9 Şubat 2006 04:00
İstanbul aynasında Batı...
GÜNÜN YAZILARI
Hollywood'un 1950'li, 60'lı yıllarda, Binbir Gece Masalları'na el attığı filmlerde, stüdyolarda canlandırılan 'doğulu' şehirler görürüz. Yuvarlık kıvrımlı, kırık dökük binalar arasında, devasa kubbeli, bol sütunlu bir saray ve harıl harıl bir pazar yeri örneğin. Derme çatma tezgahlarda kumaş, meyve, et satanlar görürüz. Tezgahların aralarında kaynaşıp duran kadın, erkek, yaşlı, çocuk kalabalıklar alt alta üst üste debelenip durmaktadır. Sonra bu hengame içinde kahramanımız görünür. Hiç de doğulu olmayan ince bıyıklı bir yüz... Mesela Alaaddin'dir gelen. Sonra aynı Alaaddin'i başka bir filmde Robin Hood olmuş olarak görürüz. Başlığı değişmiş, bıyığına başka bir şekil verilmiştir ama aynı adamdır işte!
Hollywood bu şehirleri niye böyle kurar ve niye 'doğulu' bir kahramanı Amerikalı bir oyuncuya, doğuluya benzetecek bir makyaj bile yapmadan oynatır? Anlattığı masal da olsa niye seyircisine böylesi bir şehir ve kahramanlar sunar?
Amerikan sinema endüstrisinin doğuya ilişkin kurgulamalarında bugün de etkileri süren bu tercihlerinin oluşumu aslında bizimle ilişkili. "Biz" yani doğulular...
Tasvir etme tercihleri üzerine Roma İmparatorluğu'nun başkenti olma ünvanını taşımaya başlamasından itibaren Avrupa'nın ilgisini çeken ve tanımlanmaya, anlatılmaya, yorumlanmaya, fethedilmeye çalışılan İstanbul yüzyıllar boyunca gezginleri çekti. Önce Bizans'ın sonra da Osmanlı'nın başkenti olarak, aslında bütün bir "Doğu" imgesinin başkentiydi. Yani "Batılı"nın karşısındaki en güçlü rakibin başkenti. 1204'te Katolik Haçlı ordularının Ortodoks Bizans'ın başkenti olan şehri işgal etmesi, yakıp yıkması ve zulmetmesinden itibaren ihtiraslı ve gerilimli bir Doğu-Batı ilişkisinin önemli bir kaynağı oldu. Bu ilişki Osmanlı'nın güçlü dönemlerinde korku ve çekinmeyle karışık bir saygı; zayıfladığı dönemlerde ise fethedilmeyi bekleyen hatta isteyen, kolu kanadı kırık, miskin toprakların küçümsenmesine dönüştü. İşte İstanbul'un Batı'nın hayalinde 15'inci yüzyıldan 19'uncu yüzyıla kadar hangi şekillere girdiğini, nasıl anlamlandırıldığını göstermeye çalışan bir kitap, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Hayali İstanbul Manzaraları"... Sanat Tarihçisi Aykut Gürçağlar'ın söz konusu yüzyıllar boyunca bizzat İstanbul'a gelerek ya da İstanbul'a gelmeyen fakat görenlerin anlatımlarından, aktarımlarından şehri öğrenerek resmeden onlarca Avrupalı ressamın eserleri üzerinde yaptığı geniş bir çözümlemeyi içeriyor. İstanbul'un karşısında... Fakat bu resimlerin ortak özellikleri aslında olmayan İstanbul'lar yaratmaya çalışmaları. Başkalarının aktarımlarından yola çıkarak böylesi hayali manzaralar yapan ressamlar için bu durum belki anlaşılır gelebilir. Fakat şehri gördüğü halde hayali öne çıkaranlar? Her iki gruptaki ressamların da bir arada incelendikleri çalışma, birebir belgeleme, aynen aktarma kaygısıyla yapılan resimlerde bile kompozisyonu belirleyen ögelerin her birinin Doğu-Batı ilişkisinin gerilimi ile oluştuklarını gösteriyor. Avrupalı ressamların hayali İstanbul manzaralarını, "figür ağırlıklı manzaralar" ve "kent görünümünün öne çıktığı manzaralar olarak ikiye ayıran Gürçağlar, kronolojik sırayla Batı'nın yukarıda sözünü ettiğimiz İstanbul'a ve onun temsil ettiklerine karşı yüzyıllar içinde değişen duygularını nasıl gösterdiğini okuyor. Bir önemli nokta: Kitap söz konusu Doğu-Batı ilişkisinin aslında Batı'nın kendi içinde yaşadığı mücadelelerin bir aynası olduğunu da gösteriyor. İngiltere ve Fransa gibi doğudaki önemli sömürgeleri bulunan güçlü Avrupa devletlerinin ortak paydaları olan "Batılılık", "Doğu"ya karşı bir ortaklık gibi görülse de bu görünüm altında kaynaşıp duran bir çatışmanın da okuması yapılıyor. İşte bu noktada Avrupalı ressamların İstanbul manzaraları, Avrupa'nın yüzyıllar boyunca yaşadığı değişimlere ayna tutuyor. 