17 Aralık 2005 23:00
"Hükümet ihlalleri özendiriyor"
İnsan hakları ihlalleri Türkiye'de 2005 yılının en çok tartışılan konuları arasında yer aldı. Demokratikleşme ve insan hakları alanında yapılan tüm düzenlemelere karşın yaşananlar tam tersi uygulamalarla karşılık buldu. Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu eski Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ile insan hakları alanında Türkiye'de son dört yılda yaşan gelişmeleri konuştuk. Kaboğlu, AKP Hükümeti'nin demokratikleşme sürecini özümseyemediği, atılan adımlarda içten olmadığını dile getirirken, hükümetin adeta yapılan reformları engellemek için çalıştığını vurguladı.
"İnsan Hakları" adına birçok düzenlemenin yapıldığı 2005 yılı,Türkiye'de en çok insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir yıl olarak tarif ediliyor. Yapılan bu düzenlemeleri ve uygulamaları nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye'deki insan hakları sorunu dünyadaki insan hakları sorunu ile birlikte ele alınmalı. İkisi birbirinden soyutlanamaz. Dünyada insan haklarındaki gidiş aslında birçok soru işaretini beraberinde getiriyor. Olumlu bir gidiş değil. İnsan haklarına karşı dalgalanmalar özellikle 11 Eylül olaylarının ardından artmış bulunuyor. İnsan hakları ihlallerinde "güvenlik" ihtiyacı adı altında bir artma var. Ortadoğu'ya "demokrasi insanlık getirecek" diyerek müdahalelerde bulunuldu. Bu Türkiye açısından ilginç bir noktayı doğuruyor. 11 Eylül 2001 günü dünyada güvenlik adına özgürlüklerin sınırlanması yaşanırken, Türkiye o haftalarda Anayasa'sını özgürlükler lehine değiştirdi. Değişimlerin arkasında AB vardı. Türkiye Anayasal düzeyde bir açılım yaptı. Açılım Avrupa beklentisi sonucu olsa da bana göre önemliydi. Evet eksiklikler olabilir, çelişkiler olabilir. Anayasa'da yapılan değişiklikler üç ana başlıkta toplanabilir. İdam cezasının kaldırılması, düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi, örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin azaltılması. Bu iyileştirmelerin hayata geçirilmesi için paketler hazırlandı. Bu çerçevede yine hatırlanacağı gibi 3 Ağustos 2002 tarihinde kültürel haklar, diğer dillerde yayın yapma ve öğrenme olanağı, azınlık vakıflarının mülk edinme olanağı gibi azımsanmayacak önemli açılımlar yapıldı. Bütün bunlar MHP'nin, Türkiye'de en çok özgürlük karşıtı bir grubun iktidarda olduğu bir dönemde yapıldı. Bu da önemli bir nokta.
Türkiye'de yapılan düzenlemelerle son dört yılda önemli adımlar atıldı diyebilir miyiz? 2001 ve 2002'de önemli denilebilecek reformlar yapıldı. 2003 ve 2004'de reformlara kısmen devam edildi. Türkiye yasal düzenlemeler ve yenilemeler döneminden geçti. Aslında son 4 yıl anayasal ve yasal açıdan insan hakları alanında ileri adımlar atma dönemi oldu. Tabi ki geri adımlar da oldu. Her şey "güllük gülistanlık" anlamında söylemiyorum ancak eksikliklerine ve çelişkilerine karşın yapılanların iyi olduğunu düşünüyorum.
Düzenlemelerin uygulanması konusunda sıkıntılar çekildi. Bu sıkıntılar "direnme" şeklinde ifade edildi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapılan reformlar tepki çekti. Devlet organları tarafından reformlara karşı reaksiyonel tavır gelişti. Bir direnme başladı. Devlet organları içerisinde özellikle 2004 yılında... 2005 yılında ise bu reformlara olan direnç aslında devlet organları ile sınırlı kalmayıp bütün topluma yayıldı. 2005 yılında özellikle 4 yıl önceye göre insan hakları alanında tanık olduğumuz iyileştirmeler yönünde sağlanan ivmeye karşı bir dalga geldi.
