta TÜPRAG'ın işletmek istediği altın madenine karşı mücadele eden İnay köylülerini konuk eden Efemçukurlular, madene karşı oldukları için jandarma ve kaymakamın kendilerine baskı yaptığını söylediler.

Jandarma baskısı Kanada sermayeli TÜPRAG şirketi tarafından İzmir'e su sağlayan Tahtalı ve Çamlı barajları su toplama havzasında bulunan Efemçukuru köyü yakınlarında açılmak istenen altın madenine karşı köylülerin ve İzmir'den çeşitli meslek odası temsilcilerinin mücadelesi sürüyor. Önceki gün minibüs ve özel araçları ile Efemçukuru köyüne giden Elele Hareketi üyeleri köylülerle madenle ilgili son gelişmeler hakkında toplantı yaptılar. Köyde gerçekleştirilen benzer toplantıların aksine ilk kez köylü kadınlar küçük çocuklarıyla birlikte toplantıya katıldı. Köylüler börek, ayran ve kendi üzümlerinden yaptıkları şaraplarla konuklarını ağırlarken, madenle ilgili son gelişmeler ve hukuki durum konusunda bilgi veren köylülerin Avukatı Arif Ali Cangı, "Efemçukuru köyünün hukuksal süreci Bergama'ya benziyor. Dirençli olmalıyız. Siz mücadelenize sahip çıktığınız sürece ancak başarılı olabilirsiniz" diye konuştu. Efemçukuru Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Halil Karaçam altın madenine karşı oldukları için jandarma ve kaymakamın kendilerine baskı yaptığını söyledi. Toplantı için kaymakamlığa izin için gittiğinde Mustafa Üsteğmen adlı jandarma komutanının kendisini çağırarak, "Bundan sonra köyünüzde farklı olaylara yön vereceğiz. Bizi dinlemediniz, madene karşı çıktınız. Her gün geleceğiz, en ufak hatanıza ceza keseceğiz" diye tehdit ettiğini belirten Karaçam, aynı akşam da jandarma ekiplerinin köye gelerek kahvede arama yapmak istediklerini, köylülerin de tepki gösterdiğini söyledi.

Dik duracağız Toplantıya katılan İnay köylüleri adına konuşan Eğitimci Muammer Sakaryalı, jandarmanın kendi köylerinde de benzer şekilde davrandığını, köylülerin kararlı tutumları sonucu baskıyı azalttığını söyledi. Elele Hareketi dönem sözcüsü Ertuğrul Barka ise adı Efemçukuru olan köyün efeler gibi dimdik ayakta durarak, topraklarını işgale gelen yabancılara karşı direneceğini söylemesi köylülerce alkışlarla karşılandı. İzmir Tabip Odası Başkanı Zeki Gül, odanın halkın sağlıklı ortamda yaşaması ve sağlığa ücretsiz ulaşması için mücadele verdiğini hatırlatarak, hekimler olarak daima köylülerin yanında olduklarını dile getirdi. Jeoloji Mühendisi Savaş Dilek'in yörede yapılmak istenen altın madenciliği ile ilgili teknik bilgiler verdiği toplantıya, köylüler de soru sorarak ve madenle ilgili görüşlerini dile getirerek katıldı.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Medeniyetler çatışması mı? HAZIRLAYAN: Şahin Bayar

SUNU Avrupa'da bazı gazete ve dergilerde Hz. Muhammed'in karikatürlerinin yayınlanması ile başlayan olaylar, "medeniyetler çatışması" tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. 'Batı', karikatürlerin yayınlanmasını "ifade özgürlüğü" ile savunurken, İslam dünyasından sert tepkiler geldi. Olayların tetikçisi konumundaki Danimarka ve Norveç'in 'Doğu'daki bazı büyükelçilik binaları yakıldı. Danimarka, bu ülkelerdeki vatandaşlarını geri çağırdı. 'Medeniyetler çatışması' tezini, Ali Bulaç, Mehmet Bekaroğlu ve Alev Erkilet ile tartıştık. Ali Bulaç, karikatür krizinin arkasında farklı amaçların olduğunu düşünüyor: "İran ve Suriye'ye karşı askeri bir operasyon yürütülecek olursa, özellikle Batı kamuoyunda bir meşruiyet krizine yol açmaması bu şekilde sağlanmış olacak." Bekaroğlu ise, "Küresel kapitalizmin dünyayı yutma savaşı var, emperyalizmin, bütün dinlere, kültürlere, medeniyetlere saldırısı var" görüşünde. Alev Erkilet ise tartışmaları, "emperyal kapitalist batı dünyası ile İslam dünyası arasında nihai bir hesaplaşmanın yaklaşmakta olduğu söylenebilir" şeklinde değerlendirdi. Erkilet, 21. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın neye benzeyeceğini bu hesaplaşmanın sonuçlarının belirleyeceğini savundu.