'Bakma'nın dönemleri... Bir Tanzimat padişahı olan Abdülmecid'in ve maiyetindekilerin resmedilirken Arap emirlerine özgü kıyafetler içerisinde gösterilmesi; tarih, coğrafya ve kültürel farklılık gözetmeden resmetme anlayışının bir ürünü örneğin. Ya da İstanbul'un manzarasında tarihi yarımadaya, Hint hatta Rus sanatına ait kubbeler, Memlük sanatına özgü camiler ya da hiçbir yerde olmayan mimari ögeler yerleştirmek... Esir pazarında zalim doğulular tarafından alınıp satılan Avrupalı kölelerin dramları var örneğin bir resimde. Girişte değindiğimiz Hollywood filmlerinde de canlandırılmış bir sahne! Apaçık, ortalık yerde yapılan insan satışı... Ressam için resmettiği dönemde İstanbul'da köle satışının kapalı mekanlarda ve belirli kurallara bağlı olarak yapılıyor olmasının bir önemi yok. O, izleyicisinin yadırgamayacağı bir görüntünün peşinde. Aktardığımız iki örnek 19. yüzyılda ortaya çıkan Oryantalist resimlerden bazıları. Yani Osmanlı'nın gücünü yitirdiği, dolayısıyla açıktan ortadan kaldırılması gereken zalim bir devlet olarak gösterilebileceği yıllara ait. İşin komik tarafı 1970'li yıllarda petrol kriziyle birlikte dünyanın yeni zenginleri olarak öne çıkan Arap şeyhlerine, sanat alıcıları olmalarıyla birlikte Doğu'yu Batı'nın görmek istediği gibi gösteren bu resimlerin satılması! Kitapta yer alan Oryantalizm öncesi örneklerde ise örneğin Osmanlı kıyafetlerine öykünen, Paris saraylarında düzenlenen balolar aracılığıyla Avrupa'da bu kıyafetleri yayan, meraklı bir egzotizmin etkili olduğu Turquerie modasının resimleri görülüyor. Avrupa resminde sağlıklı köylü kadınlarını şehirli aristokrat kadınların kıyafetleri içinde gösteren 'kapris' türünün, Doğulu kıyafetlere ve Doğu atmosferine uygulandığı örnekler bunlar. Bu kez, suçlayıcı ve saldırgan bir şekilde değil de kültürel asimilasyonla fethetme güdüsünün örnekleri. İşte tüm bu görüntüler dünyasının geniş dökümü, "Hayali İstanbul Manzaraları". Sanatın tarihine bakarken okuyucusuna, Amerikan sinemasından, dünya üzerinde süregiden iktidar mücadelelerine kadar bugüne ilişkin geniş çağrışımlar sunan bir kitap.
Tasvir etme tercihleri üzerine Roma İmparatorluğu'nun başkenti olma ünvanını taşımaya başlamasından itibaren Avrupa'nın ilgisini çeken ve tanımlanmaya, anlatılmaya, yorumlanmaya, fethedilmeye çalışılan İstanbul yüzyıllar boyunca gezginleri çekti. Önce Bizans'ın sonra da Osmanlı'nın başkenti olarak, aslında bütün bir "Doğu" imgesinin başkentiydi. Yani "Batılı"nın karşısındaki en güçlü rakibin başkenti. 1204'te Katolik Haçlı ordularının Ortodoks Bizans'ın başkenti olan şehri işgal etmesi, yakıp yıkması ve zulmetmesinden itibaren ihtiraslı ve gerilimli bir Doğu-Batı ilişkisinin önemli bir kaynağı oldu. Bu ilişki Osmanlı'nın güçlü dönemlerinde korku ve çekinmeyle karışık bir saygı; zayıfladığı dönemlerde ise fethedilmeyi bekleyen hatta isteyen, kolu kanadı kırık, miskin toprakların küçümsenmesine dönüştü. İşte İstanbul'un Batı'nın hayalinde 15'inci yüzyıldan 19'uncu yüzyıla kadar hangi şekillere girdiğini, nasıl anlamlandırıldığını göstermeye çalışan bir kitap, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Hayali İstanbul Manzaraları"... Sanat Tarihçisi Aykut Gürçağlar'ın söz konusu yüzyıllar boyunca bizzat İstanbul'a gelerek ya da İstanbul'a gelmeyen fakat görenlerin anlatımlarından, aktarımlarından