Peki sizce bu direnme neden kaynaklandı? İki önemli sorunla karşılaşmaktayız. Öncelikle reformlarda izlenen yol ve yöntem. Reformların AB tarafından istenen reformlar olduğu ve bir an önce bu reformları hazırlayalım bitirelim izlenimi verildi. Toplumun ilgili kesimlerinin reddedilmesi bir yana bürokratlar doğrudan doğruya reformun muhatabı olan kesimler, yargı organları, polisler, yöneticiler reformların gereğini, önemini tam olarak özümseyemeden yeni düzenlemelerle kendilerini karşı karşıya buldular. Hükümet reform sürecine ilgili kesimleri katmadı. Bunun için reformların tepeden geldiği yönünde bir kanaat kendini yoğun bir biçimde gösterdi. Örneğin çalışmalarına başlayan İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun kuruluş amacı bu reform sürecine katkıda bulunmaktı. Yasal düzenlemelere göre oluşturulmuş bir kuruldu ancak hükümet kurulla çalışmalarını paylaşmadı, yararlanmadı. Yararlanmadığı gibi işletmedi ve 2004 yılı sonunda askıya aldı. Hükümet öncelikle kendisi demokratik özgürlükler yönündeki açılıma inanmadı ve reform karşıtı verilen tepkiler karşısında da sessiz kaldı. Hatta bu tepkileri meşru gösterir bir tavra girdi. İnsan hakları karşıtı hareketler cesaret aldı. Verilen tepkilerdeki yükseliş devam edince de hükümetin yaptığı reformlar arasındaki mesafe açıldı. Sonuç olarak Türkiye 2005 yılında dört yıla göre insan hakları alanında açılım yapan bir görünümden çıktı ve reformların hesabını sorar hale geldi.
Tarif ettiğiniz direnme sonrasındaki gelişmeleri aktarır mısınız? 1 Kasım 2004 günü başbakanlık binasında insan hakları raporu yırtıldı. Raporu yırtan Fahrettin Yokuş'un, izleyen günlerde gazete haberlerine göre Abdullah Çatlı'nın arkadaşı olduğu ortaya çıktı. Ancak sendikacı, hakkında yazılan çete uzantısı haberlerle igili bir açıklama yapmadı. Anlatmak istediğim şu; hükümet rapor hazırlayanları kınayıcı açıklamalar yaptı. Dikkat edin o haftalarda başlayan hareketlerin uzantısı olarak Türkiye 2005 yılında şiddet kullanımı çerçevesinde toplumsal olaylarla kendini karşı karşıya buldu. Mersin'de bayrak yakma olayı, Trabzon'da linç olayı, Şemdinli'de kitabevine bomba atma olayı. Hükümet her olayda sessiz kalmayı tercih ediyor. Günlerce sonra açıklama yapıyor. Hükümetten kimse "bu toplumda hiç kimse kaba güç kullanamaz" diyemiyor. Rapor yırtma olayında raporu hazırlayanlar, Trabzon'da linç edilenler, Şemdinli'de sokağa çıkan halk suçlu oldu.
Hükümetin sessiz ve tepkisiz kaldığını söylediniz. Bunun nedeni ne olabilir? Bir parlamenter bize küfretti: "Raporu hazırlayanlar, onlar annelerine bir kez de babalarının kim olduğunu sorsunlar" dedi. Bunu söyleyen kişi sözüm ona reformları oylayan kişidir. Bunlar aynı zamanda Şemdinli olaylarında sessiz kalan kişilerdir. Hükümet olaylar karşısında polisi şiddet kullanmaya özendirici, şiddeti meşru kılıcı sözler söyledi. Hükümetin kendisi bunu kamçıladı özendirdi. Geçtiğimiz günlerde öğretmenler eyleminde polisin şiddet kullanması karşısında Başbakan'ın memurları haksız çıkardığı gibi. Yine şiddet meşru kılındı. Bunlar hükümetin aslında özgürlük ile demokratikleşme sürecini özümseyemediği, atılan adımlarda içten olmadığı bakımından anlamlıdır. Hükümet adeta yapılan reformları engellemek için çalıştı.