Yeni operasyonlara zemin aranıyor

Ali Bulaç İslam dünyasını ayağa kaldıran karikatürler planlı, sistemli ve amaçlı olarak yayınlandı. Hatırlanacağı üzere 30 Eylül 2005'te ilk yayınlandıklarında orada yaşayan Müslümanlar, bu yayını ölçülü bir dille eleştirdiler, Müslüman temsilciler ve İslam ülkeleri büyükelçileri Rasmussen'le görüşme talebinde bulundu, ancak ne gazete bu tepkileri kale aldı ne Rasmussen görüşme talebine olumlu cevap verdi. Aksine kaba bir biçimde şu cevabı verdi: "Dünyanın tepkisi bizi ilgilendirmez, burası demokratik ve ifade özgürlüğünü koruyan bir ülke. Basın kimi eleştirmek istiyorsa eleştirme hakkına sahiptir." Türkiye için de söylediği şu oldu: "Türkiye artık kararını vermeli: Bir İslam ülkesi mi kalacak yoksa Avrupa içinde mi yer alacak?" Bu kaba ve kışkırtıcı üsluba rağmen yine de büyük tepkiler olmadı. Ama çok geçmeden bu sefer aynı karikatürler Norveç, Alman, Fransız, İsviçre, İspanyol ve İtalyan gazetelerinde -Die Welt (Almanya), France Soir (Fransa), Catalan El Periodico (İspanya), Corriere Della Serra ve La Stampa (İtalya)- ve başka yerlerde yayınlandı. Karikatürlerin basın veya ifade özgürlüğünün test edilmesiyle bir ilgisi olduğunu öne sürmek çok güç. İKÖGenel Sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu sistemli bir tahrik olduğu kanaatinde. Yayıncı gazete "Müslümanları kışkırtarak aşırı unsurları afişe etmek istediğini amaçladığını" yazıyor. Çünkü eğer böyle bir amaç gözetilmiş olsaydı, söz konusu ülkelerde "yasak konular"la ilgili yayınlar yapılırdı. Mesela Nazilere övgü, nefret uyandırıcı ırkçılık, anti-semitizm, kraliçenin kişiliğiyle ilgili konular vs. Danimarka'da Dalay Lama'yı bile küçük düşürücü yayın yapılamaz. Ama Müslümanların peygamberini "terörist" olarak çizmek ve Batılı insanda bu dinin mensuplarına karşı nefret uyandırmak -ki bunun pratik sonucu bütün Avrupa'yı içine alacak olan dehşet verici bir ırkçılık ve yabancı düşmanlığı olacaktır- ifade özgürlüğü oluyor. Hutbe veya vaazında biraz dozunu kaçıran bir imam anında sınır dışı ediliyor. Bu olayın Samuel Hungtinon'un "medeniyetler çatışması" teziyle ilgisi olduğunu düşünenler büsbütün yersiz bir korkuya kapılmış değiller. Tezin temeli, çatışma siparişine dayanır ki, böylesine bir çatışma için çok güçlü bir bahanenin olması gerekir. Danimarka'nın "pilot ülke" olarak seçildiğini düşünüyorum. Bu olayın gerisinde çok daha büyük bir plan yatıyor. Karikatürlere karşı İslam dünyasında gelişen haklı tepkiler üzerinden Batı kendi içinde bütünleşmeye, kendini tanımlamaya çalışıyor, bu Ortadoğu ve İslam dünyasında sürecek yeni operasyonların psikolojik zeminini sağlamış olacak. Elbette bütün Batı aynı hedefte birleşmiş değil, ama bunu amaçlayan güçlü askeri ve iktisadi güç merkezleri var. Yarın öbür gün İran ve Suriye'ye karşı askeri bir operasyon yürütülecek olursa, bunun İslam dünyası dışındaki dünyada, özellikle Batı kamuoyunda bir meşruiyet krizine yol açmaması bu şekilde sağlanmış olacak. Afganistan ve Irak operasyonlarında Batı homojen davranmadı, farklı, muhalif sesler yükseldi, hatta operasyonlara aktif olarak katılan İngiltere'de milyonlarca vicdan sahibi insan protesto gösterileri yaptı. Ama bu yeni operasyon hem çok daha derin etkilere sahip olacak hem de daha uzun bir zamana yayılacak, böyle bir operasyonun psikolojik olarak tam bir desteğe sahip olması isteniyor.