şehri öğrenerek resmeden onlarca Avrupalı ressamın eserleri üzerinde yaptığı geniş bir çözümlemeyi içeriyor. İstanbul'un karşısında... Fakat bu resimlerin ortak özellikleri aslında olmayan İstanbul'lar yaratmaya çalışmaları. Başkalarının aktarımlarından yola çıkarak böylesi hayali manzaralar yapan ressamlar için bu durum belki anlaşılır gelebilir. Fakat şehri gördüğü halde hayali öne çıkaranlar? Her iki gruptaki ressamların da bir arada incelendikleri çalışma, birebir belgeleme, aynen aktarma kaygısıyla yapılan resimlerde bile kompozisyonu belirleyen ögelerin her birinin Doğu-Batı ilişkisinin gerilimi ile oluştuklarını gösteriyor. Avrupalı ressamların hayali İstanbul manzaralarını, "figür ağırlıklı manzaralar" ve "kent görünümünün öne çıktığı manzaralar olarak ikiye ayıran Gürçağlar, kronolojik sırayla Batı'nın yukarıda sözünü ettiğimiz İstanbul'a ve onun temsil ettiklerine karşı yüzyıllar içinde değişen duygularını nasıl gösterdiğini okuyor. Bir önemli nokta: Kitap söz konusu Doğu-Batı ilişkisinin aslında Batı'nın kendi içinde yaşadığı mücadelelerin bir aynası olduğunu da gösteriyor. İngiltere ve Fransa gibi doğudaki önemli sömürgeleri bulunan güçlü Avrupa devletlerinin ortak paydaları olan "Batılılık", "Doğu"ya karşı bir ortaklık gibi görülse de bu görünüm altında kaynaşıp duran bir çatışmanın da okuması yapılıyor. İşte bu noktada Avrupalı ressamların İstanbul manzaraları, Avrupa'nın yüzyıllar boyunca yaşadığı değişimlere ayna tutuyor. 'Bakma'nın dönemleri... Bir Tanzimat padişahı olan Abdülmecid'in ve maiyetindekilerin resmedilirken Arap emirlerine özgü kıyafetler içerisinde gösterilmesi; tarih, coğrafya ve kültürel farklılık gözetmeden resmetme anlayışının bir ürünü örneğin. Ya da İstanbul'un manzarasında tarihi yarımadaya, Hint hatta Rus sanatına ait kubbeler, Memlük sanatına özgü camiler ya da hiçbir yerde olmayan mimari ögeler yerleştirmek... Esir pazarında zalim doğulular tarafından alınıp satılan Avrupalı kölelerin dramları var örneğin bir resimde. Girişte değindiğimiz Hollywood filmlerinde de canlandırılmış bir sahne! Apaçık, ortalık yerde yapılan insan satışı... Ressam için resmettiği dönemde İstanbul'da köle satışının kapalı mekanlarda ve belirli kurallara bağlı olarak yapılıyor olmasının bir önemi yok. O, izleyicisinin yadırgamayacağı bir görüntünün peşinde. Aktardığımız iki örnek 19. yüzyılda ortaya çıkan Oryantalist resimlerden bazıları. Yani Osmanlı'nın gücünü yitirdiği, dolayısıyla açıktan ortadan kaldırılması gereken zalim bir devlet olarak gösterilebileceği yıllara ait. İşin komik tarafı 1970'li yıllarda petrol kriziyle birlikte dünyanın yeni zenginleri olarak öne çıkan Arap şeyhlerine, sanat alıcıları olmalarıyla birlikte Doğu'yu Batı'nın görmek istediği gibi gösteren bu resimlerin satılması! Kitapta yer alan Oryantalizm öncesi örneklerde ise örneğin Osmanlı kıyafetlerine öykünen, Paris saraylarında düzenlenen balolar aracılığıyla Avrupa'da bu kıyafetleri yayan, meraklı bir egzotizmin etkili olduğu Turquerie modasının resimleri görülüyor. Avrupa resminde sağlıklı köylü kadınlarını şehirli aristokrat kadınların kıyafetleri içinde gösteren 'kapris' türünün, Doğulu kıyafetlere ve Doğu atmosferine uygulandığı örnekler bunlar. Bu kez, suçlayıcı ve saldırgan bir şekilde değil de kültürel asimilasyonla fethetme güdüsünün örnekleri. İşte tüm bu görüntüler dünyasının geniş dökümü, "Hayali İstanbul Manzaraları". Sanatın tarihine bakarken okuyucusuna, Amerikan sinemasından, dünya üzerinde süregiden iktidar mücadelelerine kadar bugüne ilişkin geniş çağrışımlar sunan bir kitap.
Evrensel'i Takip Et