İnsan hakları savunucuları sanık sandalyelerine oturtuluyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 2005 yılı insan hakları açısından dikkatli ve soğukkanlı bir şekilde incelenmesi gereken bir yıl oldu. İnsan hakları savunucuları sanık sandalyesine oturdu. Bu Ermeni Konferansı'nı yazdıkları için yargılanan gazeteciler için de, bizim için de ve insan hakları savunucuları için de böyle oldu. İnsan hakları savunucuları artık kendini savunmak durumunda kaldı. Sonuç olarak 2005 Türkiye'sinde linç eylemlerine kadar yaşanan olaylarda başrolün kimin tarafından oynandığı ortaya çıktı. Burada aktörlüğün başında hükümetin olduğundan hiç kuşku yoktur.
"Derin devlet" tartışmaları Türkiye'de tüm yoğunluğu ile birlikte sürdürülürken FBI ve CIA başkanları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ağırlandı. Tüm bu tartışmalarla birlikte ortaya çıkan tablo sizce ne ifade ediyor? Türkiye'de hukuk devletinin dışında birtakım uygulamalar varsa ve bu ortaya çıkarılamıyorsa uluslararası alanda da Amerika'nın güdümünde bir fiili gücün mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Rapor olayı derin devlet miydi değil miydi? Değilse neden hükümet müdahale etmedi? Aynı Şemdinli için de geçerli. Acaba Şemdinli'de sonuca gidilebilecek mi? Susurluk'ta gidemedik. Bu soruların yanıtlanması ölçüsünde neyin ne olduğunu anlayabiliriz. Tüm bunlara paralel olarak Amerikan uçakları konusunda bilgilimiz vardı deniliyor. Peki o zaman neden gizli şeyler yapıldı orada? Amerikan uçakları konusunda bilginiz vardıysa Şemdinli konusunda niye bilginiz yoktu? Kuşku yaratıcı konular. Derin devlet yanında derin hükümet mi var? Yanıtı zor.
"İnsan Hakları" adına birçok düzenlemenin yapıldığı 2005 yılı,Türkiye'de en çok insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir yıl olarak tarif ediliyor. Yapılan bu düzenlemeleri ve uygulamaları nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye'deki insan hakları sorunu dünyadaki insan hakları sorunu ile birlikte ele alınmalı. İkisi birbirinden soyutlanamaz. Dünyada insan haklarındaki gidiş aslında birçok soru işaretini beraberinde getiriyor. Olumlu bir gidiş değil. İnsan haklarına karşı dalgalanmalar özellikle 11 Eylül olaylarının ardından artmış bulunuyor. İnsan hakları ihlallerinde "güvenlik" ihtiyacı adı altında bir artma var. Ortadoğu'ya "demokrasi insanlık getirecek" diyerek müdahalelerde bulunuldu. Bu Türkiye açısından ilginç bir noktayı doğuruyor. 11 Eylül 2001 günü dünyada güvenlik adına özgürlüklerin sınırlanması yaşanırken, Türkiye o haftalarda Anayasa'sını özgürlükler lehine değiştirdi. Değişimlerin arkasında AB vardı. Türkiye Anayasal düzeyde bir açılım yaptı. Açılım Avrupa beklentisi sonucu olsa da bana göre önemliydi. Evet eksiklikler olabilir, çelişkiler olabilir. Anayasa'da yapılan değişiklikler üç ana başlıkta toplanabilir. İdam cezasının kaldırılması, düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi, örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin azaltılması. Bu iyileştirmelerin hayata geçirilmesi için paketler hazırlandı. Bu çerçevede yine hatırlanacağı gibi 3 Ağustos 2002 tarihinde kültürel haklar, diğer dillerde yayın yapma ve öğrenme olanağı, azınlık vakıflarının mülk edinme olanağı gibi azımsanmayacak önemli açılımlar yapıldı. Bütün bunlar MHP'nin, Türkiye'de en çok özgürlük karşıtı bir grubun iktidarda olduğu bir dönemde yapıldı. Bu da önemli bir nokta.