Ya da al Huntington'u vur Fukuyama'ya

Mehmet Bekaroğlu Türkiye, Kuzey Irak'ta kafasına geçirilen çuvalların acısını sanal vadilerde hayallere dalarak dindirirken dünyayı karikatürler krizi sardı. Bir Danimarka gazetesinde İslam peygamberinin terörist olarak resmedilmesi ile patlak veren kriz giderek derinleşiyor. Müslümanlar, peygamberlerine yapılan hakareti haklı olarak protesto ederken, medeniyetler çatışması/diyalogu piyasası da müthiş bir şekilde prim yapmaya başladı. Bir taraftan "Medeniyetler Çatışması" tezinin babası Samuel Huntington'un uğursuz müritleri avuçlarını ovuşturuyor, diğer taraftan da diyalogcular "Oh be işsiz kalmıyoruz" diye derin bir nefes alıyor. Olayın sevinilecek tek yanı, Müslüman coğrafyada Avrupa ve Amerikan mallarına karşı başlatılan boykottur. Umulur ki, başta Müslümanlar olmak üzere, tüm mazlum ve mağdur halklar, batının çifte standardı ve iki yüzlüğünü bu vesile ile görür. Ne var ki olaylar hiç de bu iyimserliğimizi destekler yönde gelişmiyor. Maalesef dünya bir Müslüman-Hıristiyan çatışması varmışçasına vaziyet almaya başlıyor. Bu büyük bir oyundur, ortada ne dinlerin ne de medeniyetlerin çatışması var. Sadece küresel kapitalizmin dünyayı yutma savaşı var, emperyalizmin, bütün dinlere, kültürlere, medeniyetlere saldırısı var. Canavarlaşan sermayenin, çok uluslu şirketlerin dünyayı yağmalaması var. Rengi, dini, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun herkes, tüm insanlık bu saldırıdan nasibini alıyor.

