05 Ekim 2005 21:00

Osmanlı'nın Toros Canavarı

Naşide Gökbudak, yakın akraba çevresinden yola çıkarak yazdığı romanında, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yaşanılan toplumsal bunalımın yol açtığı hak ve adalet kavramlarının işlevsizliği karşısında oluşan toplumsal reflekse, yani eşkıyalığa ve onların duygusal çatışmalarına kısa bir yolculuk yaptırıyor.

Paylaş
Naşide Gökbudak, yakın akraba çevresinden yola çıkarak yazdığı romanında, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yaşanılan toplumsal bunalımın yol açtığı hak ve adalet kavramlarının işlevsizliği karşısında oluşan toplumsal reflekse, yani eşkıyalığa ve onların duygusal çatışmalarına kısa bir yolculuk yaptırıyor. Yazar kitapta dayısının bir dönemin 'umudu' olarak görülen eşkıyalardan olmadığını kanıtlama çabasını anlatırken, Aziz Nesin'in 'Toros Canavarı' oyununu anımsatıyor. Yakın tarihte hemen hemen her yörede hâlâ anlatılan eşkıyalar, zamanının kaçağı ve arananı iken, halkın dilinde kahramanlık hikayeleri ile anlatılır. Dönemin yasalarına ve geleneklerine başkaldıran olmak, onlara tüm kahramanlık erdemlerinin yüklenmesini getirse de, sıra dışı olmalarında hayata karşı duruşlarının bir farklılığını gösterir. Naşide Gökbudak da Neden Kitap tarafından yayınlanan romanında, bir insanın nasıl eşkıya olduğunu, onun kendisi ve ailesi ile yaşadığı çatışmaların yanı sıra çevresi ve devlet ile yaşadığı problemleri ele alıyor.

Eşkıya hayranlık uyandırıyor Elazığ'ın Perçenç Köyü'nün ağalarından birinin oğlu olan Rahmi Bey'in öyküsü ile yazar, toplumsal bunalım dönemlerinde işlemeyen adaletin ve bozulan sistemin boşluğunun toplum içinde "başkaldırıyı" nasıl oluşturduğunu anlatıyor. Romanda Türkiye'nin hemen her yerinde anlatılan eşkıya öykülerinden biri, Rahmi Bey'in sıra dışı yaşamında işleniyor. 1900'lü yılların başlarını anlatan roman, köy içindeki ilişkiler, devlet halk ilişkisi, halkların (Ermeni, Kürt ve Türk) kendi aralarındaki ilişkileri çeşitli olaylar örgüsü içinde anlatıyor. Eşkıyalığın bir dönem büyük bir güç gerektirdiği ve hayranlık uyandırdığı gerçeğinin yanı sıra, savaşın, siyasal boşluğun ve cahilliğin insanları nerelere sürüklediği de bulunuyor satır aralarında. Çocukluğundan beri farklılığı göze çarpan Rahmi, yaşıtlarından farklı olarak İdadi'ye gider. Eğitimli olduğu için köyündeki yaşıtlarına oranla, çevresinde olup bitenleri daha fazla sorgular ve bunlara karşı kendince tavır almaktan çekinmez. Gençlik yıllarında 2. Dünya Savaşı bitmiş, ulusal mücadeleler ortaya çıkmaya başlamıştır. Siyasal boşluk ve asayişin olmayışı da başlı başına bir sorun oluşturmuştur. Karşılıklı ön yargıların yol açtığı cezalandırmalara müdahale edecek ve kanunları oturtacak bir güç yoktur. Bu nedenle halklar arasındaki ayrılıklar ve önyargılar da kendince yorumlamaya ve kendince çözümlere yol açmıştır. Yasaları, güçlü olanın koyduğu bir süreçte Rahmi de kendince suçlu gördüğü Ermeni doktorunu öldürür. Bundan dolayı hapse girer, ancak kısa bir süre sonra şartlı bırakılır. Doktoru öldürdüğü için her ne kadar ona kahraman olarak bakılsa da, faili meçhul her olayda adı geçer ve her cinayette yargılanır.

'Ben eşkıya değilim!' Her ne kadar zamanında eşkıyalık övünülecek bir durumsa da Rahmi Bey, ısrarla eşkıya olmadığını söyler. Kanun dışı olmayı ya da suçlu durumunda olmayı kabul etmemek anlamında bir ret ediştir. Esasında Rahmi Bey'in eşkıyalık yapmadığı gerçeği de "Ben eşkıya değilim" cümlesi içinde ortaya çıkıyor. O sadece kendince suçlu bulduğu birini öldürmüştür. Yani kanunun yapması gerekeni o yapmıştır. Bu nedenle kendisini kanun dışı görmez. Ayrıca diğer eşkıya öykülerinden farklı olarak kitapta, Rahmi Bey fakirlere, ezilenlere, haksızlığa uğrayanlara bir umut vaat etmez. Kendisi de bu gerçeğinin farkındadır ve eşkıyalık sıfatını hep reddeder.

Eşkıyanın aşkı Rahmi Bey'in hayatının konu edildiği romanda, dönemin aşklarına, verilmiş sözlerine ve erkeklerin ruh dünyalarına da yer verilmiş. Neredeyse Rahmi Bey'in tüm yaşamını etkileyen umutsuz aşk öyküsü, aslında insanların neye göre hareket ettiklerinin de örneğini sergiliyor. Kendince sisteme karşı çıkışları da olsa, sonuçta bir kadın karşısında sıradan bir erkekten daha farklı olmadığını, geleneklerin ağır baskısı altında kendi duygularına dem vurduğunu anlatır. Rahmi Bey, severek evlendiği Tevhide ile saygılı bir ilişki yaşarken, kader arkadaşı Kürt Mirzo'nun kız kardeşi Iraz'ı da deliler gibi sever. Ancak Mirzo'ya verdiği söz yüzünden Iraz'a bakar. Onu korumak, dedikoduları önlemek için nikah kıymış olsa da Iraz'a dokunmaz. Ancak yıllar da geçse Iraz'a olan aşkı hiç bitmez. Bunun yanında akıllı ve bilgili halasının kızı Küçük Hanım'a da içten içe bir hayranlık duyar. Rahmi Bey her ne kadar sisteme karşı bir duruş sergilemiş ise de bu anlamda geleneklerin bir sürdürücüsü durumundadır. Roman, okuyucuyu bir dönemin toplumsal yaşamına götürürken, konunun daha derinlikli bir çözümlemeye ihtiyacı olduğunu da hissettiriyor. Anlatımlarda yer yer yazarın kendi düşüncelerini ve bazı konulara yaklaşımın bu günün yorumu ile yapıldığını görmek mümkün. Bu, romanda zaman kavramında bir karmaşıklığa yol açıyor. Romanda eşkıyalığın bir sonuç olduğu dile getirilmediği gibi, döneminde eşkıyaların halk tarafından da kabul gören, sığınılan, yardım beklenilen bir durumda oldukları verilmemiş.

ÖNCEKİ HABER

Kayabaşı özelleştirmeye destek verdi

SONRAKİ HABER

'Sudaki Bıçak İzi' okurlarla buluştu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...