Türkiye'de yapılan düzenlemelerle son dört yılda önemli adımlar atıldı diyebilir miyiz? 2001 ve 2002'de önemli denilebilecek reformlar yapıldı. 2003 ve 2004'de reformlara kısmen devam edildi. Türkiye yasal düzenlemeler ve yenilemeler döneminden geçti. Aslında son 4 yıl anayasal ve yasal açıdan insan hakları alanında ileri adımlar atma dönemi oldu. Tabi ki geri adımlar da oldu. Her şey "güllük gülistanlık" anlamında söylemiyorum ancak eksikliklerine ve çelişkilerine karşın yapılanların iyi olduğunu düşünüyorum.
Düzenlemelerin uygulanması konusunda sıkıntılar çekildi. Bu sıkıntılar "direnme" şeklinde ifade edildi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapılan reformlar tepki çekti. Devlet organları tarafından reformlara karşı reaksiyonel tavır gelişti. Bir direnme başladı. Devlet organları içerisinde özellikle 2004 yılında... 2005 yılında ise bu reformlara olan direnç aslında devlet organları ile sınırlı kalmayıp bütün topluma yayıldı. 2005 yılında özellikle 4 yıl önceye göre insan hakları alanında tanık olduğumuz iyileştirmeler yönünde sağlanan ivmeye karşı bir dalga geldi.
Peki sizce bu direnme neden kaynaklandı? İki önemli sorunla karşılaşmaktayız. Öncelikle reformlarda izlenen yol ve yöntem. Reformların AB tarafından istenen reformlar olduğu ve bir an önce bu reformları hazırlayalım bitirelim izlenimi verildi. Toplumun ilgili kesimlerinin reddedilmesi bir yana bürokratlar doğrudan doğruya reformun muhatabı olan kesimler, yargı organları, polisler, yöneticiler reformların gereğini, önemini tam olarak özümseyemeden yeni düzenlemelerle kendilerini karşı karşıya buldular. Hükümet reform sürecine ilgili kesimleri katmadı. Bunun için reformların tepeden geldiği yönünde bir kanaat kendini yoğun bir biçimde gösterdi. Örneğin çalışmalarına başlayan İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun kuruluş amacı bu reform sürecine katkıda bulunmaktı. Yasal düzenlemelere göre oluşturulmuş bir kuruldu ancak hükümet kurulla çalışmalarını paylaşmadı, yararlanmadı. Yararlanmadığı gibi işletmedi ve 2004 yılı sonunda askıya aldı. Hükümet öncelikle kendisi demokratik özgürlükler yönündeki açılıma inanmadı ve reform karşıtı verilen tepkiler karşısında da sessiz kaldı. Hatta bu tepkileri meşru gösterir bir tavra girdi. İnsan hakları karşıtı hareketler cesaret aldı. Verilen tepkilerdeki yükseliş devam edince de hükümetin yaptığı reformlar arasındaki mesafe açıldı. Sonuç olarak Türkiye 2005 yılında dört yıla göre insan hakları alanında açılım yapan bir görünümden çıktı ve reformların hesabını sorar hale geldi.