Tek dünya Olaya "medeniyetler/dinler savaşı" adının verilmeye çalışılması insanların kafasını karıştırmayı amaçlıyor. Açıklayıcı olan Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezi değil, Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" tezindeki iddiadır. Fukuyama, "tarihin sonu" derken, "liberal demokrasi"nin insanlığın gelebileceği en son aşama olduğunu, bu şekilde insanlığın arayışlarının bittiğini ve modern uygarlığın artık dünyaya egemen olduğunu iddia ediyordu. Hiç kuşku yok ki, bu, tek dünya anlamına geliyor; ekonomi, kültürü, siyasal sistemi ile tek dünya, şehirleri, evleri, ilişkileri, tüketim kalıpları, zamanı kullanma biçimleri ile tek tip insan. Burada bir meydan okuma, zafer ilan etme söz konusu; her ne kadar bu zafer sözde insanlık adına ilan ediliyor ama aslında modern uygarlığın ve onu yapanların zaferidir bu. Zaferin mantığı, kazananlara kaybedenlere hükmetme, onların yaşamını düzenleme hakkını verir. Olan da budur; haklı oldukları için kazandıklarına inanan galipler, mağlupları düzenliyorlar; onlara demokrasi, insan hakları, serbest piyasa, özelleştirme götürüyor. Yine işin mantığında var; biraz acıyı bastırmak biraz da kolay olduğu için, mağluplar galipleri çok çabuk benimser, çok çabuk onlar gibi olmayı içselleştirir. Nitekim öyle oldu; hem bu psikoloji hem de galiplerin elindeki propaganda imkanları ile, batı dışı toplumlar, galip batının dayattıklarını çok çabuk benimsediler; en azından toplum önderleri, yönetici sınıf, aydınlar olarak batılılaşmaya, modernleşmeye yöneldiler. Bu şekilde hem acılarını unutacaklar hem de galipler gibi, güçlü ve mutlu olacaklardı. Ne var ki bu mümkün olmadı; güçlü ve mutlu olmak şöyle dursun, modernleştikçe, batılılaştıkça daha da battılar. Ülkelerinde maden ocakları, petrol kuyuları açıldı, barajlar, rafineriler kuruldu, büyük bankalar şube açtı, çok uluslu şirketler geldi... ne var ki bekledikleri zenginlik ve mutluluk bir türlü gelmedi. İşte tam da bu durumun fark edilmesi ile birlikte medeniyetler savaşı çıkıyor, çıkartılıyor. İnsanların tam da "bu demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ve özelleştirmelere" itiraz edeceği bir anda Müslümanlar ve Hıristiyanlar karşı karşıya geliyor. Sanki iki medeniyet var ve Hıristiyanlar Müslümanlara, Müslümanlar Hıristiyanlara saldırmış gibi bir din savaşı havası oluşturuldu. Bu, "cambaza bak cambaza" oyunundan başka bir şey değil. Sadece Türkiye'ye bakalım, ülkücüsünden İslamcısına, Atatürkçüsünden sosyalistine herkes karikatürleri protesto etmek için ayakta. Bu arada, yani insanlar cambaza bakarken, dünyanın büyük bankaları Türkiye'de şube açıyor, özelleştirmeler bütün hızıyla devam ediyor, çok uluslu şirketler kamu ve şahıslara ait yerli şirketleri satın alıyor, Hükümet Türkiye'de tarım ve hayvancılığı bitirecek kararlar alırken piyasaları yabancı şirketlerin malları dolduruyor…

İSLAM NİYE HEDEF? Burada sorulacak bir soru var; niçin Müslümanlık hedefe konuyor? İslam hedefe konuyor, çünkü, her şeye rağmen İslam hâlâ itiraz etme potansiyelini taşıyor. İslam'ın itirazı, yağmaya, tüketim çılgınlığına, spekülasyona, faize, israfa, haddi aşmaya, büyüklenmeye, kula kulluğa, yani emperyalizme, "güç uygarlığına" olacak elbette. Bu, haklı ve Hıristiyan, Yahudi, Budist… dini ne olursa olsun, dünyanın bütün mazlum halklarını ateşleyecek bir itirazdır, sonu alınamayacak, güç uygarlığını yerle bir edecek bir itiraz. Bu coğrafyada böyle bir itiraz var; 11 Eylül ve 11 Eylül'le birlikte ABD Başkanı Bush'un başlattığı "haçlı seferi" bu itirazı boğmayı amaçlamaktadır. Batılı gazetelerin karikatür provokasyonlarının amacı da aynıdır. Hayır, medeniyetler savaşmıyor, dinlerin ve inananlarının birbirleriyle alıp verecekleri bir şey yok. Emperyalizmin saldırıları, dünyayı yağmalaması ve insanlığın bu saldırılar ve yağmalara itirazı ve direnişi var. Şimdilerde bu itiraz ve direnişin merkezi İslam coğrafyası; ateşleyici ve taşıyıcıları da Müslümanlar. O nedenle emperyalizmin orduları, casusları, bankaları, çok uluslu şirketleri, sivil toplumcuları, karikatürcüleri... ezcümle bütün ağırlıklarıyla bu coğrafyaya çöreklenmiş durumdadır.


Kapitalist dünyaya itirazlar var

Alev Erkilet Geçtiğimiz iki haftaya damgasını vuran karikatür tartışmaları, gerek batının İslam dünyasına bakışı gerekse İslam dünyasının batıya tavır alışı hakkında bir turnusol kağıdı işlevi gördü. Batı gerek kuramsal gerekse pratik düzlemde medeniyetler çatışmasını gündeme getirmekle bundan sonra izleyeceği yolu ortaya koymuştu. Huntington tarafından ortaya atılan medeniyetler çatışması tezi, bugün Amerika'nın İslam dünyasını fiilen işgali ile adım adım gerçekleştirilmekte. Rumsfeld Amerika'nın yakın zamanda Ortadoğu'ya ilişkin bir barış stratejisi olmadığını açıkça belirtiyor. Avrupa da, çok-kültürlülük ve laiklik tezlerinden uzaklaşmakta ve İslam ve Müslüman karşıtı politikalar izlemekte Amerika'dan geri kalmıyor. Müslümanları ayağa kaldıran Hz. Muhammed karikatürleri bunun en son ve açık göstergesi oldu. Demek ki ABD ile Avrupa'nın kendi iç çekişmeleri ve çıkar çatışmaları bir tarafa bırakıldığında, son tahlilde İslam dünyasına karşı tepkilerin de aynı safta yer aldıklarını söylemek yanlış olmaz. İslam dünyasının bütün bu olup bitenler karşısındaki tavrına baktığımızda ise, iki farklı tepki biçimiyle karşılaşıyoruz. Birinci tepki biçimi, yine Batı kaynaklı olan medeniyetler ittifakı, dinler arası diyalog gibi projelerde ifadesini buluyor. Batının önlerine koyduğu bu projeleri benimseyenler daha ziyade özür dilemeci, savunmacı tutumlar içinde olanlar. Mevcut tehdit onları daha da geriletti ve batı adına kendi toplumlarına yeniden biçim verme telaşına girdiler. İkinci tepki biçimi ise, işgalcilere karşı savaşmanın farz olduğu ilkesinden hareket eden müslümanların tutumunda karşımıza çıkıyor. Karikatür krizinin yol açtığı gösterileri de aynı uzlaşmaz tutumun diğer bir ifadesi olarak değerlendirebiliriz. İttifakçı ve özür dilemeci yaklaşım, bizzat ikincileri denetim altına almak üzere, İslam dünyasının, varlığını Batı desteğine dayamış hükümetleri tarafından geliştirilip kurumsallaştırılıyor. Fiili işgallerle uygulamaya konulmuş olan BOP'a kurumsal destek vereceğini ilan etmiş olan Türkiye, İspanya ile eş başkanlığını yürüttüğü Medeniyetler İttifakı'nın amaçlarını en yetkili ağızlardan şöyle ifade ediyor: "Ortak değerlerin ön plana çıkarılması, bunların pratik hayatta faal olmalarının sağlanması, bu değerlerle çatışmayan farklılıkların zenginlik sayılıp, evrensel insan hakları anlayışına ters düşen farklılıkların öğretim ve eğitim yoluyla aza indirilmesi". Bu girişimler, İslam dünyasının işgal ve yıkımlara karşı çıkan direngen unsurlarını pasifleştirmeyi ve İslam'ı batının çıkarlarıyla uyumlu hale getirmeyi amaçlamaktadır. Nitekim, bu ehlileştirme görevi çerçevesinde İKÖ bünyesinde de bir dönüşüm gerçekleştirilmiştir. Konusu "reformasyon ve modernizasyon" olan 32. İKÖ Konferansı'nda "ılımlı İslam" konusu ele alınmıştı. Konferansın akil adamlar grubu, "halklara barışçı cihat kavramının öğretilmesi (örneğin AIDS ve uyuşturucuya karşı cihat)", "dini hayatta ılımlılığın ve dinlerarası diyalogun teşviki", "terörizm ve dinci aşırılıkların reddi" gibi tavsiye kararları almış; ve Mekke zirvesinde onaylanmak üzere kaleme aldıkları ya da alacakları raporun özünü "İslam dünyasının her alanda reform yaparak kendini düzeltmesi" olarak dile getirmişlerdi. Filistin mücadelesine destek vermek ve Müslüman ulusların