Tarif ettiğiniz direnme sonrasındaki gelişmeleri aktarır mısınız? 1 Kasım 2004 günü başbakanlık binasında insan hakları raporu yırtıldı. Raporu yırtan Fahrettin Yokuş'un, izleyen günlerde gazete haberlerine göre Abdullah Çatlı'nın arkadaşı olduğu ortaya çıktı. Ancak sendikacı, hakkında yazılan çete uzantısı haberlerle igili bir açıklama yapmadı. Anlatmak istediğim şu; hükümet rapor hazırlayanları kınayıcı açıklamalar yaptı. Dikkat edin o haftalarda başlayan hareketlerin uzantısı olarak Türkiye 2005 yılında şiddet kullanımı çerçevesinde toplumsal olaylarla kendini karşı karşıya buldu. Mersin'de bayrak yakma olayı, Trabzon'da linç olayı, Şemdinli'de kitabevine bomba atma olayı. Hükümet her olayda sessiz kalmayı tercih ediyor. Günlerce sonra açıklama yapıyor. Hükümetten kimse "bu toplumda hiç kimse kaba güç kullanamaz" diyemiyor. Rapor yırtma olayında raporu hazırlayanlar, Trabzon'da linç edilenler, Şemdinli'de sokağa çıkan halk suçlu oldu.
Hükümetin sessiz ve tepkisiz kaldığını söylediniz. Bunun nedeni ne olabilir? Bir parlamenter bize küfretti: "Raporu hazırlayanlar, onlar annelerine bir kez de babalarının kim olduğunu sorsunlar" dedi. Bunu söyleyen kişi sözüm ona reformları oylayan kişidir. Bunlar aynı zamanda Şemdinli olaylarında sessiz kalan kişilerdir. Hükümet olaylar karşısında polisi şiddet kullanmaya özendirici, şiddeti meşru kılıcı sözler söyledi. Hükümetin kendisi bunu kamçıladı özendirdi. Geçtiğimiz günlerde öğretmenler eyleminde polisin şiddet kullanması karşısında Başbakan'ın memurları haksız çıkardığı gibi. Yine şiddet meşru kılındı. Bunlar hükümetin aslında özgürlük ile demokratikleşme sürecini özümseyemediği, atılan adımlarda içten olmadığı bakımından anlamlıdır. Hükümet adeta yapılan reformları engellemek için çalıştı.
İnsan hakları savunucuları sanık sandalyelerine oturtuluyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 2005 yılı insan hakları açısından dikkatli ve soğukkanlı bir şekilde incelenmesi gereken bir yıl oldu. İnsan hakları savunucuları sanık sandalyesine oturdu. Bu Ermeni Konferansı'nı yazdıkları için yargılanan gazeteciler için de, bizim için de ve insan hakları savunucuları için de böyle oldu. İnsan hakları savunucuları artık kendini savunmak durumunda kaldı. Sonuç olarak 2005 Türkiye'sinde linç eylemlerine kadar yaşanan olaylarda başrolün kimin tarafından oynandığı ortaya çıktı. Burada aktörlüğün başında hükümetin olduğundan hiç kuşku yoktur.
"Derin devlet" tartışmaları Türkiye'de tüm yoğunluğu ile birlikte sürdürülürken FBI ve CIA başkanları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ağırlandı. Tüm bu tartışmalarla birlikte ortaya çıkan tablo sizce ne ifade ediyor? Türkiye'de hukuk devletinin dışında birtakım uygulamalar varsa ve bu ortaya çıkarılamıyorsa uluslararası alanda da Amerika'nın güdümünde bir fiili gücün mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Rapor olayı derin devlet miydi değil miydi? Değilse neden hükümet müdahale etmedi? Aynı Şemdinli için de geçerli. Acaba Şemdinli'de sonuca gidilebilecek mi? Susurluk'ta gidemedik. Bu soruların yanıtlanması ölçüsünde neyin ne olduğunu anlayabiliriz. Tüm bunlara paralel olarak Amerikan uçakları konusunda bilgilimiz vardı deniliyor. Peki o zaman neden gizli şeyler yapıldı orada? Amerikan uçakları konusunda bilginiz vardıysa Şemdinli konusunda niye bilginiz yoktu? Kuşku yaratıcı konular. Derin devlet yanında derin hükümet mi var? Yanıtı zor.
Evrensel'i Takip Et