vakarını, bağımsızlığını ve ulusal haklarını korumak gibi amaçlarla yola çıkmış olan İKÖ'nün bugün BOP'u payandalamakta kullanılmak istenmesi, İslam dünyasına giydirilmek istenen deli gömleği hakkında fikir verebilir. Avrupa ve Amerika bir yandan kendi bünyelerindeki Müslümanları baskılayıp dışlamak suretiyle, diğer yandan işgallerle fiili savaş durumu yaratmaktadırlar. İslam dünyasının bunlara vereceği tepkiyi biçimlendirmek üzere de bir taraftan ittifak projeleriyle; diğer taraftan finans desteği sağlanan sivil toplum örgütleri aracılığıyla direngen unsurları dönüştürmeye ve kendi tabirleriyle ılımlı bir İslam anlayışını yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında, son dönemde gündemi belirlemiş olan sivil toplumcu furyanın, İKÖ reformunun, Medeniyetler İttifakı'nın ve İslami tebliği dışlayan dinlerarası diyalog söylemlerinin hepsinin aynı bütünün parçaları olduğu görülüyor. Bunların hepsi, İslam dünyasını batı adına ehlileştirme projeleridir. Karikatür hadisesi öncesinde Avrupa'daki Müslümanlara yönelik olarak geliştirilmiş bulunan Euro-İslam projesi de aynı hedefleri güdüyordu. Bassam Tibi'ye göre Euro-İslam, İslam'ın modern eğilimlerle ve Avrupa'nın medenileştirici kimliğiyle uzlaştırılmış versiyonuydu. Bu proje çerçevesinde Müslümanların ihtida (İslam'a döndürme), tagallüb (İslam'ın hakimiyeti yahut başatlığı), Dar'ül Harp ve Dar'ül İslam gibi kavramlaştırmalardan ve Hıristiyanlarla Yahudileri zımni olarak tanımlamaktan vazgeçmesi gerekiyordu. Ancak, Euro-İslam da, BOP'un ılımlı İslam'ı gibi "İslam'ın ne olduğunu tanımlama yetkisini gayri-müslimlere verdiği" gerekçesiyle eleştirildi ve tam da bu nedenle Müslümanlardan umulan desteği görmedi. Dikkat edileceği üzere bunların hepsi Müslümanlara yukarıdan dayatılmaya çalışılan eğilim ve projelerdi. İslam dünyasının ikinci ve uzlaşmaz tepki biçimine gelince, o aşağıdan yukarıya doğru sirayet ediyor. Batının sömürgeci emperyal politikalarına direnme inancına ve iradesine sahip kitleler tarafından taşınıyor. Bunlar, Irak'ta, Afganistan'da ve dünyanın diğer birçok bölgesinde kardeşleri emperyal çıkarlar için öldürülür ve işkencelere maruz bırakılırken (Irak ve Ebu Garib örneklerinde olduğu gibi) sessiz kalınmasına; dinlerinin bugün Amerika'nın yarın Avrupa'nın çıkarlarına uyacak şekilde eğilip bükülmesine (reforme edilmesine); bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de kendilerinin suçlu ilan edilip yargılanmasına (İslam dünyasına yönelik terörizm suçlamalarında ve Guantanamo örneğinde olduğu gibi) karşı öfkesi giderek keskinleşen ve şiddetlenen kitleler. Ufacık bir kıvılcım, onurları kırılsın diye batının elinden geleni ardına koymadığı bu kitleleri, önceden kestirilemeyecek bir hız ve kalıcılıkla sokağa dökebilir. Karikatür olayı bu bakımdan bir turnusol kağıdı olmuştur. İslam dünyasının birbirinden uzak kentlerinin hepsinde insanlar eşzamanlı olarak sokağa dökülmüşlerdir. Bu sadece bir öfke patlaması değil, kapitalist dünya sisteminin özüne ilişkin itirazların yüksek sesle dillendirilmesidir aynı zamanda. Bu bakımdan, emperyal kapitalist batı dünyası ile İslam dünyası arasında nihai bir hesaplaşmanın yaklaşmakta olduğu söylenebilir. 21. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın neye benzeyeceğini bu hesaplaşmanın sonuçları belirleyecektir.